Lise, üniversite, iş falan derken zaman aldı yürüdü. 20’ler geride kaldı; hayatın 3. sınıfındayız, ki 10’dalık sisteme göre bu, 30’lara tekabül ediyor. 40’lara karışmak üzereyiz. Hani şiirler yazıyor, gitar çalıyor, resim yapıyorduk; hani bir gün biz de alanında isim yapmış biri olacaktık. Tüm dünya adımızı duyacaktı. Kapımızı çalacağını düşündüğümüz şöhret semtimize bile uğramadı değil mi?
“Yaa bırak şimdi, yaramı deşme” demeyin. Bırakın bu, “Bu da mı gol diil hakim bey, bu da mı gol diil” triplerini! Hiçbir şey için çok geç sayılmaz. İşte feyz babında, şöhreti geç yakalamış 13 ünlü! Çaresizlikten çöl olmuş gönüllere su serpsin, özgüvene can olsun; geç olsun güç olmasın. İnşallah darısı başınıza…
Önemli not: Geç de olsa başarıyı yakalamış bu ünlülerin performanslarını sizlerle buluşturduğumuz linkleri mutlaka zaman ayırıp izleyin. Pişman olmayacaksınız:)
Dünyanın en iyi 3. tenoru: Andrea Bocelli
http://www.youtube.com/watch?v=cqwa_vjhOXQ
12 yaşında futbol oynarken geçirdiği kaza nedeniyle gözleri kör oldu. Ailesinin baskısıyla hukuk okudu ama müziğe olan ilgisini hiç yitirmedi ve pek çok farklı şefle çalışarak müzik eğitimini sürdürdü. İtalyan tenor, söz yazarı ve besteci Andrea Bocelli, 34 yaşına dek müzik dünyasında neredeyse yok gibiydi. Şans mı güldü yoksa emekleri meyvelerini vermeye mi başladı bilinmez; 1992’de, Luciano Pavarotti’ye demo parçası Miserere’de eşlik etti. Sonuç mükemmeldi.
1999’da “En İyi Yeni Şarkıcı” dalında Grammy’e aday gösterildi. “Sacred Arias” 5 milyonun üzerindeki satış rakamıyla tüm zamanların en çok satan klasik solo albümü oldu. Bocelli bugün müzik otoritelerince dünyanın en iyi 3. tenoru kabul ediliyor.
Empresyonizme adını veren adam: Claude Monet
https://www.youtube.com/watch?v=EqDYO9F9AvU
İçinde bulunduğu sanat akımına adını veren “İzlenim: Gündoğumu” tablosunu yaptığında 32 yaşındaydı. Paris’te sanat eğitimi almış; Manet, Renoir, Bazille ve Sisley’le tanışmış, 28’inde kendini Seine Nehri’ne atarak intihar etmeye kalkışmıştı.
Ama yeniden hayata tutundu; evlendi, bir köye yerleşti ve çılgınlar gibi resim yapmaya başladı. Ne var ki tabloları ilgi görmüyor, satmıyordu. Yoksulluğun getirdiği bakımsızlıktan eşi tüberküloz oldu ve öldü. Bu, Monet’nin sanat hırsını ve yaratıcılığını körükledi. En iyi eserlerini bu dönemde üretti. Onlarca başarısız sergi, hayal kırıklığı, sefalet ve acının ardından başarıyı 1890’larda, yani 50’lerinde yakaladı.
Senarist bir sinema devi: Sylvester Stallone
İlk büyük çıkışını 30 yaşında, bir aktör için geç denebilecek bir yaşta, senaryosunu da yazdığı “Rocky” filmiyle yaptı. Filmin yönetmeni John G. Avildsen’ı ikna etmek kolay olmadı. Ancak Stallone’nin ısrarları ona başrolü, ardından da şöhreti getirdi. Bu büyük çıkışına dek porno da dahil pek çok filmde adının bile geçmediği rollerde oynayan sanatçı, “Rocky” ile hem senaryo hem de oyuncu dalında Oscar’a aday gösterilen nadir oyunculardan oldu. Film bu dallarda değil ama En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Kurgu dallarında 3 Oscar aldı. 1982’de “Rambo” serisi başladı. Stallone artık tüm dünyanın idolüydü.
