İnsanın öğrenme yaşı elbette hiç geçmez. Aynı şekilde insanın hep bir abiye ihtiyaç duyması gibi. Eserlerini okuyan, izleyen herkesin arkasında hissettiği, kendisini “Pera’daki hayalet” olarak tanımlayan ama bizim tabirimizle “Beyoğlu’nun delikanlısı” olan Ferhan Şensoy’u anlatalım istedik. Bu an anlatıyı yaparken “Kavuk” konusunu liste dışı tuttuk. Çünkü bizce, Ferhan Şensoy olmak “Kavuklu” olmaktan daha değerli…
Türk tiyatrosunun çınarlarından Ferhan Şensoy bir süredir İstanbul Tıp Fakültesi’nde tedavi görüyordu. Ne yazık ki Şensoy 31 Ağustos 2021 günü hayata veda etti. Şensoy tarafından kurulan tiyatro grubu Ortaoyuncular’ın sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, “Tiyatromuzun kurucusu, ustamız Ferhan Şensoy’u, dün gece, bir süredir tedavi gördüğü hastanede, yapılan tüm müdahalelere rağmen kaybetmiş olmanın derin üzüntüsü içerisindeyiz. Tüm sevenlerinin başı sağolsun…” denildi.
İşte 24 madde ile duayen ismin hayatı…
1. “En bi özenilen gençlik”
Gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz ki Ferhan Şensoy’un gençlik anılarını okumadan, “Ben genç oldum lan!” dememeniz gerekiyor. Galatasaray Lisesi’nde eğitim görürken -okulun hem yatılı hem de bir erkek lisesi olmasından kaynaklı- çok güzel bir arkadaş çevresi edinmiş olan Usta, bu arkadaş çevresi ile hem kendisini hayata karşı eğitmiş hem de sonrasında yazabileceği sürüsüne bereket macera yaşamıştır.
Tahir Alangu’nun “Şairler Sınıfı” diye adlandırdığı bu arkadaş çevresinden, daha sonrasında Nedim Gürsel’inden tutun Selim İleri’sine kadar sayısız yazar çıkmış. Ferhan Şensoy’un insanı hasetinden çatlatan gençlik anılarını anlatmaya bizim cümlelerimiz kifayetsiz kalıyor, sizi “Kalemimin Sapını Gülle Donattım” ve “Başkaldıran Kurşu’n’Kalem” eserlerine aktarıyoruz.
2. Ferhan yerine “Fahren”
Tabii ki sadece lise değil… Yazarımız liseyi bitirince Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yeşilçam ve Danyal Topatan ortamına dayanamıyor, zaten tiyatroya karşı gevşek olan gönül yayları hepten yerinden fırlıyor ve kendini Strazburg’da tiyatro öğrenimi görürken buluyor. Kabare hariç şüpheci yaklaştığı dönemin klasik tiyatrosuna karşı, mükemmel bir fırsat yakalıyor burada.
Yaptığı işe “tiyatro” denmesini yasaklayan, salonları sıkıcı bulup şehrin dışında bir çadırda oyunlarını sergileyen Jerome Savary, ekibi Magic Circus ile bir oyun çıkartmak üzere şehre geliyor ve Şensoy, Savary’nin asistanlığını yapmak ve oyunda rol almak fırsatını yakalıyor. Aradığı “manyaklık kan grubunu” Savary’de buluyor. Kendisine ısrarla “Ferhan” yerine “Fahren” diyen Savary’e isminin o olmadığını öğretme hikâyesi ise, romanlarını okuyan okuyucuları ile aramızda bir sır olsun.
3. “Denedik, oldu!”
Çok sesli bir repertuar tiyatrosu olan “Ortaoyuncular”, kurulduğu 1980 yılından beri bir takım tiyatrosu. Türkiye’de bir oyuncuyu amatörken alıp profesyonel eden, sonrasında da emekli ikramiyesini ödeyen ilk tiyatro olma unvanına da sahip.
