Hüzün kokan sonbaharı uğurladık. Aralık ayıyla kış mevsimi geldi, kapıya dayandı. Fırtınalı, karlı, buzlu soğuk günler bekliyor bizleri… Bir de kabarık doğal gaz faturaları.
Bizler de bu soğuk günlerde biraz içinizi ısıtmak adına ısınmanın tarihçesine bakalım bir dedik, hiç değilse anılarla yüreğinizi ısıtalım istedik…
Geçmişten bugüne ısınmak için izlenilen yöntemler şöyleymiş efendim:
Ocağınız tütsün
Kış aylarında soğuk havanın ve karın etkisiyle dışarıya çıkamayan ve yapmış oldukları barınaklarda yaktıkları ateşin çevresinde oturan insanlar, zamanla evlerinin içinde yaktıkları bu ateşleri, duvarların içini oyarak ve bir bacaya bağlayarak geliştirdikleri yerlerde yakmaya başladılar ve böylece “ocaklar” meydana çıktı. Daha önceleri Türklerde bugünkü anlamda soba yoktu. Odalar, evlerin gerekli yerleri, ya kömür mangallarıyla ya da duvarlara gömülü ve odun yakılan bu ocaklarla ısıtılıyordu.
Mangalda kül bırakmadık
Osmanlılarda, özellikle konaklarda ve saraylarda büyük ocaklar vardı. Bu ocaklarda yanan odunlardan çıkan közler mangallara çekilir, ısıtılması istenen bölümün uygun bir yerine konurdu. Daha önceki dönemlerde Selçuklularda, Bizans’ta, Arap, İran ve öteki Doğu ülkelerinde de ısınma ocaklarla sağlanırdı.
Közde pişmiş kahvenin tadı başkadır
Mangal içine kor halinde ateş konan, bir ısınma ve ısıtma aracıdır ama önünüz ısınırken, sırtınıza kar yağar. Soba kullanımının yaygınlaşmasından önceki devirlerde çok kullanılan bir ısınma vasıtasıydı mangallar. Mangalın tarihi gelişiminin genellikle Anadolu’da olduğu görülür. Ortaçağ’dan beri Kuzey Suriye ve özelikle Siirt yöresinde yapılan mangalların ünü çok yaygındır. Osmanlı döneminde saraylarda ve konaklarda güzel desenlerle süslenmiş bakır mangallar çok yaygındı. Özellikle mangal ateşinde pişirilen kahvelerin tadı bir başka olurmuş o zamanlarda. Günümüzde de modernize edilmiş halleriyle mangallar nostalji yaşatmak adına hâlâ kullanılmaktadır.
Hem yemek pişiren hem ısıtan maltız
Günümüzde artık unutulan bir ısınma aracıdır. Özellikle 1950’li yıllarda Anadolu’nun pek çok yerinde hem ısınmak hem de yemek pişirmek, çay yapmak için kullanılan, iskeleti teneke ya da bakırdan yapılan üç ayaklı, iki kulplu, iç yüzü toprakla sıvalı ve içinde ızgara bulunan yemek pişirme mangalıydı. Elektrikli ütülerin yaygın olmadığı dönemlerde maltızın içinden alınan korlar dökme ütülere konulur ve öylece ütü yapılırdı.
Eskiden soba mı vardı?
Batı ile kurulan ilişkiler sonucu, soba Türkiye’ye getirildi. Türkiye’de ilk defa soba kuranlar azınlıklardır. Müslümanlar, özellikle koyu Sünniler, İslam ülkelerinde, Hz. Muhammed zamanında soba yoktu diye uzun süre evlerine sobayı sokmadılar; mangalla yetindiler.
Rusya’dan gelen peçkalar
Tanzimat döneminde Avrupa’ya giden Osmanlı devlet adamları ve aydınlar, Türkiye’de Avrupadaki gibi evler, konaklar yaptırmaya başlayınca, ısınma araçlarını da ona göre düzenlediler. Evlerine soba yerleri ve bacalar yaptırdılar. Sobanın Türkiye’ye bir başka geliş yolu ise Rusya’dır. Karadeniz illerinden Rusya’ya çalışmaya gidenler, oradan “peçka” denilen sobayı getirdiler. Kısa bir süre içinde soba, bütün Karadeniz illerine yayıldı. Köylerde bile soba kuranlar oldu. Soba, oda, sofa gibi özel bölmeleri olan evlerde kullanıldığı için ocakla ısınan tek bölmeli köy evlerinde çok işe yaramıyordu. Zamanla evlerin dışında, devlet dairelerinde de soba kurulmaya başlandı.
Konakların baş tacı çini sobalar
Artık özellikle büyük şehirlerde çok fazla kullanılmasa da Türkiye’de yapı bakımından genellikle birkaç türlü soba kullanılır; bunlar sobanın yapıldığı malzemeye göre değişik adlar alır: Dökme soba, saç soba, çini soba, tuğlalı soba gibi. Biçim bakımından da silindir, yassı, kare veya dikdörtgen prizma türünde olanlar vardır. Sobaların en büyük ve en değerlilerinden biri olan çini sobalar, saraylarda, konaklarda ve köşklerde bulunurdu.