Aslan gibi oynayan bir oyuncu: Hatice Aslan
Pek çok tiyatro sanatçısını olduğu gibi Hatice Aslan’ı da bir TV dizisiyle tanıdık; Ferhunde Hanımlar. Oysa o konservatuvar mezunu, İzmir ve Ankara Devlet Tiyatrosu’nda yıllarca sahne tozu yutmuş bir sanatçıydı. Yıllar içinde tiyatro bir yana yine dizilerde gördük Aslan’ı; “Hürrem”, “En Son Babalar Duyar”, “Kınalı Kar” vs… Ve sinemamızın dünyadaki yüz akı diyebileceğimiz isim, usta yönetmen Nuri Bilge Ceylan, içindeki cevheri fark etmiş olacak ki “Üç Maymun” (2008) filminin başrolünü verdi Aslan’a. Düşündüğü gibi de oldu. Aslan yılların deneyimini, kendini kanıtlamak istercesine ortaya döktü. Elbette kendisi de bu filmin kariyeri için bir sıçrama tahtası olduğunu biliyordu. Film Ceylan’a, Cannes’da “En İyi Yönetmen Ödülü”nü, 21’inde tiyatroya başlamış Aslan’a ise 46 yaşında şöhreti getirdi.
Malcolm X ile gelen şöhret: Denzel Washington
En iyisinde yer alma çabası ve titizliği nedeniyle geç şöhret olanlardan Denzel Washington. Filmografisindeki filmlerin kalitesi zaten bunu açıkça gösteriyor. Oyunculuk kariyerine tıpkı bizimkiler gibi TV dizileriyle başlayan Washington, 1981’de (27 yaşında) beyazperdeye transfer oldu. Siyahilerin beyaz oyunculara göre şanslarının oldukça düşük olduğu o yıllarda, cesurca davranıp ırkçılık karşıtı filmlerde (“Malcolm X” gibi) rol aldı. “Malcolm X” rolü ona 38 yaşında şöhreti getirdi.
Kariyerindeki asıl çıkışını ise yine ırkçılık karşıtı bir filmle, 20 yıl suçsuz yere hapis yatan siyahi boksör Rubin Hurricane Carter’ın hayatını canlandırdığı “The Hurricane” filmiyle yakaladı. 45 yaşındaydı… 2002 yılında ise başrolünü oynadığı “Training Day” ile “En İyi Erkek Oyuncu” dalında Oscar aldı.
Dipnot: Ünlü oyuncunun Amerika’daki ırkçılık karşıtı derneklere ciddi miktarlarda bağış yapıp desteklediği biliniyor.
Hollywood’un Münir Özkul’u: Morgan Freeman
Dediğimiz gibi Hollywood’da siyahi aktörler pek ön plana çıkmaz. Fakat Morgan Freeman da tıpkı Washington gibi başarılı oyunculuğuyla bu ezberi bozanlardan. Oyunculuğa 12 yaşında bir okul müsameresinde başrol oynayarak başlayan Freeman da şöhreti TV dizileriyle yakaladı. “Driving Miss Daisy” ile ünlü olma yolunda önemli bir adım atan Freeman, Robin Hood’daki Azeem rolüyle dikkatleri üzerine çekti. Ancak gerçek alkışı, her sahnesi hafızalarımıza yer etmiş olan, 1994 yapımı Esaretin Bedeli (The Shawshank Redemption) topladı. Bu film ona 57 yaşında, şöhretin yanı sıra Oscar adaylığı da getirdi. Ardından “Unforgiven”, “Outbreak”, “Seven”, “Amistad” ve “Hard Rain” gibi filmler geldi. 2005’te “Million Dollar Baby” ile yıllardır hayalini kurduğu Oscar’ı kucakladı.