Türkiye’ye döndüğünde, ortamın hiç çadır tiyatrosu gibi olmadığını fark eden Şensoy, kendi tiyatrosunu kurmaya karar veriyor. Ama çevresindeki oyuncuların kendi ritmine uymayacağını düşündüğünden bir takım yetiştirmeye karar veriyor. Tamamen kendi ritmine uyan, kendi üslubunda, tanınmayan gençlerden oluşan ve asıl amacı Ortaoyuncular’a oyuncu yetiştirmek olan bu ekibe “Kısaca Tiyatro” adını veriyor. Ekip kalabalıklaştıkça ismi “Nöbetçi Tiyatro” adına evriliyor.
4. Ortaoyuncular’ın haklı gururu
Ferhan Şensoy’un başka bir müthiş yanı ise, yapacağı bütün işleri takımıyla yapmak istemesi ve bu şarta uymayan işleri ekseriyetle reddetmesi.
Avrupa’da örneği çokça görülmesine rağmen ülkemizde pek rastlanmayan bir durum bu.
“Pardon filminde ajanslardan gelen kimse yoktu. Oradaki en ufak rol bile, Ortaoyuncular’ın 30 yıllık oyuncuları tarafından oynandı” cümlesini kurarken yüzündeki gurur, tiyatroya verilen yılların ve emeğin karşılığını yansıtıyordu.
5. “Nostradamus Lazdur, Laz Kalacaktur!”
Olağanüstü bir diğer nokta ise, Şensoy’un ülkemizin gizli kalmış bir bilimkurgu yazarı olması. Fakat onun bilimkurgusallığı gıybet eden uzaylılardan değil, tamamen günümüz öğelerinden oluşuyor.
1983 yılında henüz ülkede ‘Ağalar ve Oğulları’ sendromu yokken yazdığı “İstanbul’u Satıyorum” oyununda, Kız Kulesi’nin restoran olmasını bir espri olarak yazmış, ülkenin tepesine dökülen betonları ve rezidansları “Gün gelecek, bunlar sizin güneşinizi çalacaklar” cümlesiyle özetleyip kahinliğin dibine vurmuştur. Aynı şekilde “Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı” oyununda, hipermarketlerin esnafı öldürüşüne çok yakından kahinlik etmiştir.
6. “Yaşayan Ozanlar Silsilesi”
Eğer ki Ferhan Şensoy okuyorsanız -ki okuyun- sadece onu değil, onun size mükemmel bir ustalıkla tanıttığı yazarları da bilmeden okuyorsunuzdur. Lisedeki sıkıcı edebiyat derslerinde yaşananın aksine; Boris Vian’ı, Anton Çehov’u, Balzac’ı, Turgut Uyar’ı ve hatta Perec’i hiç farkında olmadan öğreniyor, merak ediyor ve okuyorsunuz. Sırf edebiyat da değil elbet. Hiç bilinmeyen, kendi ülkesinde yaşamıyor kabul edilen ithal tiyatro ustalarını da cımbızla çekip önünüze atan bir yanı var Şensoy’un.
7. “Van Gogh’un tiyatro hali!”
Bir grup Gestapo, 1985 yılının Beyoğlu’sunda gezip kimlik kontrolü yaparken herkes Karl Valentin isminden bihaberdi. Bu asker kostümlü oyuncular, oyun izlemeye gelen biletli izleyiciye kimlik kontrolü yapıp şınav çektiredursun, Ferhan Şensoy iki dünya savaşı arasında yitmiş bu hüzünlü şövalyeyi ülkemize tanıtıyordu.
“İnsanlar gülmeyi unutmuş, bizim için oynamalar bitti” deyip kendi kendine ölen Karl Valentin’in hayatı ve yazılı olmayan skeçlerinden uyarladığı, Hümeyra ve Grup Gündoğarken ile sahnelediği “İçinden Tramvay Geçen Şarkı” ve onun 25 yıl sonra gelen kardeşi “Ruhundan Tramvay Geçen Adam” oyunları, dünya tiyatrosu için büyük birer emsal teşkil ediyor.
Bu cımbızlama elbette ki Karl Valentin ile sınırlı kalmadı. 1990 yılında Pierre Henri Cami’nin hayatı ve eserlerinden hercümerç ettiği “Yorgun Matador” ve Çarşambalı Cihan Öksüz’ün “Liste” skecinden yola çıkarak uyarladığı “Aşkımızın Gemisi Fındık Kabuğu” da Ferhan Şensoy’un yazar mikroskobundan diğer örnekler.
