Şaşılası, bol serüven ve macera dolu hayatlar ne de etkileyici oluyor! Yalnız bana öyle gelmiyordur herhalde. Göz alıcı, asi bir aktris olan Capucine, hepimizin ilgisini çekecek büyük hikâyelerle yaşamış ve göçüp gitmiş bir isim. 17 yaşında keşfedilişi, ismini değiştirişi, Audrey Hepburn ile dostluğu, Pembe Panter macerası, intiharı ve daha onlarcası bu büyülü kadının öyküsünü oluşturuyor. Haydi okuyalım.
1. İlk yılları
Capucine, 6 Ocak 1928’de Fransa’nın Raphaël bölgesinde dünyaya gelir. Asıl adı Germaine Hélène Irène Lefebvre olsa da, 17’sinde mankenliğe başladığında “Latin Çiçeği”nin Fransızcası olan Capucine adını alır. İlk gençlik yıllarında Paris Beaux-Arts’da dil eğitimi alır.
2. Keşfedilme hikayesi
Capucine’nin güzelliği oldukça erken yaşlarda fark edilir: 17 yaşında Paris’te üstü açık bir faytona bindiği sırada bir fotoğrafçı tarafından keşfedilir. Mankenliğe böyle başlayan aktris, Christian Dior, Givenchy, Maggy Rouff modaevlerinde çalışmaya başlar.
3. Audrey Hepburn ile arkadaşlığı
Capucine, modelliğe başladığı bu yıllarda bir moda ikonu olan Audrey Hepburn ile tanışır ve hatta kısa bir süre de oda arkadaşı olurlar. Bu dönemde ikisi de Paris’te modellik yapar. Bu dostluk, Capucine’nin hayatının sonuna değin sürer.
4. İlk film deneyimi
17 yaşında keşfedilip modellik yaptıktan sonra ilk küçük rolünü 1949’da, 21 yaşındayken alır. Jacques Becker’in çektiği Fransız filmi “Rendez-vous de Juillet” ile artık oyunculuğa adımını atar. Zaman ondan yanadır.
5. Evlilik
İlk sinema deneyimi olan “Rendez-vous de Juillet” filminde sevgilisini canlandıran Pierre Trabaud ile yakınlaşırlar. Yaklaşık 1 yıl sonra evlenen çiftin mutluluğu kısa sürer ve sekiz ay sonra boşanırlar. Capucine için bu ilk ve son evlilik deneyimidir. Bundan sonra ömrünün sonuna kadar evlenmez.
6. John Wayne ile dostluğu
Özgürlüğü seven aktris, 1956’da çok sıkıldığını fark ederek ani bir karar alır: henüz hiç gitmediği Amerika, New York’a gitmek! Kararından kısa bir süre sonra New York’a uçan Capucine’yi burada güzel tesadüfler bekler. Manhattan’daki bir restoranda vakit geçirirken Hollywood yıldızı John Wayne ile tanışırlar. Onların bu arkadaşlığı 1960 yılında çekilen ve ikisinin başrolü paylaştığı “North to Alaska” filmi ile setlere de taşınır. Dahası; John Wayne ile restoranda tanıştığı aynı gece yapımcı Charles K. Feldman ile tanışır ve samimiyetlerini hızlıca ilerletirler. Feldman, Capucine’nin hem İngilizcesini ilerletmesi hem de oyunculuk dersleri alması için onu Kaliforniya’ya götürür.
7. İlk İngilizce filmi
Feldman’ın destek ve teşvikleriyle iki yıl çalıştıktan sonra 1960’ta sanat hayatının ilklerinden biri gerçekleşir. Müzisyen ve piyanist Franz Liszt’in hayatını konu alan “Song Without End” filminde başrol oynar ve bu film onun İngilizce oynadığı ilk filmi olur. Hollywood’un kapılarını araladığı bu filmde, ünlü müzisyenin sevgilisini oynayan Capucine, Altın Küre adaylığına kadar uzanır.
8. William Holden ile olan ilişkisi
Capucine, 1960’ların ortalarında ünlü aktör William Holden ile tanışır. İkisi de “The Lion” ve “The 7th Dawn” filmlerinde rol alır ve samimiyeti derinleştirirler. Holden evli olmasına rağmen Capucine ile samimi bir dostluk yaşar ve rivayet o ki aktris hakkında “Evlenmeyi düşündüğüm tek kadın” tarzı bir şey söyler. Capucine, Holden evli ve iki çocuklu olduğu için evlenmeye asla yanaşmasa da bu dostluk, Holden 1981’de ölene değin sürer.
9. İntihar girişimi
Holden 1981’de öldüğünde bir vasiyet bırakır: Buna göre Capucine’ye İsviçre Lozan’da rahat yaşaması için 50.000 dolar verilir. O yıllarda Capucine yalnız ve mutsuz bir kadındır. Herkesi kendine hayran bırakan güzelliğini kaybettiğini düşünen aktris bu endişe ile defalarca intihara kalkışır. Öyle ki dostu Audrey Hepburn bir keresinde onu aşırı doz ilaç almış vaziyette bulur ve kurtarır. Capucine bu olay üzerine, adeta bir sebep olarak; artık eski coşkusunu yitirdiğini söyler.
10. Pembe Panter serüveni
Capucine, kendisinden önce iki oyuncuya teklif götürülen ama ikisinin de uyum sağlayamadığı Pembe Panter filminde rol alır. David Niven ve Peter Sellers ile beraber oynadığı Pembe Panter, onun bir ekran yüzü olmasını sağlayarak ona önemli bir fırsat yaratır. Pembe Panter’in yaptığı müthiş gişe, filmin devamının da çekilmesini sağlar. Böylece 1982’de “Trail of the Pink Panther” çekilir ve oyuncu kadrosunda Capucine de tekrar yer alır.
11. Zarafeti
Capucine, kendisine pek çok adamı âşık eden güzelliği ve şöhretinin yanı sıra hiçbir zaman kötü ve hoppa bir kadın olarak anılmaz. Herkeste son derece olgun ve içten bir insan izlenimi bırakır. Zarif, kibar ve tam bir hanımefendidir. O, tabiri caizse tam bir Fransız kadınıdır ve bu özelliğini hiçbir döneminde kaybetmez.
12. Ölümü
Capucine, son yıllarını şiddetli bir biçimde manik depresyondan muzdarip olarak yaşar. Yıllar içinde sık sık intihar girişiminde bulunur ve birçoğunda arkadaşı Hepburn onu son anda kurtarır. Lakin bu defa Hepburn da bir şey yapamaz: Bir geliri kalmamış, yalnızca bir eve sahip olan Capucine, 17 Mart 1990’da Lozan’da sekizinci katta bulunan dairesinden atlayarak yaşamına son verir. Vasiyeti ise asaletine yarışır bir jest içerir: Dairesinin satılmasını, elde edilen gelirin yarısının Kızıl Haç’a, yarısının UNICEF’e verilmesini ister. Bu bağışın ise Audrey’in çalışmalarının onuruna verilmesini şart koşar. Capucine, bu dünyalar güzeli kadın, hayatına son verdiği sırada kimse ile birlikte değildir. Ardında yalnızca onunla beraber yaşayan üç kedisi kalır.