Evrenimiz idrak edemeyeceğimiz kadar büyük. Öyle ki, evrenin sadece uygarlığımız tarafından gözlemlenebilir çapı 90 milyar ışık yılı. Tahminlere göre evrende 100 milyar galaksi ve her galaksinin barındırdığı 100 milyar ile 1 trilyon arası yıldız var. Bu yıldızların yörüngesinde de birçok gezegen var. Gökyüzüne bakıp düşündüğünüzde böylesine devasa bir oluşum içinde bizim gibi başka yaşam formlarının da olup olmadığını kendinize sormuş olabilirsiniz. Bu soruya cevap arayan, daha doğrusu birtakım tezler ortaya koyan bir düşünce sistemi var: Fermi Paradoksu.
1. “Fermi Paradoksu”
“Fermi Paradoksu”nu şöyle tanımlayabiliriz: Evrenin boyutunu ve yaşını göz önünde bulundurduğumuzda, içinde barındırdığı muazzam sayıda yıldız ve bu yıldızların desteklediği canlı yaşamına uygun görülen gezegenler olması ve buna rağmen henüz dünya dışı bir uygarlıkla iletişime geçmemiş olmamız gerçeği arasındaki çelişki.
2. Kardashev ölçeği/cetveli
Fermi Paradoksu’nu daha iyi kavrayabilmek için birkaç düşünceden daha yararlanmamız gerekiyor. Bunlardan biri “Kardashev ölçeği” veya “Kardashev cetveli”. 1964 yılında Nikolai Kardashev tarafından ortaya atılan ve eğer varsa, evrendeki dünya dışı medeniyetleri toplayabildikleri enerji miktarına göre düzenleyen 3 tipli bir sınıflandırma. Bu ölçeğe göre kendi gezegeninin enerjisinin tamamını veya büyük bir çoğunluğunu kendi lehine kullanabilen uygarlıklar Tip 1, gezegenindeki yaşamı destekleyen yıldızın enerjisini Dyson Küresi gibi teorik yapılarla kendi lehine kullanabilen uygarlıklar Tip 2, ev sahibi galaksinin enerjisini kendi lehine kullanabilen uygarlıklar ise Tip 3 uygarlık olarak tanımlanmıştır. Tip 3 uygarlıkların elde edebileceği enerji kaynaklarına galaksinin dört bir yanına dağılmış kara delikler, nötron yıldızları ve beyaz cüceler gibi oluşumlar da dahildir. Kardashev cetveli, muhtemel dünya dışı uygarlıklara çok geniş bir yaklaşım olsa da günümüzde bilim insanları tarafından modernize edilmiş halleri de mevcuttur. Bu ölçeğe göre bizim medeniyetimiz ise Tip 0,7 uygarlık olarak tanımlanabilir.
3. Drake Denklemi
Frank Drake tarafından 1961 yılında geliştirilen ve galaksimizdeki başka uygarlıklara erişme ihtimalimiz üzerine kurulu bir denklemdir. Bu denklemde temel alınan faktörler şöyledir:
N: İletişim kurmayı umabileceğimiz uygarlıkların sayısı.
R*: Galaksimizdeki yıllık yıldız oluşma miktarı.
fp: Bu yıldızlardan kaç tanesinin gezegene sahip olduğu.
ne: Gezegene sahip yıldız başına düşen toplam yaşama elverişli gezegenlerin ortalama sayısı.
fl: Bu gezegenlerin arasında herhangi bir şekilde yaşama uygun bir ortamın oluştuğu gezegen sayısı.
fi: Bu yaşama elverişli gezegenlerden kaçında akıllı hayata geçildiği.
fc: Bu tür uygarlıklardan uzayda varlıklarına dair tespit edilebilir sinyal bırakabilecek kesim.
L: Bu tür bir uygarlık tarafından uzayda yayımlanan tespit edilebilir sinyalin süresi.
