Oval Ofis, yalnızca bir çalışma odası değil. Amerika Birleşik Devletleri başkanlığının kalbi, hatta dünya siyasetinin en çok tanınan sembollerinden biri. Beyaz Saray’ın Batı Kanadı’nda yer alan bu oda, onlarca yıldır hem Amerikan halkının hem de uluslararası toplumun gözünde gücün, kararların ve tarihî anların sahnesi oldu. Yabancı devlet liderleriyle el sıkışmalar, kritik kriz toplantıları, ulusa yapılan önemli hitaplar ve tarihe kazınan fotoğraflar hep bu odada gerçekleşti. Ancak Oval Ofis’in bugünkü hâline ulaşması uzun bir sürecin sonucu. İlk kez 1909’da William Howard Taft döneminde inşa edilen ofis, yıllar içinde yangınlardan tadilatlara, teknolojik yeniliklerden başkanların kişisel dokunuşlarına kadar sayısız değişim geçirdi. Her başkan, Oval Ofis’i yalnızca bir çalışma mekânı olarak değil, aynı zamanda kendi siyasi duruşunu, karakterini ve tarihî vizyonunu yansıtan bir sahne olarak da kullandı. Bu nedenle Oval Ofis’in hikâyesi, sadece mimari bir dönüşümün değil, aynı zamanda Amerikan başkanlığının evrimleşen yüzünün de hikayesi.
Oval Ofis, ABD siyasetinin belki de en tanıdık sahnelerinden biri
Bugüne kadar birçok kez televizyonda, haberlerde ya da filmlerde karşımıza çıktı. Başkanların ulusa seslendiği, yabancı liderlerle el sıkıştığı, kimi zaman da oldukça gergin kararların alındığı o yuvarlak hatlı oda… Ancak ilginçtir ki, Oval Ofis sandığınız kadar eski değil. Hatta, bugünkü haliyle oldukça “yeni” sayılabilecek bir gelişme.
İlk Oval Ofis, Başkan William Howard Taft döneminde, yani 1909’da inşa edildi
Fakat bulunduğu yer bugünküyle aynı değildi. Mevcut konumuna, yani Batı Kanadı’nın güneydoğu köşesine, ünlü Gül Bahçesi’nin hemen yanına taşınması Franklin D. Roosevelt zamanında gerçekleşti. Yani ofis, tarih boyunca hem mekânsal hem de tasarımsal açıdan epey değişim geçirdi.
Aslında Oval Ofis’in kökleri George Washington’a kadar uzanıyor. Washington’ın, resmi misafirlerini ağırlayacağı özel bir “oval oda” istediği biliniyor. Hatta Beyaz Saray’daki Mavi Oda’nın yuvarlak formu bile onun bu isteğinden ilham almış olabilir
1800 yılında Beyaz Saray hazır olduğunda ise başkanlar, çalışmalarını binanın farklı bölümlerinde sürdürdüler. Mesela Thomas Jefferson bugünkü Devlet Yemek Salonu’nu ofis olarak kullanıyordu. John Quincy Adams ise ikinci katın doğu tarafında çalışmayı tercih etmişti.
Bu düzen, Theodore Roosevelt’in Batı Kanadı’nı inşa ettirmesine kadar sürdü. Batı Kanadı sayesinde ilk kez başkana özel bir çalışma alanı yaratıldı
1909’da göreve başlayan Taft ise bu fırsatı değerlendirdi ve yeni ofisi tasarlatmak için bir yarışma düzenledi. Yarışmayı kazanan mimar Nathan C. Wyeth, Washington’ın oval oda tutkusunu adeta yeniden canlandırarak, bugünkü Oval Ofis’in ilk versiyonunu hayata geçirdi.
O günden sonra Oval Ofis, ABD başkanlarının sembolik ve fiili çalışma mekanı oldu
Her başkan burada görev yaptı. Yalnızca bir istisna var: Woodrow Wilson. Doktorunun tavsiyesi üzerine daha çok temiz hava almak için kısa bir süreliğine masasını dışarıya taşımıştı.
Oval Ofis’in tarihindeki ilk büyük dönüşüm, ne yazık ki talihsiz bir olayın ardından geldi. 1929 Noel arifesinde Beyaz Saray’da çıkan büyük bir yangın, binanın birçok bölümünü harap etti
Bu felaket sonrası Başkan Herbert Hoover ofisi onarttı. Ancak yalnızca eski haline getirmekle yetinmedi; Oval Ofis’e o dönemde oldukça modern sayılabilecek bir yenilik ekledi: klima.
Asıl köklü değişim ise Franklin D. Roosevelt ile yaşandı. 1934’te Beyaz Saray’da yapılan kapsamlı tadilatlar sırasında Roosevelt, Oval Ofis’i bugünkü yerine, Batı Kanadı’nın güneydoğu köşesine, Gül Bahçesi’ne bakan noktaya taşıdı
Bu değişiklik, Roosevelt için sadece estetik bir karar değildi. Tekerlekli sandalyesiyle Beyaz Saray rezidansına daha kolay ulaşmasını sağlıyordu, yani oldukça işlevsel bir düzenlemeydi. Ve o günden bu yana, her başkan aynı yerde görev yapmaya devam etti.
Roosevelt, Oval Ofis’i önceki başkanlara göre daha kişisel ve daha gösterişli dekore etti
Duvarlar artık boş değildi; çocukluğunu geçirdiği Hudson Nehri’nin manzaralarını ve bir dönem görev yaptığı donanma gemilerinin baskılarını sergiledi. Bu, onun hem geçmişine hem de kimliğine güçlü bir gönderme niteliğindeydi. Ayrıca Oval Ofis’e kayıt cihazları yerleştiren ilk başkan da Roosevelt’ti. Ondan sonra gelen liderler de bu uygulamayı sürdürdü. Bu cihazların ne kadar kritik olabileceğini ise yıllar sonra hepimiz öğrendik: Richard Nixon’ın gizli kayıtları, Watergate skandalında adeta bombanın fitilini ateşledi.
Sonraki yıllarda Oval Ofis’in görünümü, başkanların kişisel dokunuşlarıyla sürekli yenilendi
Mesela Harry Truman, halıya başkanlık mührünü ilk kez işlettirdi. John F. Kennedy ofisi yeni bir halıyla tazeledi, fakat halı kısa süre sonra Lyndon B. Johnson döneminde değiştirildi. Daha yakın tarihte, Joe Biden ilk günlerinde Bill Clinton için tasarlanmış koyu mavi halıyı kullanırken, Donald Trump Ronald Reagan’ın dönemine gönderme yapan açık renkli halıyı tercih etti.
Aslında Oval Ofis’in “iskeleti” Roosevelt döneminden beri aynı. Ancak içindeki ruh, her başkanla yeniden şekilleniyor. Kimi sanat eserleriyle, kimi mobilya seçimleriyle, kimi de sembolik objelerle kendi izini bırakıyor
Nixon, Dünya’nın uzaydan çekilmiş ünlü bir fotoğrafını astı. George W. Bush, yakın dostu İngiltere Başbakanı Tony Blair’in kendisine hediye ettiği Winston Churchill büstünü sergiledi. Barack Obama ise Abraham Lincoln ve Martin Luther King Jr.’ın büstlerini yerleştirerek ofise tarihi ve ideolojik bir derinlik kattı.
Tüm bu değişikliklere rağmen Oval Ofis’in anlamı hiç değişmedi. Bugün hâlâ Amerikan başkanlığının en güçlü sembolü, devlet otoritesinin ve ulusal birliğin bir yansıması olarak ayakta duruyor