17. yüzyılın başlarında sevişirken suçüstü yakalanan bir çift, muhtemelen dönemin en ağır cezalarından birini alırdı. “Suçlarından” dolayı halka açık bir şekilde yargılanır, hem toplumsal hem de idari cezaya çarptırılırlardı. Dini kurumların yaptırımı olsun ya da olmasın; çift, toplum tarafından kınanır, dışlanır ve utandırılırdı. 18. yüzyılda şehirlerin büyümeye başlaması, kültürel ve siyasi yapılardaki değişim sayesinde seksin kontrol edilebilen bir şey değil özel bir mesele olduğu düşüncesi ortaya çıktı. Bu sırada aydınlanma fikirleri, toplumun cinsellik konusunda daha liberal bir düşünce oluşturmasına yol açtı. Bu, cinsel devrim için ilk atılan adımlardan biriydi.
19. yüzyıla gelindiğinde evli olsa da erkeklerin, başka kadınlarla cinsel ilişki yaşaması takdir görmeye başladı. Bu durumun bir benzeri kadınlar için tabi ki söz konusu olamazdı. 19. yüzyılda zihniyet anlamında bir cinsellik devrimi yaşanmıştı. Ancak bu devrim, kadın cinselliği kavramını kapsamıyordu. Bugün kadın cinselliğinin hala tabu olduğu düşünüldüğünde geçmişte yaşanan cinsiyetçi uygulamaları tahmin etmek hiç de zor değil. Peki bu durumda gerçek bir cinsel devrimden bahsedebilir miyiz? Tarihte yaşananlara birlikte bakalım.
Cinsel devrim terimi 1920’li yıllardan beri kullanılıyor. Bu kavram temel olarak cinselliğin doğurganlıktan ayrılmasını ifade ediyor
Tarihçiler cinsel devrimden bahsederken birinci ve ikinci cinsel devrim arasında bir ayrım yapıyorlar. Birinci cinsel devrimde (1870-1910), cinsel ahlakın katı kuralları evrensel anlamda çekiciliğini kaybetmeye başlıyor. Cinselliğe yönelik tutumların asıl değişmesinde ise ikinci cinsel devrim etkili oluyor. Özellikle 1940’lı ve 50’li yıllarda geleneksel kodlara meydan okuyan pek çok kişi kamuoyu oluşturmada etkili oluyor.
19. yüzyılın sonlarında Henry Havelock Ellis ve Richard Von Kraft gibi isimlerin araştırmaları, insanların cinsellik üzerine düşünmelerini sağladı
O zaman kadar cinsellik, toplumda olumsuz bir kavram olarak tanımlanıyordu. Birçok cinsel davranış, hastalık ya da sapkınlık olarak kabul ediliyordu. Bilim insanlarının çalışmaları sayesinde bu düşünceler kökten değişmese de sorgulanmaya başladı. 20. yüzyıla gelindiğinde psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, cinselliğin ve cinsel tatminin insan hayatının en temel parçası olduğunu iddia etti. Ona göre cinsel tatmin eksikliği, psikolojik sorunların büyük bir kısmını açıklamak için yeterliydi. Freud’un öğrencisi Wilhem Reich, tıpkı hocası gibi cinsel tatminin önemine dikkat çekiyordu. Ona göre cinsel açıdan tatmin olmuş kişiler; faşizm, şiddet, kibir ve diğer tüm kötülüklerden uzak duruyordu. İnsanların baskıladığı, bilinçaltındaki dürtüleri serbest bırakılırsa psikolojik olarak rahatlayabilecekleri ifade ediliyordu. Freud ve öğrencisinin bu görüşleri; doğum kontrolü, evlilik dışı cinsel ilişki, kürtaj, ergenlik dönemi cinsellik gibi konuların araştırılmasına ve gündeme getirilmesine önayak oldu.
Freud ve Reich’in cinsel hayatın kapılarını aralamasıyla birlikte toplumsal alanda gözle görülür değişimler yaşanmaya başladı
Soğuk Savaş döneminde; kontrol, sansür, baskı ve denetim sosyal hayatın her alanına nüfuz etmişti. Bu dönemde cinselliğin konuşulması hoş karşılanmıyordu. Evlilik dışı cinsel ilişki meşru kabul edilmediği için insanlar erken yaşta evleniyordu. 1948 yılında Alfred Kinsey, “Erkeklerde Cinsel Yaşam” isimli bir rapor yayınlayınca adeta yer yerinden oynadı. Erkekler, eşlerini aldatır mı? Hayvanlarla cinsel ilişkiye girerler mi? Ya da erkekler ne sıklıkta mastürbasyon yapar? Kinsey, raporunda bu sorular dahil erkek cinselliğine dair pek çok sorunun cevabını veriyordu. Beş yıl sonra “Kadınlarda Cinsel Yaşam” isimli raporuyla da benzer soruları kadınlar açısından yanıtladı. Kinsey, bu raporları 5300 erkek ve 5940 kadınla konuşarak oluşturmuştu. 1950’li yıllarda Kinsey’in raporları en çok okunanlar listesini alt üst etti. Sonucunda; cinsel ilişki, erotizm, kürtaj, eşcinsellik ve daha pek çok konu suç olmaktan çıkıp “normalleşme” evresine adım attı.
1960’lı yıllarda doğum kontrol hapının icat edilmesi, cinsellik ve doğurganlığı tamamen birbirinden ayırdı
İlk başta doğum kontrol haplarının kullanılması pek çok ülkede yasaklandı. Hatta bazı ülkelere bu hapların girmesi dahi söz konusu olamazdı. Bir süre sonra sadece evli kadınların doğum kontrol hapı kullanabileceği kanaatine varıldı! Tam da bu sırada bir kez daha cinselliğin evlilik kurumundan bağımsız bir olgu olduğu vurgulanmaya başladı. Feminist mücadele sayesinde 1970’li yıllardan sonra bu ilaçlar pek çok ülkede yasallaştı. Doğum kontrol haplarının kullanılması tam anlamıyla cinsel devrim yaratmıştı. Daha önce sadece erkek odaklı incelenen cinsel haz konusu o tarihten sonra kadınları da kapsamaya başladı. Cinsel özgürlük kavramı artık politik açıdan tartışılabildiği için toplumsal alanda radikal değişimler yaşandı. Kadın, kendi bedeni ve cinselliği hakkında ilk kez söz sahibi oluyordu.
1970’li yıllarda cinsel özgürlük konusu sadece heteroseksüel ilişkiler kapsamında ele alınıyordu. Ancak 1980’li yıllarda lezbiyen ve gey bireylerin cinsel özgürleşme hareketleri de ortaya çıktı. Tıpkı heteroseksüel ilişkiler gibi homoseksüel ilişkilerin de onay görmesi için etkili mücadeleler verildi. Her ne kadar tarihte cinsel devrim olarak adlandırabileceğimiz iki ayrı dönem yaşanmış olsa da bugün hala cinselliğin tabu olarak görüldüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.