Güney Pasifik’in uçsuz bucaksız maviliklerinde, haritaya büyüteçle bakmadan göremeyeceğiniz kadar küçük bir ada devleti var: Nauru. Yüzölçümü yalnızca 20 kilometrekare olan bu ada, Vatikan ve Monako’dan sonra dünyanın en küçük üçüncü ülkesi, aynı zamanda da en küçük ada ülkesi. Fakat küçüklüğüne aldanmamak gerek; Nauru’nun hikâyesi, bir romanı aratmayacak kadar inişli çıkışlı. Bir dönem fosfat zenginliğiyle “ani bir servet” yaşayan, sonra bu serveti hızla tüketip yoksulluk ve çevresel felaketlerle boğuşan bir ülke burası. Tarihinde iç savaş, sömürgecilik, işgal ve bağımsızlık mücadeleleri var. Bugünse yükselen denizler, bozulmuş ekosistem, sağlık sorunları ve ekonomik belirsizliklerle var olma savaşı veriyor. Yani küçücük bir toprak parçası üzerinde, hem insanın doğayla ilişkisini hem de modern dünyanın çelişkilerini açıkça görebileceğiniz bir ülke Nauru. İşte Güney Pasifik’in başarısız ülkesi Nauru hakkında bilmeniz gerekenler…
1798’de Güney Pasifik Okyanusu’nda seyreden İngiliz kaptan John Fearn, küçük bir kara parçasına rastlıyor
Manzarayı öylesine huzurlu buluyor ki buraya “Hoş Ada” adını veriyor. Bugünse bu küçücük ada Nauru olarak biliniyor. Dünya haritasına baktığınızda gözden kaçırmanız işten bile değil çünkü burası dünyanın en küçük üçüncü ülkesi (sadece Vatikan ve Monako ondan daha küçük) ve aynı zamanda en küçük ada ülkesi.
Nauru, ekvatorun 42 kilometre güneyinde, Avustralya’ya yaklaşık 4000 kilometre uzaklıkta yer alıyor
Oval biçimde, sadece 20 kilometrekarelik bir yüzölçümüne sahip. Yani İstanbul’da herhangi bir semt neredeyse Nauru’dan büyük! Gökyüzünden bakıldığında dümdüz görünüyor.
Ada doğal limanlardan yoksun, mercan kayalıklarıyla çevrili ve özellikle yüksek mercan uçurumlarıyla dikkat çekiyor. Tarım yapmak zor; ama yine de muz, ananas, hindistancevizi ve birkaç sebze yetiştirilebiliyor. Tropikal iklim hâkim: Yıl boyu sıcaklık 27 derecenin altına pek düşmüyor, fakat yağış rejimi dengesiz. Kuraklık dönemleri de sıkça yaşanıyor. Bütün bu zorluklara rağmen yaklaşık 12.000 kişi Nauru’da yaşıyor. Çoğu, nesillerdir adada bulunan yerli Naurulular.
Nauru’nun geçmişi çok eskiye dayanıyor. Arkeolojik bulgular, adanın yaklaşık 3000 yıl önce Mikronezyalı ve Polinezyalı yerleşimciler tarafından keşfedildiğini gösteriyor. Yüzyıllar boyunca adalılar, 12 klana ayrılmış anaerkil bir toplum olarak yaşamışlar
19. yüzyıla kadar büyük ölçüde dış dünyadan izoleydiler. Fakat Avrupalılar gemileriyle uğramaya başlayınca dengeler değişti. Önce alkol ve silah geldi, ardından klanlar arasındaki barış bozuldu. 1878’de adada bir iç savaş patladı. Yüzlerce kişi hayatını kaybetti ve nüfus 900’e kadar düştü.
1888’de Almanya adayı zorla ilhak etti. Silahlar toplandı, alkol yasaklandı ve misyonerler aracılığıyla Hristiyanlık yayıldı. Ancak kısa süre sonra ada kaderini değiştiren bir keşifle karşılaştı: fosfat. Bu maden sayesinde 20. yüzyıl boyunca Nauru’nun ekonomisi adeta patlama yaşadı
Ne yazık ki bu “zenginlik” kısa ömürlü oldu. I. Dünya Savaşı’nda ada Avustralya’nın eline geçti, II. Dünya Savaşı’nda ise Japonya işgal etti. Yaklaşık 1200 Naurulu zorla çalıştırıldı ve ada ağır bombardıman gördü. Savaş sonrası Nauru, bir süre Birleşmiş Milletler gözetiminde kaldı. Nihayet 1968’de bağımsız bir cumhuriyet oldu.
Nauru’nun en büyük sorunu, onu bir zamanlar zengin eden fosfat madenleri
Yoğun madencilik, adanın merkezini oyup %80’ini yaşanmaz bir çorak araziye dönüştürdü. Fosfat tozu, kadmiyum gibi kalıntılar toprağı, suyu ve havayı kirletti. Kaynaklar da tükendi; 2000’lerde madencilik neredeyse durma noktasına geldi.
Ekonomi çökünce Nauru başka gelir kaynakları aradı. Avustralya için tartışmalı bir mülteci gözaltı merkezi kurmak bunlardan biri oldu. Oradaki koşullar o kadar kötüydü ki, birçok mülteci umutsuzluğa kapıldı. Ayrıca hükümet yıllar içinde yolsuzluklarla, başarısız yatırımlarla (örneğin Leonardo da Vinci hakkında bir müzikal prodüksiyona para yatırmak!) büyük servetini heba etti.
Nauru’da yaşam pratik açıdan da zor
Nehir yok, içme suyunun çoğu ithal ediliyor. Tarım yapılamadığından gıda da dışarıdan geliyor. Bu durum beslenme alışkanlıklarını kötü yönde etkiliyor: beyaz pirinç, hazır erişte, gazlı içecek ve konserve gıdalar ana besin kaynağı. Sonuç: Nauru bugün dünyanın en yüksek obezite oranına sahip ülkelerinden biri. Erkeklerin %97’si, kadınların %93’ü aşırı kilolu. Buna alkol tüketimi ve sigara da eklenince, diyabet, kalp hastalıkları ve aile içi şiddet gibi ciddi sorunlar yaygınlaşmış durumda.