8. Ünlü grupların kurulma noktası
Tabii ki Şeşenler‘in amca-yeğen ilişkisi Şensoy’un bir icadı değil. Ama müzikal anlamda bir grup kurma yetisine sahip bir usta o. Çünkü 1980 yılında Özkan Uğur ve Fuat Güner ile “Şahları da Vururlar” oynanırken, ortalıkta MFÖ yoktu.
Birkaç sene sonra grup kurulduğunda da, oyundaki “Döndü Pervaneler” şarkısı sözleri değiştirilerek “Ele Güne Karşı” olmuş ve MFÖ’yü günümüze taşımıştır. Aynı şekilde Nejat Yavaşoğulları ve Derya Yener ikilisi, bir “Şahları da Vururlar” sonrası “Bulutsuzluk Özlemi” olmuştur.
9. “Sağdan birinci loca, Campanaki locası!”
Özenilesi gençlikten bahsetmiştik ya, tam o noktada o gençliği yaşarken ona ustalık edenleri asla unutmaması da çok başka bir örnek yapıyor Şensoy’u. Ses Tiyatrosu’nun her bir locası, vaktinde o binada emeği geçmiş ustaların isimlerini taşıyor. “Kendisi bir tiyatro peygamberidir” dediği Haldun Taner’in adını her konuşmasında mutlaka anıyor; Erol Günaydın, Münir Özkul ve Tuncel Kurtiz’e duyduğu hayranlığı asla gizlemiyor.
Bu konuya en güzel örneklerden biri de şu; Tuncel Kurtiz, Ses Tiyatrosu’nda bir oyun oynamak istiyor. Ferhan Şensoy için bu bir sorun değil ama Kurtiz ısrarla bir sözleşme yapılmasını istiyor. Bunun üzerine Şensoy tarafından hazırlanan sözleşmenin maddeleri şu şekilde oluyor:
Madde 1 – Tuncel Kurtiz Ses Tiyatrosu’nda pazartesi günleri oynayacaktır.
Madde 2 – Anlaşmazlık halinde Tuncel Kurtiz ve Ferhan Şensoy dövüşürler.
10. “Muhsin Ertuğrul’un kulisine çivi çakmak kimin haddine?”
Vefadan bahsetmişken, Ferhan Şensoy’un içinde bulunduğu binaların tarihine duyduğu saygı da göz ardı edilemez. GTA serisini aratmayacak hilelerle çıkartıldığı Küçük Sahne ile ilgili bir dizesinde “Muhsin Ertuğrul’un kulisine çivi çakmak kimin haddine?” diyen bir adam Ferhan Şensoy. Aynı şekilde virane halde olan tarihi Ses Opereti’ni onartıp “Ses-1885” adıyla yeniden gösterime açan ve yıllardır oranın bekçiliğini sürdüren de o.
11. “Alolardan bir hevenk!”
Ve tabii ki “Ferhangi Şeyler”… Ne desek az, ne desek kifayetsiz ve hatta kıyafetsiz kalıyor bu oyun için. Yıllar içinde çok yüzlerce kez oynayarak kendi metnini ve ekolünü oluşturan bu eser, “Ferhan olmak hali”ni en net anlayabileceğiniz Şensoy yapıtı. Daha fazla bir şey söylemek gereksiz kalıyor. İçindeki “Turgut Uyar Uvertürü” ayrı, Aşık Mahzuni Şerif’e yaktığı türkü ayrı, hepimizin gönlünde seksenden farklı yere zımbalanan “Ütopyalar Güzeldir” ayrı. Hakikaten güzeldir be usta!
12. “Türkü yazılmaz, yakılır!”
Ferhan Şensoy denince ilk aklımıza varan kanunlardan biri de şüphesiz müzik. Bazı istisnalar hariç müziksiz oyunu yoktur Şensoy’un. Her oyununda şiirleri kadar -ki bazılarını hakikaten şiirlerinden besteler- yer yer melodik, yer yer Brecht şansonları gibi şarkılar kullanır.
“İşbirlikçi dolunay, gözlerin mahmur, uykusuz mu kaldın ki, dünkü geceden.” , “Din güzel bir şiirdir, cinayetler barındırmaz. Din güzel bir masaldır, silah çeker politika.”, “Bir vapur dumanıyla, sanki gelecek gibi, bir gün gelecek elbet, ütopyalar güzeldir.” gibi gibi…
13. “Vuracaksın, ses çıkacak çocuğum!”
