Edebiyatın başlangıcından beri distopya romanları dilin ve kültürün bir parçası. Geçmişi veya bugünü dilediğimiz gibi yazabiliriz, ama iş geleceği yazmaya geldiği zaman günümüz şartlarının nelere yönelebileceğinden beslenmek gerekir. İşte post-apokaliptik ve distopya romanları da bir bakıma bize günümüz modern yaşamın sahip olduklarını sorgulama sebebi veriyor.
“Teknoloji bu kadar hızlı ve dur durak bilmeden ilerliyorsa, 10 yıl veya 20 yıl sonra neler olacak hacı?” sorgulaması önümüze bir alternatif olarak distopya romanlarını bırakıyor.
Tabii ki distopya kelime anlamı olarak mutsuz ve işlevsiz hayatları karşılasa da, günümüz teknolojisiyle bizim de aynı akıbete sahip olacağımızı düşünmek çok da hayalcilik sayılmaz.
Sizi gelecekten soğutacak edebiyatın en iyi distopya kitapları ayağınıza geldi. Muhtemelen sizin en iyileriniz farklıdır, gelin tartışalım.
16. Mülksüzler – Ursula K. Le Guin
Mülksüzler iki farklı sistemin -ve hepsinden önemlisi insan doğasının- doğru açılardan mantıklı eleştirilerini yapan ve sürekli doğru soruları soran, yanıtları okuyucuya bırakacak, özgürlüğün aslında ne olduğunu okuyucuya sorgulatacak cesareti gösteren usta işi, nefis bir roman.
15. Açlık Oyunları – Suzanne Collins
Düşünün ki ekmek sırasındasınız. Önünüzde rahat 500 kişi var, sabah 5 filan. Bu Açlık Oyunları değil de nedir ey okuyucu? İşte Suzanne Collins’in Açlık Oyunları da böyle bir şey. Capitol isimli bir yönetim merkezi ve burada yaşayan sığ, kapitalist, estetik meraklısı metacan insanlara karşı Mıntıka denilen bölgelerde zorlukla yaşayan, her türlü sınırlamaya tabi tutulan bir de bununla yetmiyormuş gibi Açlık Oyunları adı altında özgürlüklerinin nelere bağlı olduğu hatırlatılan işçi sınıfı vatandaşlar…
Bestseller bir distopik roman olarak kendini çabuk tüketip hemen unuttursa da Açlık Oyunları serisi 21. yüzyıl distopik edebiyatına önemli bir katkı. Mutlaka okunmalı, filmleri de izlenmeli.
14. Yol – Cormac McCarthy
Mevsimsel değişikliklerin dengesini bozarak dünyayı mahveden bir felaket sonrasında dünyadaki canlıların çok büyük kısmı ölmüş, dünya bir toz bulutunun, havada uçuşan garip bir sisin içinde kalmıştır. İşte bu dünyada yaşayan ve güneye, daha sıcak havaya ulaşmaya çalışan isimsiz bir baba ve oğulu anlatır The Road. Çocuğun annesi bir süre önce intihar etmiştir, baba da her sabah kan öksürmekte ve ölmekte olduğunu bilmektedir, ama yine de oğlunu saldırı ve açlık gibi tehlikelerden koruyabilmek için çalışır çabalar.
Pek çok post-apokaliptik öykünün aksine felaketin insanoğlunun kendisinden geldiği, biraz daha duygusal bir roman olan Yol, sinemaya da uyarlandı. Distopik filmler isimli muhteşem listemizde mevcuttur efendim.
13. Sineklerin Tanrısı – William Golding
Savaş zamanında bir avuç okullu çocuğun ıssız bir adaya düşmesiyle başlıyor roman. Başta, yetişkinlerin olmadığı bir dünya onlara çok güzel geliyor, kendilerine demokratik yöntemlerle lider seçiyorlar, avcılık toplayıcılık yapıyorlar. Zamanla liderlikle ilgili sorunlar, rekabet ve korku, çocukların vahşileşmelerine ve kabile düzenine geçmelerine neden oluyor. Sonunda iyi ve kötü arasındaki bitmeyen kavgaya dönen Sineklerin Tanrısı, modern insanın doğasındaki karanlıkları ve ilkellikleri korkusuzca eşeliyor roman boyunca.
Anarşinin bu tarz işlevsiz toplumlarda çözüm olarak kullanılabileceğini savunanlara karşı argüman niteliği taşıyan roman, kitaptaki çocukların işlevsiz ve sağlıksız ekosistemiyle kesinlikle distopya unvanı kazanıyor.
12. Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi? – Philip K. Dick
Post-apokaliptik dünyayı bilim kurguyla çok iyi harmanlayan Philip K. Dick, Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi? de bize neredeyse tüm hayvanların radyasyondan dolayı soyunun tükendiği, öyle ki farelerin bile nadir türlerden sayıldığı, evcil hayvan sahibi olmanın bir statü meselesi haline geldiği karanlık bir dünya çiziyor.
Android avcısı ve android koruyucusu iki karakter üzerinden empatinin ve insan olmanın ne demek olduğunu korkutucu bir gelecek üzerinden anlatıyor. Kesinlikle okunmalı. Blade Runner adıyla sinemaya da uyarlandı hatta, diğer distopya filmleri için sizi güzide listemize bekleriz.
11. Damızlık Kızın Öyküsü – Margaret Atwood
Gilead Cumhuriyeti, doğurganlığın öncelikli bir meta, kadınların ise erkeklerin buyruğu altında olduğu ve bir kast sistemine göre sınıflandırıldıkları, dehşet verici bir hiyerarşi, totaliter ve teokratik bir devlettir. Yeni askeri diktatörlük, toplumu teokratik, ırkçı ve şovenist biçimde yönetmeye başlar.
Kadınlar türlü türlü sınıflara ayrılmıştır, bu sınıflardan biri de hala doğurganlık yeteneğini kaybetmemiş olan kadınların onlardan daha üst sınıftaki kişiler için çocuk doğurmasıdır. Bu kadınlara Damızlık denir. Damızlıklar atandıkları aileyle birlikte yaşarlar ve yerlerine doğurdukları vitrin eşleri onların hamile kalabileceğini umarlar.
Kitapta bize anlatılan Offred, Komutan’ın Damızlık’ı; hayatın doğurma krizine bulunan çözümün aşırı muhafazakar bir devlet olmadığı zamanları hatırlar. Kadınların okuyabildiği, kocalarını seçebildiği, çocuklarını ellerinde tutabildiği zamanları… Damızlık Kızın Öyküsü güvende olmak adına özgürlüğümüzün ne kadarından vazgeçmeye gönüllü olduğumuzu sorgulayan, bilim kurgu türüne (en azından yazarın kendisine göre) ait olmasa da, feminist distopyanın en iyi önekleri arasında sayılan bir roman.
10. Neuromancer – William Gibson
Sanal gerçeklik ve genetik mühendisliklerle dolu bir dünya, çok uluslu şirketler tarafından yönetilen uluslar, yapay zeka ve cyberspace gibi konseptlerin ilk kez ortaya atıldığı bir dil, cyberpunk akımının yaratıcısı bir yazar. Kendinden sonrakileri en fazla etkileyen bilim kurgulardan biri olan Neuromancer’a hoş geldiniz. Tarihsel olarak da çok önemli bir roman bu, sadece ilk cyberpunk romanı olmakla kalmıyor çünkü, günümüzde hâlâ en iyi cyberpunk romanı olma özelliğini koruyor.
Neuromancer’ın konusu şöyle: Japonya’da distopik bir yeraltı dünyasında yaşayan yetenekli hacker Henry Dorsett Case, patronundan çalarken yakalanınca ceza olarak sinir sistemi hasara uğratılır; artık siberuzaydaki global ağa erişebilmek için beyin-bilgisayar arayüzünü kullanamayacak, kısaca işini yapamayacaktır. Kendini uyuşturucuya veren Case intihara günbegün daha çok yaklaşmaktadır ki Molly isminde acayip gizemli ve çekici bir paralı asker+sokak samurayı ona bir teklifle yaklaşır: Case güçlü bir yapay zekayı yok edecek, Molly de karşılığında onu eski haline döndürecektir.
9. V for Vendetta – Alan Moore, David Lloyd
1980’lerde yazılmış olan ve yazıldığı tarihin yakın geleceğinde, 1990’ların sonunda nükleer savaş sonrası İngiltere’sinde geçen çizgiroman V for Vendetta, sadece “V” olarak bilinen ve Guy Fawkes maskesini yüzünden asla çıkarmayan bir adamın, totaliter devlete karşı açtığı tek kişilik savaşı anlatır. V for Vendetta bu yönüyle insanın kendi sonunun sırtını dayadığı teknolojiden değil de bizzat sırtını dayadığı diğer olgudan, devletten de gelebileceğini savunur bize.
Bir yandan da insanlığın başlangıcından beri “iyi ve kötü” kavgasının yanında usul usul yürüyen “şiddet, iyi amaçlarla kullanılabilir mi?” sorusunu da masaya yatırıyor.
8. Demir Ökçe – Jack London
ABD’de oligarşik bir tiranlığın yükselişiyle ilgili olan Demir Ökçe, London’ın vahşi doğada geçen tipik öykülerinden çok farklı. Distopik bilim kurgu romanlarının çoğundan farklı olarak, işin teknolojik kısmıyla pek ilgilenmiyor. Zamanının çok ötesinde, nefis bir distopik roman yine de.
