Ana sayfa » ListeList Özel » Dev Bir Mezarlık! Everest Dağı’nda Ölen İnsanların Cesetleri Neden Aşağı İndirilmiyor?
Dev Bir Mezarlık! Everest Dağı’nda Ölen İnsanların Cesetleri Neden Aşağı İndirilmiyor?
Everest Dağı’nın zirvesine tırmanmak, birçok kişi için hayat boyu süren bir hayalin ta kendisi. Ancak bu hayal, çoğu zaman çok yüksek bedellerle geliyor.
Everest Dağı… Yeryüzünün en yüksek noktası. Binlerce metre yüksekte, bulutların üzerinde uzanan bu dev, yalnızca dağcıların hayallerini süsleyen bir hedef değil; aynı zamanda insanların sınırlarını zorladığı, doğanın gücüne boyun eğdiği bir sınav alanı. Zirveye ulaşmak, insanın hem fiziksel hem de psikolojik olarak erişebileceği en uç noktalardan biri kabul edilir. Fakat her yıl yüzlerce kişi bu zorlu tırmanışa cesaret ederken, bazıları bir daha geri dönemiyor. Ve bu kişiler, Everest’in dondurucu soğuğunda ebedi birer sessizlik anıtına dönüşüyor. Dağın eteklerinden ölüm bölgesine uzanan bu yolculukta, yaklaşık 200 ceset hâlâ bulundukları yerde duruyor. Kimileri için bu görüntüler uyarıcı birer levha gibi; kimileri içinse etik, insani ve hatta felsefi sorgulamaların başlangıç noktası. Peki, Everest Dağı’ndaki cesetler neden aşağı indirilmiyor? Neden onları almak bu kadar zor ve tehlikeli? Ve nasıl oldu da Everest, bir dağ olmaktan çıkıp dev bir açık hava mezarlığına dönüştü?
Dünyanın en yüksek noktası olan Everest Dağı, pek çok dağcının hayalini süsleyen bir zirve
Ancak bu heybetli dağ, sadece zafer hikâyeleriyle değil, aynı zamanda ürkütücü bir gerçeklikle de biliniyor: Everest, aynı zamanda dünyanın en büyük açık hava mezarlığı. Her yıl birçok kişi zirveye ulaşmak için hayatını riske atıyor ama bazıları ne yazık ki bu tırmanışı bir daha iniş yapamadan tamamlıyor. Ve bu insanların bedenleri, dağın sonsuz sessizliğinde kalıyor.
Everest’te kaç ceset var?
1953’te Sir Edmund Hillary ve Tenzing Norgay zirveye ilk ulaşan insanlar oldular. O günden bu yana 4.000’den fazla kişi onları izledi. Ama bu yolculuk, her zaman sağ salim tamamlanamıyor. Bugüne kadar Everest tırmanışlarında 340’tan fazla kişi hayatını kaybetti ve dağın yamaçlarında hâlâ yaklaşık 200 cesedin bulunduğu tahmin ediliyor.
Cesetler neden hâlâ orada?
Birçok kişi için bu korkutucu olabilir ama Everest’in acımasız koşulları sadece tırmanışı değil, vefat edenlerin cesetlerinin aşağıya indirilmesini de son derece zorlaştırıyor. Dağın yüksek kesimlerinde, özellikle de “ölüm bölgesi” olarak adlandırılan 8.000 metrenin üzerindeki alanlarda, oksijen azlığı, dondurucu soğuk ve engebeli arazi nedeniyle cesetlere ulaşmak hem tehlikeli hem de neredeyse imkânsız.
Hatta bazı cesetler, yere adeta yapışmış, buzla bütünleşmiş halde bulunuyor. Çıkarmaya kalkışmak, hayatta olan kurtarma ekipleri için bile büyük bir risk oluşturuyor. Everest’in sürekli donmuş ortamı, bu cesetlerin doğal olarak korunmasına yol açıyor. Sıfırın altında seyreden sıcaklıklar ve düşük oksijen seviyesi, cesetlerin bozulmasını engelliyor. Yani bir ceset, vefat ettiği andaki kıyafetleri ve ekipmanlarıyla onlarca yıl boyunca neredeyse hiç bozulmadan kalabiliyor.