Ekmeğini “taş”tan çıkaran bir kadın: J.K. Rowling
http://www.youtube.com/watch?v=Lnb-XIZwbY0
Joanne Kathleen Rowling tüm dünyayı sarsan ve 400 milyonun üzerinde satan “Felsefe Taşı” kitabını yayımlamadan yalnızca üç yıl önce, 1994’te; küçük kızıyla birlikte işsizlik maaşıyla geçinmeye çalışan yeni boşanmış bir kadındı. Kızı yüzünden evde rahat çalışamadığı için kitabını, şimdi bir Çin lokantası olan Nicolson’s Café’de yazdı. Aslında yayıncısı Blommsbury, kitaptan çok da umutlu değildi. Hatta genç erkekler bir kadının yazdığı böylesi bir kitabı okumaz diyerek isminin cinsiyet belli etmeyecek şekilde kapalı, “J.K.Rowling” olarak yazılmasını istemişti. Kitap, 1997 yılında yayınlanıp “bestseller” olduğunda Rowling 32 yaşındaydı.
39’unda parladı, 53’ünde şöhret oldu: Charles Bronson
Maden işçiliğiyle geçinen 15 çocuklu bir ailenin 11. çocuğu olarak dünyaya gelen Bronson, 2. Dünya Savaşı’na katılarak (Hiroşima’ya hava saldırısı yapan birlikteydi) elde ettiği burslu eğitim hakkıyla oyunculuk eğitimi aldı. Uzun yıllar küçük rollerde oynadı. Dikkatleri çektiği “The Magnificent Seven” (1960) filminde 39 yaşındaydı. Avrupa’daki en önemli çıkışını, usta bir yönetmen olan Sergio Leone’nin “Once Upon a Time in the West” (1968) filmiyle yaptı. Bronson 1974’te, sonunda anavatanı ABD’de şöhrete kavuşmasını sağlayan “Death Wish”i çevirdiğinde 53 yaşına girmişti.
Külkedisinin doğuşu: Marina Abramovic
http://www.youtube.com/watch?v=EVY4Whayw0s
Sırp performans sanatçısı Abramovic, 1960’larda ortaya çıkan “body art” akımının dünyadaki en önemli temsilcilerinden. Tutucu bir ailede büyüyen ve babasının baskısıyla, tıpkı Külkedisi gibi, 29 yaşına dek saat 10’dan önce eve girmek zorunda olan Abramovic, ilk solo performansını 1975’te sergiledi. Ancak dünya onu on yıllar sonra, 2010 yılında, New York Modern Sanat Müzesi’ndeki “The Artist Is Present” performansıyla tanıyacaktı. Nedeni ise pop ikonu Lady Gaga’nın onu izlemeye gelmesiydi. Gençler ve elbette tüm Lady Gaga hayranları akın akın, 2,5 ay boyunca devam eden bu şovu izlemeye geldi. Ve hayatı boyunca sanatla uğraşmış olan Abramovic bu sayede dünya çapında üne kavuştuğunda 64 yaşındaydı.
“İki kulaç derinlik”ten gelen: Mark Twain
Amerikan İç Savaşı bittiğinde (1865), ülkedeki herkesin morali bozuk, psikolojisi kötüydü. Dört yıl süren savaşın ardından Amerikalılar, hayatlarını yeniden inşa ediyorlardı. İşte insanların gülmeye aç olduğu böylesi bir dönemde, gerçek ismi Samuel Langhorne Clemens olan Mark Twain -denizcilik yaptığı yıllarda iş arkadaşları ona bir denizcilik terimi olan ve “iki kulaç derinlik” anlamına gelen “Mark Twain” adını takmışlardı- adlı bir yazar “Claravas’ta Zıplayan Kurbağa Kutlaması” adlı hikâyesini yayımladı. Amerikalılar kendilerini güldüren, klasik tabirle güldürürken düşündüren bu yazarı çok sevmişti. Twain, onu dünyaya tanıtan eseri “Tom Sawyer’ın Maceraları”nı yayımladığında 41, Amerikan edebiyatının ilk büyük eseri kabul edilen “Huckleberry Finn’in Maceraları”nı yayınladığında ise 50 yaşındaydı.
