Cahit Zarifoğlu, şiirlerinin yanı sıra öykü, deneme, günlük ve roman gibi türlerde de birçok eser vermiştir. Onun şiire aktardığı dünya, diğer tüm eserleriyle de kesişebilen bir yapıya sahiptir. Özellikle öykülerindeki derinlikli anlatı, yazarın kurmuş olduğu duygu aktarımını en iyi şekilde gözler önüne sermektedir. Öte yandan şiirleriyle olduğu gibi diğer tüm yazınsal eserleriyle kendisinden sonraki kuşağı etkilemiştir. Çünkü Zarifoğlu metinlerinde yalnızca şiir ya da öykü ile sınırlandırılabilecek bir tanım söz konusu değildir. Dönemin ve insanın iç dünyasından hareketle dönüşen bir dil, Zarifoğlu’nun ustalıkla kullandığı ve kullanırken yeni anlamlarla büyüttüğü bir bütündür.
Çoğunlukla şiirleriyle bildiğimiz Cahit Zarifoğlu’nun öykülerinden bazı bölümleri sizler için alıntıladık. Bu bölümler, yazarın tıpkı şiirlerinde kurduğu anlam yoğunluğunun bir başka örneği olarak ifade edilebilir.
Savunma
“…Okulda aldıklarımın ve kanımdakilerin anlaşıp dışarı ittikleri bir şeydim ben. Üçüncü şeydim. Diğer ikisiyle aramda geçenleri bazen ansıyorum. Kanımda olan şey; ateşi seven canlı şeylerdi, kavrayışı ve cevap verişi derhal olan. Derhal. Okuldan aldıklarıma yaptığım düşmanlıklara daha doymadım. Ateşsiz olan, ısıtmayan cansız olan.En çok bozulduğum da cansızlıklarına karşı kımıldamaları. Odada yalnız kalınan ölünün çarşafı kımıldatması gibi, ve ölü saçın dibinden ter çıkışı gibi, sırtındaki teri yaslandığı duvara emdiren, odada ölüyle yalnız kalmış olanın gözlerini diktiği ölünün oynaması gibi…”
İns
“İns karanlık dolu bir gecede sessizce doğdu. Hemen büyüdü ve başka dağları, ovaları, ırmakları kaplıyan geceyi ve gündüzü yerlerinde görmek üzere tek başına atını, keçisini ve kadınını hazırladı. Beyaz saçlı anayla beyaz saçlı baba yola çıktılar, onlarca amaç yoktu, artık gönüllerine amaç konuk gelmiyordu, toprağa girdikten sonra kendilerini devam ettirecek olan oğullarının peşini bırakmadılar. İnsin düşüncelerini, yapacaklarını katı ve ihtiyar beyinleriyle, buruşuk derileriyle, ilgiyle izleyeceklerdi. İyice yaşlandıkları için çadırdan ayrılırken ölümlerini yanlarına aldılar…”
Sizi Görmeliydim
“…Aşk, bedenin, bizim için mutlu olan bir andan yararlanarak kendini yalnızlığa sunduğu zamanlarda ortaya çıkar. Balıkçının ağı sepet içinde taşıdığı değil, onu kendi başı üzerinde savurduğu zamanlarda… Aşkın kadınla erkek arasında doğuşunun kuvvetli sebepleri vardır. Çünkü onu anneyle baba çocukta beraberce hazırdılar. O babanın aceleyle bağışladığı, anneninse uzun zaman dinlendirdiği enerji olarak, çocuğun içine elverişli zamanlara adanarak bırakıldı…”
Kentin Ortasında Bir An
“Bu atları daha fazla koşturamam diyorum, sür diyorsun, yoksul bir arabacı olduğumu kaç kez tekrarladım, ayrıca (ne tuhaf) atlarımı da seviyorum, onları buyruğun üzerine kamçılıyorum zalim müşteri -işte tiyatronun önündeyiz, kırmızı astarlıpaltona rüzgar vererek smokinin ve şapkanla -kara bir balerin gibi biraz da- atlayıp uzaklaşıyorsun, terli atlarımın sağrılarına, boyunlarındaki tere, kabaran damarlarına bir kere bakmıyorsun bile…”
Zal Tepesine Doğru
“…Benden ustası olamaz kement atmakta, kayayı delmekte, hamak kurup uçurumun duvarında yüzlerce metre yükseklikte uyumakta ve zıplamakta- bakın beton gibi göğsüm, sırtım, üzerime kaya düşse pişman olur, elimden kurtulmaz canlanıp kaçmak istese bile bir halat… Uyku benden daha güçsüzdür. Üzerine gittim mi kaybolur…”
Yabancılık
“…Yetti artık eşyalar. Ne demek eşya. Benim bastonlarımın aklı var azarlar beni. Koltuklarımın dolaplarımın halılarımın elektrikli pilli gereçlerin dili kibiri var baştâcı ettim onları. Ben sorulmam önce elbiselerim sorulur, altınlarıma verilir selâm, soframa fakir konmaz, zenginler ağırlanır…”
Suçlular
“Bütün insanlar olaylar karşısında etkileniyorlar. Bunda da bir tizlik ayrıntısı olduğunu söylemek gerek. Bir tür etkilenme, bir değinme ve çok az bir süre içinde silkinip kaçma, bir başka tür ise bir çarpma, birbirine girme, birbirini yitirme, olay-etkiden yeni bir olayın izini çıkarma, bu bilinmedik neyin izine gömülme, dallanma, karmaşık olma, bilinç altına batma olmuyor mu, oluyor…”