İnsan, yüz yıl önce hayal dahi edemeyeceği teknolojik gelişmelerin yaratıcısı oldu. İnsanlık olarak son yüzyılda gerçekleştirdiğimiz sıçrama, birkaç on yıl içinde yaşayabileceklerimize dair öngörüleri üretmemizi sağlıyor. Üstelik bunu tahmin etmek yalnızca fütüristlerin işi olmaktan çıkıyor. Çünkü her şey, hepimizin gözünün önünde sahneleniyor. Hal böyleyken analiz yapabiliyor hatta buna ek olarak çıkarımlarda dahi bulunabiliyoruz. Bu yazımızın konusu, işte bu teknolojik gelişim süreci içinde, bilim dünyasını ikiye bölen bir konu. Çünkü bu konu, bir tarafta korku diğer tarafta ise heyecan yaratıyor. Endişe – heyecan ikilemine sebep olan bu konunun adı; “bulut tohumlama teknolojisi”. Ve bu teknolojiyi, “hava modifikasyonu” ya da “iklim manipülasyonu” olarak anabileceğimizi de söylememiz gerekir. Artık yazımızın diğer detaylarına geçebiliriz.
Bulut Tohumlama teknolojisi hakkındaki çalışmalar 139 yıl önce başladı
Turgut Öztürk ile Büşra Koç tarafından, 2013 yılında yayımladıkları makalede mevzubahis konuya değinmişler. İkilinin yazdığı makaleye göre bulut tohumlama teknolojisi tarihçesi, bizim için uzun sayılabilecek bir sürece işaret ediyor. Bu süreç, ABD Hükümeti tarafından, 1881’de verilen bir izin ile başlıyor. Ve bu başlangıç, insanlığın hava olaylarını kontrol etmeye yönelik çalışmalarının temelini oluşturuyor. Bu tarihte oluşturulan fonlardan günümüzde Çin’in yaptığı deneylere kadar geçen asırlık süreç oldukça tartışmalı. Zira gelinen nokta, hava modifikasyonunun, yani iklim manipülasyonunun tartışılmasını tek bir odağa yerleştirmiş durumda. O odak da; “İnsanlığa faydası ile doğaya verdiği/vereceği zarar” ekseninde şekilleniyor.
Kontrol sevdamız yüzünden doğaya verdiğimiz zararın boyutlarını daha net bir şekilde görüyoruz. Hatta tüm bunları iliklerimize kadar hissediyoruz. Deneyimliyiz yani. Peki, diğer tüm girişim ve uygulamalardan bağımsız olarak sormamız gerekirse insan, tüm bu teknolojik gelişmeleri gereklilikten dolayı mı yapıyor? Yoksa işin içinde siyasi sebepler de var mı? Aslında hepimizin de bildiği gibi cevap belli; hem gereklilik nedeniyle hem de siyasi çıkar meseleleriyle yoğurduğumuz gelişim süreci, bugünkü tablonun ortaya çıkmasına mesnet oluşturmuş durumda.
Bulut Tohumlama Teknolojisi 3 yöntem ile gerçekleştiriliyor
Yaklaşık 139 yıl önce ABD’de başlayan iklimi kontrol etme arzusu ve çabaları, bugün, Çin başta olmak üzere dünyanın pek çok coğrafyasında yankı bulmuş vaziyette. Ve bu modifikasyon işlemleri, üç farklı yöntem ile gerçekleştirilebiliyor. Öztürk ile Koç’un ifade ettiğine göre; “Bu bağlamda hava modifikasyon işlemleri için üç çeşit yöntem denenmiştir. Bu yöntemler karbonmonoksit gazı ile doldurulmuş hava balonları, uçurtmalar tarafından gökyüzüne çıkarılan ve potasyum klorid içeren çok miktarda patlayıcı ile yere yakın yerlerde patlatılan dinamit ile doldurulmuş bombaların patlatılmasıdır.” Bu konuyu biraz daha farklı ve daha net bir ifadeyle açıklayabiliriz. Şöyle ki; ‘bulut tohumlama teknolojisi, yapay yağmur veya karın yağdırılması için insan eliyle üretilen teknolojinin doğayı yönlendirmesi’ şeklinde bir özetlemeye başvurabiliriz. Peki bu teknoloji yalnızca yağışın gerçekleşmesi için mi kullanılıyor? Cevabı kısa tutmak gerekirse “hayır” yanıtı verilebilir. Öte yandan, adım adım diğer detaylara geçelim.