Bu bedel sadece duygusal değil; etik ve finansal açıdan da oldukça ağır. Birçok aile, sevdiklerinin bedenlerini memleketlerine getirmek istese de, bu sürecin beraberinde getirdiği riskler göz ardı edilemez. Bir cesedi dağdan indirmek, bazen 100.000 doları aşan bir maliyet gerektiriyor. Ayrıca bu göreve çıkan kurtarma ekiplerinin kendi hayatları da tehlikeye giriyor. Bu nedenle, birçok durumda cesetler oldukları yerde bırakılıyor.
Everest’in en tehlikeli kısmı olan ölüm bölgesinde, dağcıların giydiği parlak renkli montlar nedeniyle “Gökkuşağı Vadisi” olarak adlandırılan bir alan var. Bu vadi, rengârenk ama ürpertici bir manzara sunuyor: Renkli kıyafetler giymiş, hareketsiz bedenler…
Bu alan, dağcılar için hem moral bozucu bir uyarı hem de zirveye ne kadar yaklaştıklarını gösteren bir referans noktası. Evet yanlış duymadınız! Everest Dağı’ndaki cesetler birçok dağcı için yol bulma işlevi görüyor! Bu durum ne kadar etik, yıllardır sorgulanıyor.
Yeşil çizmeler: bir efsaneye dönüşen ceset
Everest’in en meşhur “sessiz tanıklarından” biri de “Yeşil Çizmeler” lakaplı bir dağcının cesedi. Kimliği hâlâ kesin olarak bilinmemekle birlikte, büyük olasılıkla 1996’da ölen Hintli dağcı Tsewang Paljor olduğu düşünülüyor. Yıllar boyunca zirve yolculuğuna çıkan hemen herkes, bu yeşil botlu cesedin yanından geçti. O kadar tanınır hale geldi ki, bazıları için bu ceset, zirveye ulaşmanın sessiz habercisi oldu.
Francys Arsentiev: Everest’in uyuyan güzeli
1998 yılında, oksijen desteği olmadan Everest’e çıkan ilk Amerikalı kadın olan Francys Arsentiev, tarihi bir başarıya imza attı. Ancak bu başarı ne yazık ki onun sonu oldu. Zirveden inerken eşinden ayrılan ve yalnız kalan Francys, dağın buzları arasında kayboldu. Vücudu yedi yıl boyunca orada kaldı. Onu bulan diğer dağcılar, ne yazık ki yardım edemedi. Donmuş ve hareketsiz bedenine bakınca onu “Uyuyan Güzel”e benzettiler. Ve bu acıklı unvan, medyada sık sık tekrarlandı.
Deneyimli dağcılar Rob Hall ve Scott Fischer’ı öldüren 1996 felaketi
Mayıs 1996’da deneyimli dağcı Rob Hall liderliğinde bir grup zirve yolculuğuna çıktı. Hall, ortağı Gary Ball ile birlikte kurduğu Adventure Consultants adlı şirketi sayesinde daha önce de Everest’e defalarca tırmanmıştı. Hall, bu dağın tehlikelerini çok iyi biliyordu; çünkü 1993’te ortağı Ball, yine Himalayalar’da yaşadığı beyin ödemi sonucu hayatını kaybetmişti. Hall, o dönem arkadaşının cesedine ulaşmak için ölümle burun buruna gelmişti.
1996’daki bu yeni sefer sırasında, Hall’un ekibi başka bir deneyimli dağcı olan Scott Fischer’ın ekibiyle karşılaştı. Ancak inişe geçtikleri sırada şiddetli bir kar fırtınası bastırdı. On iki saat süren tipi sırasında Hall’un oksijen maskesi dondu, ardından elleri ve ayakları da… Uydu telefonuyla son bir kez eşiyle konuşabildi. Ne Hall ne de Fischer bu felaketten sağ çıkamadı. Ancak bazı ekip üyeleri hayatta kaldı. Aralarından biri, gazeteci Jon Krakauer, yaşadıklarını Outside dergisi için kaleme aldı. Hall’un cesedi hâlâ Everest’te bulunuyor. deneyimin bile hayatta kalmaya yetmeyebileceğini hatırlatan soğuk bir gerçek olarak…
Shriya Shah-Klorfine: Hayalini gerçekleştirmek uğruna hayatını kaybeden kadın
2012 yılının Mayıs ayında, Shriya Shah-Klorfine adında bir kadın çocukluk hayalini gerçekleştirmek üzere Everest’e tırmanmaya karar verdi. Yaklaşık 40.000 dolarlık bir ödeme karşılığında, bir turizm şirketiyle anlaştı. Ancak tırmanış deneyimi neredeyse yok denecek kadar azdı. Şirket, ona tüm gerekli bilgileri vereceğini söyledi ama ne yazık ki bu sözler, onu kurtarmaya yetmedi.