Fındık kabuğu ve ördek soba
Sobalar içinde yakılan yakıtlara göre de çok değişik türlerdedir. Odun ve kömür sobalarının yanında yöresel olarak özellikle Karadeniz’in fındık yetiştirilen yörelerinde çok yaygın kullanılan ve içinde çıtır çıtır seslerle fındık kabuklarının yakıldığı “ördek sobalar”, bir başka deyişle fındık sobaları vardır.
Vezüv Yanardağı gibi alev alan gaz sobaları
Yetmişli yıllardan itibaren odun ve kömür sobalarının külünden, zahmetinden bıkan insanlar gaz sobalarına yönelmeye başladılar. Gaz sobalarının odun, kömür taşıma ve kül temizleme derdi yoktu ama ısısı saman alevi gibiydi. Yaktığınızda bir anda ortalığı ısıtır, kapadığınız anda ise ortalık yeniden buz keserdi. O yıllardaki gaz sobası markaları arasında en tanınmışı “Vezüv” marka, kahverengi ve silindir biçiminde olan sobalardı. Ezkaza deposunun anahtarını iyi kapamazsanız içine gaz birikirdi ve yakmak için kibriti içine attığınızda bir yanardağ gibi parlayıverirdi.
Isıtmasa da kafayı bulduran tüplü katalitik sobalar
İnsanlar, yaşam koşulları zorlaşıp vakitleri azalınca daha kolay ısınma yöntemleri aramaya başladılar. İşte bu kolay ısınma araçlarından biri de arkasına konan bütan gazı tüpüyle yanan sobalardı. Sözüm ona görsel olarak şömine havası verilen bu sobalar, yanarken yaydıkları hafif gaz kokusuyla uykunuzu getirir, hatta başınızı bile ağrıtırdı.
Uzaylı adıyla etrafı ısıtan elektrikli ufolar
Bazı marka isimleri vardır ki zamanla marka adı oldukları unutulur, bir nesnenin üzerine yapışır ve o nesnenin adı olur adeta. Tıpkı Vezüv gibi, Ufo gibi… Elektrik üretimimizin tavan yaptığı dönemlerde (!) çeşit çeşit, boy boy elektrikli sobalar girdi hayatımıza. Fişini taktığınızda ya da düğmesine bastığınızda önce ağır ağır kendi ısınan sonra da sizi ısıtmaya çalışan elektrikli sobalar. Ama onların da modası çok sürmedi, bir zaman sonra klimalara bıraktılar yerlerini. şimdilerde bu “ufo” sobalar daha ziyade dış mekanlarda sigara tüttürenleri ısıtmak için kullanılıyor.
Kuzine
Anadolu’ya Balkan göçmenleriyle birlikte geldiği zannedilen, özellikle İç Anadolu bölgesinde çok yaygın kullanılan, belki de ısınma araçları içinde en ekonomik ve keyifli olan bir soba türüdür. Bir yandan evinizi ısıtırken bir yandan da içinizi ısıtır. Üstünde çayınız demlenirken mis gibi kokan portakal kabuklarının kokusuna fırınında pişen böreğin ya da kurabiyenin kokusu karışır. Yanı başında hayallere dalar gidersiniz…
Romantik şömineler
Aslında bizim Anadolu ocaklarından pek bir farkı olmayan şömineler, günümüzde yapıların içlerinde, en çok vakit geçirilen alanlarda bulunsa da pek çok yerde ev dışında ya da avlularda dekoratif amaçlarla kullanılmak üzere yapılmaktadır. Oysa bizler şömineleri eski Yeşilçam filmlerindeki dağ evlerinden biliriz. Gizli aşıkların, çıtır çıtır sesler eşliğinde yanan şöminelerin önündeki ayı postları üzerinde geçirdikleri romantik anlarını hatırlarız hep…
Faturası el yakan kalorifer
1960’lı yıllarda daha çok resmi kurumlarda ve zenginlerin evlerinde kullanılan kaloriferler mazot ve kömürle yanardı. Zamanla doğalgazın ülkemize gelmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte kalorifer kazanları da doğalgazla çalışmaya başladı. Kışın evin her tarafının aynı ısıda sıcacık olmasının verdiği keyif ne yazık ki gelen kabarık doğal gaz faturalarıyla bir anda keyifsizliğe dönüşebiliyor.
Püfür püfür klimalar
Merkezi sistemle ısınan konutlarda hem ısınma konusunda anlaşmazlıkların yaşanması yüzünden hem de daha ekonomik olduğu düşünüldüğünden zamanla kat kaloriferlerine geçildi. Hatta yazın soğutmada kullanılan klimalar kışın da ısınmak için kullanılmaya başlandı. Özellikle kışın büyük kısmını güneşli geçiren Akdeniz şehirlerinde klimalar yazın kullanıldığı kadar kışın da yoğun biçimde kullanılıyor.