Güvenirliği ve başarısı kanıtlanamamış iklim manipülasyon yöntemi: Bulut tohumlama teknolojisi
Yine Öztürk ve Koç’un aktardığı bir bölüme göre bu çalışmalar en başından bu yana farklı görüşlerin ortaya çıkmasına ve konunun uzun bir süre farklı bilim insanlarınca tartışılmasına sebebiyet vermiş. Bu olanlara, bilimsel gelişmeler bağlamında bakarsak kulağa hoş gelen bir süreç algısını fark etmemiz mümkün. Ancak kaziye-i anha öyle değil. Nasıl mı? Okumaya devam edelim lütfen…
Meteorologlar, uygulanan ilk yöntemlerin işe yaramayacağını belirtmişlerdi
Sözü bir kez daha hocalarımıza bırakıyoruz:
“Amerikan deneyleri, patlayıcılardaki parçaların yoğunlaşma çekirdekleri olarak hareket edeceği ve sonik dalgaların küçük bulut damlacıkları yapacağı ve böylece yağmur damlaları oluşturacağı varsayımına dayanmaktaydı. Bu uygulamalar başarılı sonuçlar getirse de meteorologlar bu çabaları işe yaramaz olarak kabul etmişlerdir. 1882’den sonra ise bu deneyler hiç tekrarlanmamıştır. Ancak 1909 yılında Yeni Zelanda’da benzer girişimlerde bulunulmuştur (Chernikov, 2012). ABD’de Prof. J.P Espy 1837 yılında ısı enerjisi salınarak (örneğin odun yakarak) konvektif bulutların gelişiminin uyarılabileceğini ileri sürmüştür. Buna karşın Prof. A. Macfarlane, bulut sıcaklığını yükseltmek yerine bulut sıcaklığının düşürülmesi gerektiği fikrini önermiştir. Sıcaklığı, ortamın sabit olmayan durumuna göre dikey doğrultuda yükseltmek dikey hava hareketlerine neden olmakta ve bunun sonucunda da yağış ve elde edilen miktar üst katmanlardaki sıcaklık düşüşünün derecesine bağlı olmaktadır. Macfarlane, sıvı karbonik asit buharlaştırma yoluyla hava sıcaklığının yüksek seviyelerde azaltılmasını önermiştir.”
Kuraklığı engelleyecek, sisi yok edecek ya da var edecek ve güneş doğmasını sağlayacak teknoloji
Evet, bu başlıkta da belirtmeye çalıştığımız gibi hava modifikasyonunu sağlamanın olası çıktıları arasında sayılabilecek birkaç hava olayı var. Ve bunlar; kuraklığı engellemek için kar ve yağmur yağışını sağlamak, beklenmedik bir sisin dağılmasını sağlamak (ya da tam tersine belki de askeri amaçlı olarak yapay bir sis yaratmak), güneşli havaların arzu edilmesi halinde ise bunu var edebilmek olarak kısaca açıklanabilir.
İşte, bugün daha fazla yağış almak için bu teknolojiyi kullanan 24 (2013 yılında açıklanan sayıyla) ülkenin yapmaya çalıştığı da tam olarak bu. En azından resmi ağızların açıkladığı kadarıyla…
Bulut tohumlama teknolojisi ile yağış sağlamak nasıl mümkün oluyor?
İsmini, Tor Bergeron ve Walter Finddeisen’den alan Bergeron- Findeisen teorisi bize konuyla ilgili önemi bir bilgi sağlıyor. Bulutta yağmur damlalarının oluşma prensibini açıklayan bu teori, buz kristallerine dikkat çekiyordu. Teoriye göre “Yağışın oluşması için öncelikle buz kristallerinin olması gerektiği bilinmelidir” diyor.
Fakat teorinin belirttiği katı kuralın kat-i olmadığı bir süre sonra anlaşılmıştı. Çünkü bilim dünyasının takip eden yıllarda yaptığı araştırmalar aksini göstermişti. Sonuç olarak bu araştırmalar sayesinde yağışın, buz kristallerinin olmadığı durumlarda da gerçekleşebileceğini görmüştük.
Bu türden yağışlar, genellikle okyanus üzerinde oluşan ve kümülüs tipi olarak adlandırılan bulutlarda meydana geliyor. Bergeron ve Findesien ise teorilerinde, buz kristallerinin yağışın oluşmasına yönelik etkilerini açıklamaya çalışmışlardı.
İçinde buz ve su bulunan iki ayrı ortamda, aynı sıcaklık olursa sonuç ne olur?