Evet, müzik kullanır Usta. Ama onu özel kılan nokta, mutlaka bir enstrüman ile müziğini icra eden topluluğa öncülük etmesidir. Bu öncülük sırasında sık kullandığı cümlelerden biridir başlıktaki.
Nasıl bir takım kaptanıysa, müzik esnasında da bir orkestra şefidir. Gitar, bağlama ve trompet oyunlarında kullandığı enstrümanlar arasındadır; pek bilinmez ama akordeon da çalar. Kemanı da buna eklemek istiyoruz aslında. “Ruhundan Tramvay Geçen Adam” oyununu izleyenler sebebini anlayacaktır.
14. “Ben bok gibi duygusalımdır, sadece faça vermem”
Bir oyun düşünün ki 1700 temsili deviriyor, tiyatronuzu kurtarıyor ve ülkede bir ekol oluşturuyor. Siz hâlâ o oyunun sonunda selama çıktığınızda sizi alkışlayanları görüp duygulanıyorsunuz. Evet, yetenekli bir oyuncusunuz ama o gözyaşlarının oyunculukla bir alakası yok. Duygu, insanın benzinidir. Ferhan Usta da buna çok güzel bir örnek.
15. “Hassiktir kelimesini ben icat etmedim, ben de sizin gibi birinden duydum”
Ferhan Şensoy ve küfür yan yana çok güzel bir ikilidirler ama Usta’yı sadece küfürle özetlemek büyük yanlış olur. Bu meseleyi, kalitesiz bir komedi filminin sadece güldürmesi için sağa sola çeşitli organlarla küfür saçması gibi değil de, pastanın süsü olarak düşünmeli. Çevremizdeki rahatsız edici örneklerin aksine Usta, küfrü tamamen gerektiği yerde ve inanılmaz şık bir şekilde kullanır. Hayatımızda küfür gereken bu kadar çok yer olması, Usta’nın suçu değildir.
16. “Abi, gemi katamaran!”
Herkes hayal kurar ama biz bunları gole çevirebilen adamları hatırlarız. 1979 sonbaharında, sahile çekilmiş bir arabada “Mesela, bir gemide yapılamaz mı lan bu tiyatro?” diye sorduğunda, Bülent Kayabaş’ın deli bakışlarını umursamamış. 1996 yılında bir ‘korrrramiral’ ve tayfasının seferini anlatan “Seyircili Seyir Defteri” oyununu, Kuruçeşme’de yüzen (demirli değil, gerçekten yüzen) bir gemide sahnelemiş. Oyundan sonra da geminin üstündeki bir kısmı, Hz. Perçin sayesinde bir bar haline getirip oyun sonrası “Kırkambar Gece Tiyatrosu” isimli bar tiyatrosuyla devam etmiştir.
17. “BAŞKALDIRAN KURŞUnKALEM!”
Yüreğindeki isyanı dizginleyemeyen bir adam, O! Tiyatroyu gemide de yapar, Apollo 11’de de! Ferhan Şensoy’dan öğreneceğimiz bir diğer konu da, insan doğasının “anarşistleştikçe güzelleştiği”dir. Ona göre sistemin daima bir açığı vardır ve o da “komik-i şehir” olarak bunu söylemek zorundadır.
18. “Keskelalaka!”
Anarşi sırf eylemde değil elbet. Genel dil kurallarını, yazım türlerini ve müzik ölçülerini de reddeden Usta kendi dilini yaratmıştır. Fransızca ve İngilizce kullanarak yaptığı mini icatlar mı desek, dilin içindeki esnekliği sonuna kadar zorladığı mükemmel kalıplar mı desek bilemedik. Zaten herhangi bir Şensoy eserini okuduysanız, neden bahsettiğimizi anlamışsınızdır.
19. Yazan: Aristophanes, Bozan: Ferhan Şensoy
Bu dil esnekliğini, başka eserleri “Ferhanca” anlatmaya yönelik kullandığında ortaya “Eşek Arıları”, “3 Kurşunluk Opera” gibi eserler de çıkmıştır. Belki Aristophanes’in, çok M.Ö. yıllarda bile günümüze gönderme yaptığını yakalayıp onu anlatmak istemiştir.
