“Zaman su gibi akıp geçiyor.”
Dünyanın en basit, en sıkıcı, en klişe; en gerçek cümlesi. Sıkıntılar hiç bitmiyor. Azalıyor, hafifliyor, bir süre kendini unutturuyor; ama en olmadık zamanda yeniden ortaya çıkıyor. Yaşarken bitmesin istediğimiz, sırf bu yüzden uykudan kaçtığımız geceler de bitiyor; tüm sıkıntıları unutturacak güzellikteki güneşli günler de. Ve hiç bir “an”, hiçbir zaman geri gelmiyor.
Bugün, hayatınızın son günü olduğunu bilseydiniz ne yapardınız? Ya da şimdi size sayılı günleriniz kaldığını söyleselerdi, kalan zamanı nasıl değerlendirirdiniz? Bu soruların hepsi boş, çünkü tek bir gerçek var; o da bir gün gerçekten yaşamakta olduğunuz hayatın sona ereceği. O gün gelmeden, “an”ın kıymetini bilmek; kötü zamanlar gelmeden de yaşadığımız “an”a şükredebilmek dileğiyle.
Bu sözlerimiz, ünlü köşe yazarı Erma Bombeck’in ölmeden önce yazmış olduğu yazının yanında koca bir hiç. Amerikalı köşe yazarı Erma Bombeck, 22 Nisan 1996’da kanser yüzünden hayatını kaybetti. Kendisi, hayata karşı enteresan bakış açısı ve yazdığı komik yazılarla ünlüydü. Hiç de keyifli bir hayatı yoktu aslında; erken yaşta babasını kaybetmiş, fakirlik içinde büyümüş, hayatı boyunca da böbrek rahatsızlığıyla uğraşmıştı. Ama o, hiçbir zaman “hayatını vücudunun yönetmesine” izin vermedi. Çalıştı, çabaladı; gazeteci oldu; evlendi, anne oldu. İşsiz kaldığı zamanlarda bile umudunu kaybetmedi. Bir gazetenin küçük bir köşesinde günlük hayat, annelik gibi konular üzerine yazılar yazmaya başladı. Tatlı ve esprili dili sayesinde yazıları, anında dikkat çekti ve sonrasında da birçok dergide yayınlandı. Onun yazılarında yer verdiği evlilik, annelik ve hayat üzerine sözleri; o gün bugündür herkes tarafından bilinir.
Ve Erma Bombeck, kanserden ölmeden bir süre önce bir yazı kaleme aldı. Hayatı boyunca umudunu kaybetmeyen bir kadının son cümleleri bile pişmanlık doluydu. İşte kendi hayatınızdan çok fazla şey bulabileceğiniz o tüyler ürperten yazı.
Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim…
Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım.
Daha az konuşur ama daha çok dinlerdim. Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim.
Oturma odasında TV seyrederken patlamış mısır yer; yerler leke olacak diye korkmazdım…
Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım. Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.
Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim…
Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum. TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim. Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım.
Hamileliğimin bir an önce sona erip doğum yapmayı dilemek yerine; hamile olduğum her anın tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar harika olduğunu fark ederdim…
Bu o kadar nadir bir olay ki; mucize gibi bir şey…
Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla “Önce git ellerini yüzünü yıka” demezdim. Onlara daha çok “Seni seviyorum” ; ondan da daha çok “Özür dilerim” derdim.
Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey, her dakikasını değerlendirmek olurdu.
Dikkatle bak, gerçekten gör… Yaşa; vazgeçme. Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç.
Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi…
Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım.
Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için şükredin…
Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor.
Umarım, her gününüzü değerlendirirsiniz.