Onlar, söz konusu etkiyi şu şekilde açıklıyorlar:
“İçinde buz bulunan, bir de su bulunan ayrı iki ortam düşünelim. Her iki ortamda da sıcaklık aynı olsun. Buzun buhar basıncı, suyun buhar basıncından daha azdır. Aynı ortamda su ve buz bulunması durumunda buza göre havanın nemi % 100 doymuş halde iken, suya göre doymamıştır. Bunun bir neticesi olarak su için yoğunlaşma henüz başlamamasına rağmen buz kristalleri üzerinde yoğunlaşma devam eder. Buz kristalleri büyümeye devam ettikçe bulut damlacıkları da buharlaşmaya başlar. Böylece büyüyen kristaller aşağıya düşmeye başlar. Düşerken diğerleriyle birleşerek daha iri bir hal alırlar. Eğer düşme esnasında bulutun altındaki hava bu buzu eritecek kadar ılıksa, onlar yere yağmur olarak, eğer o kadar ılık değilse dolu veya kar olarak düşer.”
Gelelim Çin’e: Onlar bu teknolojinin neresinde?
Çin’i, son yıllarda dikkat çeken çalışmalarının yanı sıra Kovid-19 salgını nedeniyle de, epey konuşmuştuk. Hatta Çin’in, Kovid-19 virüsünün yayılımının sebebi olduğunu duymuştuk. Tüm bunların yanında, bu virüsü Çin’in ürettiğine dair varsayımlara şahit olmuştuk.
Komplo teorilerini bir kenara bırakır ve konumuza devam edersek, Çin, yapay iklimlendirme, başka bir deyişle bulut tohumlama teknolojisini kullanma konusunda en deneyimli ülkelerden biri. Çünkü uzun bir süredir konuyla ilgili çalışmalar yürütüyor. Ayrıca ülkenin süreç ile ilgili bilgi birikiminin yanı sıra elde ettiğini gösterdiği bazı sonuçlar, Çin hakkındaki birtakım varsayımların doğmasını kaçınılmaz kılıyor.
Tartışmalı bulut tohumlama teknolojisi hakkında Çin iddialı: “İklimi kontrol etmemizi sağlıyor ve çok faydalı sonuçlar ortaya koyuyor”
BBC’den Tamara Gil’in de pek çok bilim insanının görüşüne yer verdiği haberde, Çin’in söz konusu teknolojik süreçte oynadığı rol anlatılıyor.
Düzenli top atışlarıyla gökyüzünü bir anlamda yağmur bombardımanına tutan Çin, bu yabancı maddelerle göğü değiştiriyor. Ellerini siper edip göğe bakıyorlar mıdır? Bunu yapıp yapmadıkları bilinmez ama Uyar’dan çok uzak ve hiç romantik olmayan süreç kaygıyla izleniyor. Çünkü bu yoğun çalışmalar ciddi bir kesimin de endişelenmesine ve korkmasına sebep oluyor.
Çin ise kendini ve çalışmalarını savunuyor ve bu çalışmaların kesinlikle fayda sağlayacağı konusunda oldukça iddialı konuşuyor.
İşe yarıyor ama ne kadar?
Ülkenin başkenti Pekin de, pek çok dünya ülkesi gibi yoğun kirlilik altında nefes almaya çalışıyor. Çin’in yapay yağış çalışmalarının, bulut tohumlama girişimlerinin de işte bu gereklilikten çıktığı öne sürülüyor.
Çin, bu süreçteki çalışmalarını geçen yılın aralık ayında çok daha üst noktalara taşıdı. Ve yapılan son açıklamalara göre Çin, iklim kontrolünü sağlamaya yönelik olan bu çalışmaları ülkenin tamamına yaymayı hedefliyor. Yetkililer, 2025’e kadar yapay yağmur ve kar programının 5,5 milyon kilometrekarelik bir alana yayılmasını hedeflediklerini belirtiyorlar. Bu ise ülkenin yüzde 60’ının, iklim kontrolüyle istenilen meteorolojik tablolarda yerini alması anlamına geliyor. Ancak bu birtakım bürokratik ve siyasi engeller nedeniyle zaman alacak gibi duruyor.
Öte taraftan bu açıklamalar ve planlar Çin’in komşularını rahatsız etmeye yetti. Bu komşulardan biri de şüphesiz Hindistan. Ülke yetkilileri, .Çin’in, iklim kontrolünü sağlamaya çalışmasına yönelik olan bulut tohumlama girişimlerinden dolayı endişeli olduğunu açıkladı.
Söz konusu sürecin ayrıca bölgesel gerilimleri artırabileceği de bazı karamsar senaryoların yazılmasına neden oluyor.