20. “Bir ırmak kıyısında doğdum ben, bu bir ırmak romanıdır.”
Dili kendine göre evirip yoğurması, oyunları kadar romanlarını da günümüz ölümsüzlüğünde canlı kılmıştır. Herkes yalnızlığı yazar yazmasına ama “Karagöz ile Boşverinbeni” romanı, anlatım olarak bir adamın toplumu reddedişini iliklerimize kadar işler.
Ama aynı zamanda, tarz olarak çok farkı bir romanı olan “Kazancı Yokuşu”, belki de milyonlarca tarihçiden dinlediğimiz kanlı bir olayı inanılmaz tatlı bir halk ağzıyla bize anlatır. Yarın bir gün sorduklarında, o günü yaşamadıysak şayet, “Ben o günü Şensoy’dan okudum!” diyebiliriz. Fotoğrafta gördüğünüz de onun birbirinden özel bu romanları yazdığı masası.
21. “Günaydın mutfak, günaydın bulaşıklar, günaydın lan yaşamak!”
Ve tabii ki, Gündeste! Ustanın sevenlerinin bir nevi kutsal kitabı olan, hiçbir yerde bulunan bu başyapıt; Ferhan Usta’nın Türkçe kullanan her insana yaptığı adeta bir ehliyet sınavıdır. Yazarken bile ellerimiz titrer. Saygıyla eğiliyoruz!
kim evlenir boşanmak olmasa
/ n’olur hiç evlenmek olmasa /
yalnızlığım karımdır /
kimselere koklatmam
…
Ya. Öyle bir şey işte.
22. “Yaz geliyor, yazıyorum.”
Yani uzuncası; makineli tüfek gibi yazan, provalarda öğrencilerine “Hep yazın! Her şeyi yazın, antrenmanlı olun. Şimdi beni bir yere kapatın, önünüze hemen iki perde oyun atayım” diyecek kadar yazmaya aşık, parmak ısırtan bir kalemi olan ve 56 oyun ile Türkiye’de kolay kolay ulaşılamayacak bir rekorun sahibi Ferhan Şensoy.
23. “Ben Çarşambalıyım, Ses Tiyatrosu’nu yıkmak isteyeni vururum!”
Son olarak şunu diyebiliriz ki; Ustamız bugüne kadar hiçbir insan, kurum veya kuruluş için duruşunu bozmamış, diyeceği lafı yutmamıştır. Susmadı diye tiyatrosunu elektrik kontaklamışlar, o 10 gün sonra yeni bir oyunla tekrar savaşa atılmış. Tiyatrosunu mühürlemişler, o mührü bozup mahkemelik olmuş. Ama hep direnmiş. Gezi Direnişi esnasında tiyatrosunu direnişçilere açtığı ve muhalif olduğu için 33 yıldır aldığı devlet yardımını alamamış, buna rağmen sesini kısmamış, daha çok saldırmıştır.
Çevresi; 500 kişilik salonda oynanan bir oyundaki daha evvel 1700 kere sarf edilmiş bir repliği, Şensoy sanki kendisine birebir konuşuyormuş gibi algılayıp, internet aleminde ona sataşacak kadar gerizekâlı olsun; Şensoy gene o gençlik için kendini sahnelere atmakta beis görmez. Çünkü onun da dediği gibi, “Komik, ne bok yiyeceğini bilir!”
24. Türk tiyatrosu ne yazık ki bir çınarını daha kaybetti
Türk tiyatrosunun duayen ismi Ferhan Şensoy, 70 yaşında vefat etti. Şensoy bir süredir İstanbul Tıp Fakültesi’nde tedavi görüyordu.
Şensoy tarafından kurulan tiyatro grubu Ortaoyuncular’ın sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, “Tiyatromuzun kurucusu, ustamız Ferhan Şensoy’u, dün gece, bir süredir tedavi gördüğü hastanede, yapılan tüm müdahalelere rağmen kaybetmiş olmanın derin üzüntüsü içerisindeyiz. Tüm sevenlerinin başı sağolsun…” denildi.
Usta tiyatrocunun kızı Derya Şensoy da Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, “Çok ama çok üzgünüm. Seni çok seviyorum babacım” ifadelerini kullandı.