Bunların yanı sıra daha komplike olarak tanımlayabileceğimiz, başka sosyal ve psikolojik etkenler de göz önünde bulundurulur. “Bilinç” kavramının gelişmesi, bu canlı formunun bir uygarlık kurması, bu uygarlığın bilimsel yöntemleri bulması, evreni izlemesi ve merak etmesi, başka uygarlıklarla iletişime geçme isteği ve bütün bu süreç boyunca da dış veya iç etkenlerden kaynaklı yok olmaması da düşünülür.
4. Radyo sinyalleri
Uluslararası bir girişim olan SETI (Dünya dışı zeki yaşam araştırma), kuruluşundan beri aktif olarak yapay bir zekâ tarafından gönderilebilecek radyo sinyallerini sürekli olarak dinliyor. Fakat henüz uzay boşluğuna yayın yapan yalnızca bizmişiz gibi görünüyor. İnsanların ürettiği radyo sinyalleri uzaya yarım asırdan daha fazla bir süredir yayılıyor. Dolayısıyla, yaklaşık 100 ışık yılı uzaklıkta bu sinyalleri dinlemeye çalışan dünya dışı bir uygarlık, varlığımızdan haberdar olabilir. İnsanlığın yaydığı ve içinde 15 bin yıldız bulunduran görünmez radyo balonu dışında dünya başka uygarlıklar tarafından tespit edilemez durumda. İnsanlığın teknolojisi geliştikçe yaydığımız radyo sinyalleri de hızla azalıyor. Çok yakın bir gelecekte dünyamız tekrar radyo sessizliğine bürünebilir.
Eğer başka bir uygarlık da radyo sinyalleri yayacak bir teknoloji geliştirdiyse ve artık bu sinyalleri uzay boşluğuna göndermiyorsa, bu uygarlıkların gönderdikleri radyo sinyallerini tespit etmek için çok kısa bir zamanımız olabilir. Ayrıca bu radyo sinyalleri evrende ilerledikçe güçlerini kaybetmekte ve doğal olarak tespit edilme ihtimalleri de çarpıcı derecede düşmekte. Uygarlığımızın en kuvvetli radyo sinyalleri ise askeri uydular tarafından yayılmaktadır ve dünya dışı bir uygarlık tarafından yakalanması en muhtemel sinyaller de askeri radyo sinyalleridir.
Daha uzaktaki sinyalleri tespit etmek için iletişim teknolojisi üzerinde farklı yöntemler düşünmemiz gerekebilir. Örnek vermek gerekirse, gelişmiş bir dünya dışı uygarlık radyo sinyallerinin algılanma ihtimalini artırmak için güçlü vericiler inşa etmiş olabilir. Fakat bu vericileri korumak ve aktif tutmak oldukça masraflı olacağından daha ucuz alternatif yöntemler düşünülebilir. Her yöne yayın yapmak yerine belirli bir yöne radyasyon ışını göndermek ucuz bir yöntem olabilir. 1977’de anlık bir enerji patlamasının gezegenimizden geçtiği sırada bunun gibi yıldızlararası bir mesaj yakalamış olabiliriz. Ünlü “Wow” sinyali olarak bilinen bu olay üzerine 2012’de sinyalin geldiği düşünülen yöne bir sinyal gönderildi. Lakin bizimki gibi büyük ve oldukça yaşlı bir galakside muhtemelen iki medeniyetin rastgele yönlere radyo sinyalleri yollaması sonucu iletişime geçme ihtimalleri oldukça düşük.
5. Evrenin genişliyor olması
Bu kısım biraz hayal kırıklığı yaratabilir. Zira bizim dışımızda evrende başka uygarlıklar var ise bile, kendi galaksimizin de içinde bulunduğu birçok galaksiden oluşan lokal grubumuz diğer galaksi gruplarından uzaklaşıyor. Eğer aradaki uzaklaşma farkını yakalayabilecek hızda ve teknolojide uzay mekikleri inşa edebilsek bile başka galaksi gruplarına erişmek milyarlarca yılımızı alabilir. Yani basit olarak lokal grubumuz dışındaki hiçbir galaksi maalesef uygarlığımızın menzilinde değil.