“Çalışmaların sonucu beklendiği kadar iyi değil”
Hindistan’da bulunan Manipal Yüksek Eğitim Akademisinden iklim uzmanı Dhanasree Jayaram konuyla ilgili BBC’ye açıklamalar yapmıştı. Jayaram; “Çin bu teknolojiyi uzun süredir kullanıyor. Hindistan da kullanmıştı.” demişti. Ayrıca Jayaram’a göre bu çalışmalar ve girişimler, istenilen sonuçları doğurmuyor.
“Bazı ülkeler, bu yöntemi (iklim manipülasyonu), Afrika’nın kuzeydoğusunda ve Sahra Çölü’nün altındaki bölgelerle ve hatta Avustralya’da da kullandı.” diyen Jayaram ekliyor:
“Fakat, tüm bu ülkeler Çin’in hedeflediğine kıyasla (çoğu zaman) çok daha küçük sonuçlar elde etti.”
Bölge için oldukça önem taşıyan muson yağmurları ile ilgili teknolojik adımların arasındaki olası neden sonuç ilişkisini anlatan Jayaram, yapılması gerekenlerin yapılmadığına vurgu yapıyor. Jayaram, “Bu teknolojiye dair endişelerden biri de, bölge için hayati öneme sahip muson yağmurlarını etkileyip etkilemeyeceği. Fakat bu konuda pek fazla araştırma yapılmamış… Böylesi bir sürecin ısrarla sürdürülmesi ile ilgili açıklamaların yapılması riskli. Çünkü böyle açıklamalar, Çin’in Hindistan ile ilişkilerinin iyi gittiği bir dönemde istenmeyen gerginliklere yol açabilir… Fakat iki ülke arasında, sınırdaki askeri çatışmaları da içeren ve giderek artan gerilim, Hindistan kamuoyunda, Çin karşıtı bir hava yarattı…”
Çin’de de şüpheler var
Konuyla ilgili şüphesi olduğunu belirten yalnızca Hindistanlı bilim insanları değil.
Pekin Üniversitesinden John C. Moore da kuşkularını dile getiren bir başka isim. Kendisi; “Bilim dünyası, bugüne kadar bu yöntemin verimliliği üzerine çok az bilimsel makale yayımladı. Bu yöntem geliştirilirken de bilimsel doğrulama yöntemleri kullanılmamıştı zaten.” sözlerinin sahibi aynı zamanda.
Moore’a göre bulut tohumlama, Çin’de operasyonel bir konu olarak değerlendiriliyor.
“Bulut tohumlama teknolojisi, şu ana kadar kentler ve kasabalar seviyesinde uygulanıyor. Fakat kötü olan, bu yöntemi bilimsel açıdan inceleyecek kimsenin olmaması.” diyen Moore, korkutan endişeleri dillendiriyor:
“Çinli yetkililer, dolu fırtınalarının ekinlere zarar vermemesi için bulutlardaki nemi tehlikeli hale gelmeden boşaltmaya çalışıyorlar. Ancak bu teknolojinin yalnızca yılda 1-2 ay etkili olduğunu söyleyebiliriz.”
Öte yandan geçen yıl şubat ayında, New Scientist adlı bilim dergisinde bir makale yayımlanmıştı. Ve bu makalede, ABD’deki bilim insanlarının orografik (dağ üzerinden geçerken oluşan) bulutlar ektiği ve ayrıca bunun, yağmuru yüzde 10’dan daha az miktarda artırabildiği ifade edilmişti.
Devlet Konseyi ise yıl sonunda yaptığı açıklamayla iklim kontrolünün genişletilmesini durdurmuştu
Çin’in iklim kontrolünü genişletme planları 2 Aralık 2020 tarihinde, ülkedeki yürütmeyi oluşturan Devlet Konseyinin yazılı bir açıklamasıyla duyuruldu.
Açıklamada pek fazla detay verilmese de bu uygulamanın doğal felaketler sonrasındaki yardım işlemlerini kolaylaştıracağı belirtildi. Ayrıca tarım üretimini artıracağı, yangınlar sırasında kullanılabileceği ve aşırı sıcaklarla kuraklığın önüne geçmeye yardım edebileceği aktarıldı. Dolayısıyla anlıyoruz ki, Çin bildiğini okuyacak ve bu çalışmaların devamını getirecek. Üstelik bunun için de girişimlerde bulunmaya ve çalışmalarına yoğunluk vermeye başladı bile.
