Ana sayfa » Dizi » Netflix’in En Rahatsız Edici Yapımlarından Biri: “Canavar: Ed Gein” Dizisinin Gerçek Hikâyesi
Netflix’in En Rahatsız Edici Yapımlarından Biri: “Canavar: Ed Gein” Dizisinin Gerçek Hikâyesi
Ryan Murphy'nin imzasını taşıyan "Monster" serisinin bu yeni ve son perdesi, ekranları karartmak için geri dönüyor. Gelin, bu diziyle yeniden gündeme gelen hikayenin gerçek ve kurgusal çizgilerinde birlikte gezinelim.
Ryan Murphy’nin Netflix’teki Monster serisi, insan doğasının en karanlık köşelerini anlatmakta hiç tereddüt etmiyor. Ancak bu kez işler bambaşka bir seviyeye taşınmış durumda. “Canavar: Ed Gein”, sadece bir suç hikâyesi değil; aynı zamanda deliliğin, yalnızlığın ve saplantının iç içe geçtiği bir zihin yolculuğu. İzlerken kendinizi hem büyülenmiş hem de derinden rahatsız olmuş hissediyorsanız, yalnız değilsiniz. Çünkü bu hikâye, yalnızca kurgudan ibaret değil.
Bir dönemin karanlık adamı: Ed Gein kimdi?
Ed Gein, 1900’lerin ortalarında Wisconsin’in sessiz kasabası Plainfield’da yaşayan sıradan biri gibi görünüyordu. Ancak köy halkının “sessiz, içine kapanık ama kibar” dediği bu adamın evinde neler yaşandığını kimse tahmin edememişti. Gein’in saplantısının temelinde, aşırı dindar ve baskıcı annesi Augusta yatıyordu. Annesinin ölümünden sonra Ed’in dünyası paramparça olmuş, bu kayıp onu korkunç bir takıntıya sürüklemişti. Ölüleri kazıp eve taşıyor, annesinin bedenini yeniden “yaratmaya” çalışıyordu. Dizi, tam da bu noktada, Gein’in aklının karanlık dehlizlerini dramatik bir biçimde gözler önüne seriyor.
Eğer Canavar: Ed Gein izlerken “Bu hikâyeyi daha önce bir yerden biliyorum” diye düşündüyseniz, haklısınız. Çünkü Ed Gein, sinema tarihindeki en ünlü korku karakterlerinin ilham kaynağı. Alfred Hitchcock’un Sapık (Psycho) filminde Norman Bates karakterinin arkasında Gein’in hikâyesi vardır. Annesine saplantılı, taksidermiye meraklı ve kendi gerçekliğini kaybetmiş bir adam… tanıdık geliyor, değil mi? Ayrıca Kuzuların Sessizliği filmindeki Buffalo Bill ve Teksas Katliamı’nın ikonik karakteri Leatherface de Gein’in dehşet dolu suçlarından esinlenmiştir. Gerçek bir katilin deliliği pop kültürün en ürkütücü yüzlerinden birine dönüşmüştür.
Dizinin merak uyandıran karakteri Adeline Watkins gerçek miydi?
Dizide Gein’in karanlık dünyasına biraz ışık getiren karakterlerden biri Adeline Watkins. Ölülere olan garip ilgisiyle Ed’le arasında hem rahatsız edici hem de tuhaf bir bağ kurulur. Ancak gerçek hayatta bu ilişkinin ne kadar sürdüğü tartışmalı. Watkins, 1957’de verdiği bir röportajda Ed Gein’le yaklaşık yirmi yıl birlikte olduklarını söylemişti; hatta evlenmeyi bile düşündüklerini iddia etmişti. Fakat kısa süre sonra açıklamalarını geri çekti. “Abartılıydı” dedi, “aslında yalnızca birkaç ay görüştük.” Netflix’in hikâyeye kattığı romantik ve gotik dokunuş elbette gerçeğin dramatize edilmiş hâli. Ancak bu ilişki, Gein’in insanlarla kurduğu zayıf bağların bir yansıması olarak oldukça çarpıcı bir şekilde işleniyor.
Netflix dizisinde Ed Gein, katliam çılgınlığına dönüşen bir suç zincirinin merkezinde gösteriliyor
Ancak tarihî kayıtlar bu konuda çok daha sınırlı. Gerçek hayatta Ed Gein, sadece iki cinayeti itiraf etti: Mary Hogan ve Bernice Worden. Her iki kadının cesedi de tüyler ürpertici bir şekilde parçalanmış ve evinde bulunmuştu. Bununla birlikte Gein, sayısız mezarı kazdığını, cesetleri evine taşıdığını ve insan derilerinden ev eşyaları, giysiler ve hatta kaseler yaptığını itiraf etti. Korkunç ama gerçek. Dizi, bu ayrıntıları dramatize ederken dehşet duygusunu en üst seviyeye çıkarıyor, izleyiciyi tiksinti ve merak arasında sıkıştırıyor.
Kardeşinin ölümü gerçek mi kurgu mu?
Dizide Ed Gein’in ilk kurbanlarından birinin kardeşi Henry olduğu anlatılıyor. Ancak bu, senaryonun dramatik bir dokunuşundan ibaret. Gerçek hayatta Henry Gein, bir yangın sırasında hayatını kaybetti. Ölüm nedeni kalp yetmezliği olarak kayda geçti ve Ed hiçbir zaman bu olayla ilgili suçlanmadı. Yine de dizinin bu bölümü, Gein’in içsel çatışmalarını anlatmak açısından oldukça anlamlı bir yer tutuyor. Çünkü annesiyle olan bağını kırabilecek tek kişi kardeşiydi. Dizi, bu gerçeği sembolik bir biçimde ölümle ilişkilendiriyor ve Ed’in yalnızlığa, deliliğe ve takıntıya tamamen teslim oluşunu etkileyici bir biçimde gösteriyor.
Dizinin son bölümlerinde Ed Gein’i, FBI için Ted Bundy’nin davasında danışmanlık yaparken görüyoruz. Bu sahneler, izleyiciyi “Acaba gerçekten olmuş olabilir mi?” diye düşündürüyor. Ancak gerçek şu ki, böyle bir olay yaşanmadı. Gein, hayatının son yıllarını bir akıl hastanesinde geçirdi ve Bundy’nin davasıyla hiçbir bağlantısı olmadı. Bu sahneler, daha çok iki farklı seri katilin zihin dünyalarını karşılaştırmak amacıyla yaratılmış kurgusal bir fikir. Yine de bu karşılaşma, dizinin en dikkat çekici bölümlerinden biri olarak hafızalara kazınıyor.
Ed Gein, 26 Temmuz 1984’te hayata veda etti. Cesedi, suçları işlediği Plainfield kasabasına gömüldü
Ancak hikâye burada da bitmedi. 2000 yılında mezar taşı çalındı ve bir daha yenisi konulmadı. Sanki insanlar hala bu adamın isminin bile huzur bulmasına izin vermek istemiyordu. Bugün, Ed Gein’in adı yalnızca korku sinemasında değil, psikoloji ve toplumsal tabu tartışmalarında da yer ediyor. Onu izlerken, dizinin başrolündeki Charlie Hunnam’ın sorduğu o soru akla geliyor: Canavar kimdi? Gerçekten Ed Gein mi, yoksa onu bir canavara dönüştüren dünya mı? Bu sorunun cevabı belki hiçbir zaman netleşmeyecek. Ama bir şey kesin: Canavar: Ed Gein, Netflix’in en rahatsız edici yapımlarından biri olmayı fazlasıyla hak ediyor.