Sert içkilere eşlik eden ağır abi: Leonard Cohen
http://www.youtube.com/watch?v=7pA5UhNaYw0
22 yaşında ilk şiir kitabını, 29’unda ilk romanını yayımlayan bu on parmağında on marifet sanatçıyı tüm dünya 40 yaşında çıkardığı “Songs of Leonard Cohen” ile tanıdı. Şarkıları 1000’i aşkın sayıda cover’landı. Henüz 26’sında inzivaya çekilip zamanının çoğunu şiir ve romanlarını yazmaya veren Cohen, hayatı ve eserleriyle pek çok sanatçıya ilham kaynağı oldu. 2008 yılında ise nihayet hak ettiği gibi “en esin verici bestecilerden biri” payesiyle, rock müziğin gelmiş geçmiş en baba isimlerinin bir arada olduğu Amerikan Rock and Roll Hall of Fame’e kabul edildi.
İnancın ve azmin gücü: Ang Lee
Şöhreti yakalamadan önce pek çok işte çalışan, hatta bir dönem işsiz olduğu için evde oturup çocuklarına bakan bir isim Ang Lee. Buna karşın eşi onu hep destekledi; Lee de sinema yapmaya devam etti. Tayvan asıllı Amerikalı yönetmen Ang Lee ilk filmi “Pushing Hands”i çektiğinde 38 yaşındaydı. Ancak asıl başarıyı bir yıl sonra, 1993’te yönettiği “Wedding Banquet” ile yakaladı. Tayvanlı iki eşcinselin hayatını ve toplum içinde yaşadıkları zorlukları anlatan film, yönetmene Oscar ve Altın Küre adaylığı getirdi. Lee’nin yaptığı tüm filmler festivallerden ödülle dönüyordu. 2005 yılında çektiği “Brokeback Mountain” 3 dalda Oscar, 4 dalda Altın Küre aldı.
Lee, bundan sonra sinema çevrelerinde “ödül avcısı” olarak anılmaya başlandı. En son geçtiğimiz yıl, görüntüleriyle hepimizin ağzını açık bırakan rüya tadındaki filmi “Life of Pi”, En İyi Yönetmen başta olmak üzere 4 dalda Oscar kazandı.
Şöhret geldiğinde o artık yoktu: Vincent van Gogh
Sanat simsarlığı, öğretmenlik, kitapçılık ve misyonerlik yaptı. 27 yaşına dek eline fırça almadı. 1880 yılında başlayıp 1890 yılında kendini öldürmesiyle son verdiği ressamlığı boyunca 2 bin 100 eser verdi. Ancak tabloları bir türlü ilgi görmüyor, satmıyordu. Geçim sıkıntısı ve sanatsal kaygılarla bunalıma sürüklenen Vincent van Gogh, en güzel eserlerini akıl hastanesinde geçirdiği son iki yılında verdi.
İroniktir; sık sık nöbet geçirdiği için odasından çıkmasına izin verilmediği son yılında ünlenmeye ve sanat çevrelerince “dahi” sıfatıyla anılmaya başlandı. 37 yaşındaydı. Aynı yılın temmuz ayında hayattaki iki yoldaşını, tuvalini ve boyalarını alıp bir tarlaya gitti ve kendini vurdu. Ölümünden 100 yıl sonra “Dr. Gachet’in Portresi” adlı eseri 82,5 milyon dolara satıldı.