Ülke yetkilileri, tüm eleştiri oklarına ve şüphelere rağmen söz konusu teknolojinin yayılmasını engellemeyeceklerinin sinyalini vermişti. Çin, bu süreç için ayırdığı kaynağın miktarını artırdığını açıklamış. Ancak sonrasında bu adımdan vazgeçilmişti.
“Söz konusu çalışmalar bu şekilde sürerse ülkeler birbirlerini yağmur hırsızlığıyla suçlayabilir”
Çalışmalarını Ulusal Tayvan Üniversitesinde sürdüren bazı bilim insanları ise 2017’de bir makale yayımlamışlardı. Bu makalede, yağmur hırsızlığı konusu gündeme taşınmıştı. Makaleye göre iklim kontrolü konusunda ülkeler arası yeterli koordinasyon olmazsa, ülkelerin birbirlerini “yağmur hırsızlığıyla” suçlayabileceği gibi yine gerilim potansiyeli taşıyan varsayımları öne sürmüşlerdi.
Moore ise bu tip suçlamalara temel oluşturacak bilimsel bir kanıt bulunmadığını açıklıyor. Ancak muson yağmurlarının hassas bir konu olduğunu da sözlerine ekleyen bilim insanı:
“Muson yağmurlarını oluşturan şeylerden biri, Tibet platosu ile Hint Okyanusu arasındaki ısı farkıdır… Bazılarının planladığı gibi Tibet platosunda büyük değişiklikler yaparsanız olmaz. Bunun sert etkileri olabilir.” diyor.
“Bu Elon Musk’ın uzay gemisini kopyalamaya çalışmak gibi bir şey.”
Moore’un bahsettiği bu konu, Çinli mühendislerin Tibet platosunda, il bazında büyük bulut ekimleri gerçekleştirmeye yönelik bir plan ile ilgili.
Hakkında herhangi bir bilimsel araştırma yapılmamış. Ve ayrıca henüz ulusal seviyede destek almayı başaramamış bu plan, haliyle bazı endişelerin ve korkuların kaynağı oluyor.
“Bu plan bir grup oto sanayi ustasının Elon Musk’ın uzay gemisini kopyalamaya çalışması gibi bir şey. Birlikte çalıştığım Çinli bilim insanlarının çoğu bu plandan endişe duyuyor” diyen Moore, ortaya çıkan rahatsızlığı ifade ediyor.
Jayaram ise bölgedeki en büyük endişenin bulut ekiminin de ötesinde olduğunu söylüyor ve ekliyor:
“Çin’in kendi başına daha da iddialı jeomühendislik faaliyetlerine girişmesi, oldukça tehlikeli. Başka bir deyişle, böylesi girişimler, bölge ülkeleriyle ilişkilerinin gergin olduğu bir dönemde riskler barındırıyor. Örneğin, bölgedeki ülkelere danışmadan güneş ışınlarının bir kısmını uzaya geri yansıtması da bu riskleri güçlendirdi. Teknolojinin kendisinin endişe verici olduğunu düşünmüyorum. Gayet faydalı da olabilir. Her ülkenin kendi topraklarında egemenlik hakkı vardır. Fakat sorun bunun tek taraflı olarak yapılma ihtimali. Bu tür bir teknoloji kullanılırken bir şeyler yanlış giderse ne olacak? Kim hesap verecek?”
Jayaram’a göre en ivedi şekilde küresel düzeyde bir düzenleme ve anlaşmalara ihtiyaç var.”
Gerekli ama çok tehlikeli
Özetle, Çin’in başını çektiği bu deneysel uygulamalar, bilimsel süreç açısından korku ve endişe yaratıyor. Ancak bilinmeli ki, bununla farklı bir kesimde heyecan oluşmasına da neden olan bir bilimsel süreçten bahsediyoruz.
Fakat tüm bunlar birlikte düşünüldüğünde soru işaretlerinin karamsarlığa evrileceği bir tablo ortaya çıkıyor. Çünkü bu gelişmeler, olası sonuçları itibariyle çok tehlikeli. Ve aynı ayrıca belki de geriye dönülmesi mümkün olmayacak olaylara ve durumlara davetiye çıkıyor… Yakın zamanlarda bu süreçle ilgili daha net tablolar ortaya konulacaktır. Ancak iklimi kontrol etmenin sanıldığı veya arzulandığı kadar basit olmadığını rahatlıkla çözümleyebiliriz.
Son olarak da; bulut tohumlama teknolojisini zaman zaman kullanan ülkelerden birinin Türkiye olduğunu notlarımıza ekleyelim. Özellikle 90’lı yılların başında birden fazla kez ilgili teknolojinin kullanılması ülke çapındaki tartışmalarda konu olmuştu.