Demir Ökçe aslında yoksul insanların, ezilenlerin dünyasını, giderek vahşileşen kapitalizmi, yükselen işçi hareketini ve faşizmin yıkıcı etkisini anlatıyor. Kısacası GÜNÜMÜZÜ.
7. Azrail Koşuyor – Stephen King (aka Richard Bachman)
Stephen King’in ilk baskılarında Richard Bachman takma ismiyle yayınlattığı Azrail Koşuyor, 2025 yılında, şiddetin gitgide arttığı, ekonominin yerlerde süründüğü, totaliter bir distopya haline gelmiş Amerika’da; reytinglerin ve eğlence anlayışının insan avı şekline büründüğü korkutucu bir gelecekte geçiyor.
Romanın kahramanı, işsiz ve parasız, ama ölmek üzere olan hasta kızı için acele para bulması gereken Ben Richards. Son çare olarak devletin düzenlediği yarışmaların yayınlandığı bir kanala gidiyor; bu yarışmalar halkın yeni eğlence anlayışını oluşturmakta, içlerinden biri, ancak kalp hastalarının katılabildiği ve hedefin koşu bandının üzerinde mümkün olduğu kadar çok kalmak olduğu bir oyun mesela, doğal olarak çoğu kez yarışırken kalp krizinden ölen yarışmacılara ev sahipliği ediyor. Filminden kat kat iyi olan kitap sırf Stephen King’in karanlık kurgusuyla örülmüş bir distopya olduğu için okunmalı.
6. Atlas Silkindi – Ayn Rand
Para kazanmak, ahlak, etik, kısacası insan olmanın getirileri üzerine başarılı bir kurgu olan Atlas Silkindi, Ayn Rand’ın objektivizm
5. Otomatik Portakal – Anthony Burgess
Yakın geleceğin karanlık İngilteresinde yaşayan genç dostumuz Alex çetesiyle ufak çapta terör estiren bıçkın bir delikanlıdır. Sayısız pis işe bulaştıktan sonra yakalanan Alex, hapisten erken çıkabilmek için, devletin ona bir çıkış yolu olarak sunduğu davranış değişikliği deneyine (“Ludovico” tekniği) katılmaya ikna olur. Deneyden çok bir beyin yıkama işleminden sonra, Alex herhangi bir şiddet dolu davranışa bulaşamaz, bambaşka bir insan olur çıkar. Devletin birey üzerindeki baskısına, bu baskı karşısında bireyin çaresizliğine değinen yazar Burgess, hem dil oyunlarıyla hem de felsefik göndermeleriyle Otomatik Portakal’ı en ustaca kaleme alınmış distopik romanlardan biri yapar.
4. The Children of Men – P.D. James
The Children of Men, insanoğlunun sonunun nükleer savaş ya da buzulların erimesiyle değil, erkeklerin kısırlaşmasıyla geleceği bir dünyayı anlatıyor. Bilinmeyen nedenlerle tüm erkeklerin sperm sayıları sıfıra düşmüş. Roman 2021’de geçiyor, ama olayların başlangıcı 1994’e kadar uzanıyor, yeryüzündeki tüm erkeklerin birdenbire kısırlaştığı yıl bu. Bu durumda doğan son çocuklar 1995 yılında doğmuş oluyor ve onlara “Omegalar” deniyor (1995 bu nedenle özel bir yıl, “Omega Yılı” olarak kabul ediliyor).
26 yaşından daha genç hiç kimse kalmamış yeryüzünde. Gelecek yoksunluğu ve bunun korkusu, politika da dahil olmak üzere yaşamın tüm alanlarına karşı genel bir ilgisizlik, aldırmama durumu doğurmuş insanların üzerinde, bu da 2006 yılından sonra seçim yapılmamasıyla, Lyppiatt isimli bir adamın kendi kendini İngiltere’nin muhafızı olarak atamasıyla sonuçlanmış. Böyle bir durumda yapacak çok bir şey olmadığı, üstelik doğum kontrol derdi de kalmadığı için seksin çok yaygın bir meşgale haline geleceğini düşünür insan, ancak bu dünyada insanlar cinselliğe olan ilgilerini kaybetmiş durumda. O kadar ki, eyalet pornografi merkezleri açmak zorunda kalmış. Bu arada İngiltere’ye hakim olan acayip umutsuz ve karanlık hava, hamile bir kadının var olduğu söylentileriyle değişiyor, minicik de olsa bir umut doğuyor insanlarda. Biz de ardından gelenleri izliyoruz.
Film versiyonu çok çok iyi olan Children of Men’in Türkçe çevirisi yok, ama İngilizce okuyabiliyorsanız kesinlikle okumalısınız.