Eğitim sürecinde zorlanan Shah-Klorfine’e, kıdemli bir Şerpa rehber tarafından bu tırmanışı denememesi tavsiye edildi. Ancak o, hayalini gerçekleştirmekte kararlıydı. 18 Mayıs’ta tırmanışa başladı. Yol boyunca, başka bir Şerpa onu oksijen yetersizliği konusunda uyararak geri dönmeye ikna etmeye çalıştı. Ama Shah-Klorfine pes etmedi.
19 Mayıs’ta zirveye ulaştı… Ancak dönüş için yeterli oksijen desteği yoktu. Tam 27 saatlik tırmanışın ardından yaşamını yitirdi. Cesedi, ertesi gün başka bir dağcı tarafından bulundu. On gün sonra helikopterle dağdan çıkarılabildi.
David Sharp: Donmuş sessiz bir yardım çığlığı
2006 yılında, David Sharp isimli İngiliz bir dağcı Everest’e yalnız tırmanmayı denedi. Bu, en deneyimli dağcıların bile pek sıcak bakmadığı bir karar. Yorulduğunda, “Green Boots” (Yeşil Botlar) olarak bilinen mağarada mola verdi. Ancak burada donarak hayatını kaybetti.
Daha da ürkütücü olan, o sırada yanından geçen 40’tan fazla dağcının onu görmesine rağmen durmamasıydı. Evet, hayattaydı. Evet, yardıma ihtiyacı vardı. Ama zirveye ulaşma arzusu, insanları vicdanlarını geride bırakmaya zorlamıştı.
Bu olay sonrası kamuoyunda büyük bir etik tartışma başladı. Sir Edmund Hillary bile durumu kınayarak, “Zirveye çıkmak ikincildir; biri yardıma muhtaçsa, onu aşağıya indirmeniz gerekir” demişti. Bu zihniyet, “zirve ateşi” olarak anıldı. Ne yazık ki bu, nadir bir olay da değil…
George Mallory: 75 yıl sonra bulunan ilk ceset
Everest Dağı’ndaki cesetler arasında bulunan George Mallory’nin hikâyesi çok daha eskiye dayanıyor. 1924 yılında, Everest’in zirvesine ilk ulaşan kişi olma umuduyla yola çıkan Mallory’den uzun yıllar haber alınamadı. Ta ki 1999’da, alışılmadık derecede sıcak bir baharda cesedi bulunana kadar…
Vücudu oldukça iyi korunmuştu. Tüvit ceket giymişti, yanında eski tırmanış ekipmanları ve ağır oksijen tüpleri vardı. Belindeki ip yaraları, onun bir uçurumdan düşerken başka bir dağcıyla bağlı olduğunu düşündürdü.
Mallory’nin zirveye ulaşıp ulaşamadığı hâlâ bilinmiyor. Ancak tırmanma arzusunu en iyi ifade eden şu meşhur sözü hâlâ hatırlanıyor: “Çünkü orada.”
Everest Dağı’ndaki cesetler arasında Alman bir dağcı da var. 1979’da Alman dağcı Hannelore Schmatz, Everest zirvesine ulaşmayı başardı. Ancak inişte tükenmişti. Şerpası onu uyarsa da, “ölüm bölgesinde” kamp kurdu. Fırtınadan kurtulsa da, donma ve oksijen yetersizliği sonucu hayatını kaybetti.
Cesedi, uzun yıllar Güney Rotası boyunca herkes tarafından görülebilecek şekilde, gözleri açık, bir sırt çantasına yaslanmış şekilde kaldı. Zamanla ya rüzgarla aşağıya sürüklendi ya da kar altında kaldı. Onu kurtarmaya çalışan iki kişi daha hayatını kaybetti.