İstanbul’un dilinden en çok Balat’ta sümüklü çocuk aranan, Eminönü’nde turist taciziyle coşan anlar. İstanbul’u en iyi martılar simit kaptıkça gülümseyen, Taksim’de gördüğü her Arap turistin bir Çetinkaya poşetine ve bolca Kaddafi gözlüğüne eşit olduğunu bilen anlar.
Anlayan anlar da, peki İstanbul’u kim anlatır?
Belgeseller tabii. Nedense aklımızda sadece vahşi hayvan çağrışımı yapsa da İstanbul’un şiirlerde ve şarkılardaki gibi “en güzel kadın” olmadığını anladığımızdan beri belgesellerle de gerçekçiliğimizi pekiştiriyoruz. O zaman, “Pekiştirelim it is.” Huzurlarınızda farklı İstanbul belgeselleri:
Nine Lives: Cats In İstanbul
(Dokuz Can: İstanbul’daki Kediler)
Kedilerin İstanbul’u laleden daha fazla -hatta çok daha fazla- tanıtan yegane öge olduğunu düşünürsek öncelikle zamanını seralarda lale soğanlarıyla geçirmeyip asıl önemli olanın ne olduğunu anlayan her kimse ona bir teşekkür edelim. İstanbul’un kedisi de semti gibi çeşit çeşittir; Cihangir kedileri daha bir sıkkın burjuva havasına sahipken Ümraniye’de onları 6-7 kedilik gruplar halinde oto hırsızlığı falan yaparken görebilirsiniz. Hal böyle olunca İstanbul kedileriyle alakalı bir belgesel nerede allahım nerede diyorduk ki, işte geldi.
Crossing The Bridge: The Sound of Istanbul
(İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek)
Fatih Akın yönetmenliğindeki bu belgesel National Geographic veya History gibi kanallar minvalinde bulabileceğiniz o emekli havadan baya uzak, İstanbul müziğine odaklanarak adeta müziği dinletmeyen, size “yediren” bir belgesel. Belgesel demeye dilimiz varmıyor, İstanbul’dan bir parça. Mercan Dede’siyle, Müzeyyen Senar’ıyla, Siya Siyabend’iyle, Replikas’ı ve BabaZula’sıyla, İstanbul müziğini yapan ve yaşatan herkes, orada.
Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir
“Üçüncü köprü, üçüncü havalimanı… Bunlar çok güzel ‘projeler’ ayol, neden yapılmasını istemiyor ki insanlar?” diye soran tanıdığınız filan varsa, yapacağınız şey direk Ekümenopolis’i açıp onlara bir güzel izletmek. Çarpık kentleşmenin ve mimari yozlaşmanın ne boyutlara ulaştığını, ulaşacağını ondan daha iyi anlatan bir belgesel yok. Üstelik öyle çarpıcı bir dili var ki, an itibariyle inşa edilmekte olan üçüncü köprüyü adeta üstünüze dikiyorlar gibi hissedeceksiniz.
Bayrampaşa’da Sonbahar
Türkiye’nin siyasi tarihindeki birçok kara lekeden yalnızca biri olan 19 Aralık Hayata Dönüş Operasyonu’nun bizzat gerçekleştirildiği ve 1968 yılında kurulup 40 yıl faaliyette kaldıktan sonra kapılarını ardında birçok soruyla kapatan Bayrampaşa Cezaevi’nin ayrıntılı bir belgeseli olma özelliğini taşıyan Bayrampaşa’da Sonbahar, cezaevi üzerinden farklı bir İstanbul örüntüsü sunmayı başarıyor.
Unutma Beni İstanbul
6 yabancı yönetmenin İstanbul senaryolarının 15’er dakikalık filmler halinde bir uzun metraja dönüştürüldüğü proje bünyesinde barındırdığı farklı ırklardan yönetmenlerle her hikayeden farklı bir tat almanızı sağlıyor.
Anlat İstanbul
Ümit Ünal’ın senaryosunu yazıp başka 4 yönetmenle birlikte yönettiği film İstanbul’un anlatıcı olduğu bir modern masallar serisi. Hepsi birbiriyle iç içe geçen 5 hikayeden oluşan film Türk sinema tarihinde var olmuş her oyuncuyu bünyesinde barındırmasıyla da ahududu rekorlarını kırıyor. Film boyunca “Aaa bu da mı burdaymış?” nidaları sebebiyle nüfus sayımı moduna geçebilirsiniz.
Olympics of Teahouse
(Kahve Olimpiyatları)
Sadece İstanbul’a değil, tüm Türkiye halkına özgü olan kahve kültüründen yola çıkılarak çekilen mini belgesel aslında bir öğrencinin bitirme projesi olmasına karşın, burjuva altına sıkışmış halkın -kısacası büyük çoğunluğun- taşradaki tek eğlence yöntemi olarak empoze edilen kahvehanelere özgün bir bakış açısı sunuyor. Sadece boş vakit harcama yeri olarak değil, şimdiki geleneklerini sürdüremese de bir zamanlar şampiyon dahi çıkarmış olan kahveleri bir de böyle izleyin.
People of Tarlabasi
(Tarlabaşı İnsanları)
Proje kelimesinin aklımızda canlandırdığı kötü çağrışımlardan biri ‘kentsel dönüşüm’. Yakın zamanda Ayazağa ve Sulukule halkının çektiği çile ve ortaya çıkan kentsel dönüşümden ziyade ‘kentsel çöpleşim’ maalesef şimdi de Tarlabaşı’nı kendine kurban ediyor. Yüzyıllık tarihi dokusundan suni bir şekilde soyutlanarak oradaki komün örüntüsüne yakışmayacak beton çöplerle doldurulacak olan alandan geriye bir süre sonra sadece elimizdeki belgesel filmler kalacak.
Cennetin Düşüşü – Gezi Direnişi Belgeseli
İstanbul’u anlatan belgesellerden bahsedip, yakın tarihte İstanbul’u devleştiren etkiden yani Gezi Direnişi’nden bahsetmemek olmaz. Turist tuzağı bir cümle söz konusu Gezi Direnişi olduğunda adeta gerçeğe dönüşüyor, ki o da şüphesiz ki: “İstanbul’u hiç böyle görmediniz…”