6. “Büyük Filtre Hipotezi”
Kendi galaksimizde 400 milyar kadar yıldız bulunuyor ve sadece güneşe benzeyen 20 milyar kadar yıldız var. Tahminlere göre bu yıldızların 5’te 1’i yaşam kuşağında Dünya büyüklüğünde bir gezegen bulunduruyor. Bu gezegenlerin sadece yüzde 0.1’inde bile yaşam olsaydı Samanyolu Galaksisi’nde 1 milyon civarında canlı yaşam barındıran gezegen olurdu. Dünyamız henüz 4 milyar yaşında ve bizden önce başka gezegenlerde canlı yaşamının gelişmesi için birçok fırsat gelişmiş olmalı.
Büyük Filtre yaşamın gelişmesini ve devam etmesini engelleyen bir duvar gibi düşünülebilir. İnsanlık, tarihi boyunca birçok büyük filtreden geçmiştir. Soğuk Savaş sırasında birçok kez nükleer savaş sonucu medeniyetimizi yok edebilirdik veya gezegenimize çok yakından geçen bir cisim uzaklaşmak yerine Dünya’ya çarpıp canlı yaşamını sonlandırabilirdi. Eğer başka bir medeniyet gelişme şansı bulduysa bile dev bir felaket sonucu yok olmuş olabilir. Eğer durum buysa oldukça şanslıyız denebilir.
7. Canlı yaşamı sandığımızdan daha karmaşık olabilir
Bizim gezegenimizdeki yaşam formları karbon yapılı olduğu için evrenin diğer yerlerinde de yaşam formlarının karbon yapılı olmasını bekliyoruz. Fakat canlı yaşamının hangi koşullarda gelişebildiğine dair ortaya atılan teoriler bizim gezegenimizi baz alıyor. Canlı yaşamının gelişmesini etkileyen faktörler çok daha karmaşık ve anlaşılmaz olabilir.
8. Evrendeki tek/ilk gelişmiş uygarlık olabiliriz
Evren ilk oluştuğunda canlı yaşamını destekleyebilecek bir ortam henüz yoktu. Milyarlarca yıl süren soğuma sonrasında evrenin kaotik ve aşırı sıcak yapısı yerini bizim gezegenimiz gibi canlı formlarını destekleyebilecek daha soğuk bir yapıya bıraktı. Belki de evrendeki ilk gelişmiş uygarlıklardan biri insanlıktır, belki de tek gelişmiş uygarlıktır. Bilmek pek mümkün değil.
9. Evrene hükmeden Tip 3 bir uygarlık olabilir
Tip 3 seviyesine erişmiş, yıldızlararası ve galaksiler arasında seyahat edebilen ve başka bir uygarlık geliştiğinde onu yok eden bir uygarlık olabilir. Bu teori oldukça korkunç tabii. Fakat diğer her şey gibi bu olasılığa da kesin diyemeyiz. Adı üstünde: Teori.
10. Yalnız olabiliriz
Evet, yalnız olabiliriz. Şu ana kadar bizim dışımızda canlı yaşama dair herhangi bir kanıt bulamadık. Evren fazlasıyla boş ve ölü gözüküyor. Dünya adını verdiğimiz bu ıslak toprak kütlesine sıkışıp kalmış bir uygarlık olabiliriz. Bu fikir rahatsız edici fakat yaşamaya devam etmek istiyorsak Dünya’ya iyi bakmak tek şansımız olabilir. Eğer yalnızsak ve eğer bu gezegendeki yaşamı yok edersek bütün evrendeki yaşam da yok olacaktır.