3. Zaman Makinesi – H. G. Wells
Kitapta bize “Zaman Gezgini” olarak tanıtılan İngiliz bir bilim adamının zaman makinesi inşa ederek 802701 yılına giderek yarın yokmuş gibi mutlu yaşayan Eloi isimli toplumla tanışmasını anlatıyor. Eloi’ler ütopik görünen bir topluluğu oluşturmakta, bir iş yapmadan sürekli meyve yemekte, hiçbir şeyi merak etmemekte, pek bir şey de bilmemektedirler.
Eloi’lere, yerin altında yaşayan yamyam humanoid’ler, Morlock’lar bakmaktadır. Tıpkı gününüzde insanoğlunun, inekleri kesip yemeden önce onlara iyi bakıp semirtmesi gibi. Zaman Makinesi, başta mutlu ve huzurlu görünen bir toplumun, yırtıcılar tarafından yakalanıp yenildiği bir dünyayı anlatıyor bize.
2. 1984 – George Orwell
Orwell’in totaliter bir rejimi anlattığı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, pek çok distopik öykü için temel olmuştur. Anlatımı onlar kadar güçlü olmasa da, içlerinde en meşhur olanı bile olabilir. Kitapta dünya, halkın üzerinde olağanüstü bir kontrol sağlama amacında olan üç adet süper güç arasında bölünmüş, mahremiyet; köhne, çağ dışı bir kavram haline gelmiş, sahibinin her hareketini izleyen tele ekranlar var her evde.
Romanın kahramanı olan Winston’ın devleti, vatandaşlarına sürekli geçmişi baştan yazdırarak tarihi değiştiriyor. Bir devlet, gerçekleri ve haberleri manipüle ederek nasıl halkını manipüle eder, bunu detaylı bir şekilde gösteriyor roman. Mahremiyetimizin günden güne ihlal edildiği günümüz için de güzel bir gelecek örneği oluşturuyor 1984.
1. Fahrenheit 451 – Ray Bradbury
Kitapların yasaklandığı bir gelecekte geçiyor Fahrenheit 451. İtfaiyeciler düzenli olarak gözden kaçan kitapları arayıp bulmak, bulunca da yakmak için göreve çıkıyor. Kitabın kahramanı itfaiyeci Guy Montag, kendisine insanların korkmadığı bir geçmişi anlatan on yedi yaşında bir kızla, ardından insanların kendi adlarına düşünebildiği bir gelecekten bahseden bir profesörle tanışıyor ve kitapları yok etmenin mantığını sorgulamaya başlıyor, öğrenmeyi, kültürü, toplum konseptini benimsiyor ve isyan ediyor, bu da kendini bir kaçak olarak bulmasına yetiyor. Montag’ın hiçbir şeyi sorgulamayan bir minik emir erinden, hayatta kalmak için kaçmak zorunda olan bağımsız, düşünebilen, özgür bir adama dönüşümüne tanık oluyoruz. Komünizm karşıtlığı yerine pop kültürün zırvalarına giydiren ve toplumsal dayanışma olmadan hiçbir şeyin başarılamayacağın savunan kitap, distopik edebiyatın baş yapıtlarından biri.
En iyisi. Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley
Roman, 26. yüzyılda, Lodra’da geçer, son derece ütopik başlar aslında; insanlar Alpha, Beta, Gamma, Delta ve Epsilon olmak üzere beş sınıfa ayrılır, bunlar da kendi içinde artı ve eksi olarak daha küçük gruplara dağıtılır. Kast sisteminin en tepesinde olan Alpha’lar dışında kimse için doğal doğum yoktur artık, insanlar seri üretimle tüplerde yaratılırlar.
Bireysellikten kaçınılır, uyuşturucu ve duygusuz seks, takım zihniyetiyle birlikte, insanların küçük yaşlarından itibaren teşvik edilir. İnsanların sıhhati yerindedir, teknolojik açıdan aşmışlardır, ne savaş, ne ırkçılık ne fakirlik kalmıştır ortada. Ancak birçok değer de yok olmuştur; sanat, felsefe ve edebiyat yoktur artık mesela. Hedonizm ve politik sola eğilimli düşünce öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, tamamen barış ve varoluşun ironik huzurundan ibaret olan baştaki ütopya, bir kültürü tanımlayan her şeyin (sanat, din, onur duygusu) yitimi ve insanların empati duygusundan yoksun hale gelmesiyle bir distopyaya dönüşmüş.
Cesur Yeni Dünya, distopik edebiyatın üç büyükleri kabul edilen Fahreneit 451 ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört arasından sıyrılıp tepeye kuruluyor bizce, nedeni de gayet basit: Huxley’nin dili.