Duyularımız… Hayatla aramızdaki en temel köprüler. Gördüğümüzü anlarız, duyduğumuzu hisseder, dokunduğumuzu tanır, tattığımızda karar verir, kokladığımızda hatırlamaya başlarız. Yüzyıllardır insanlık bu beş temel duyunun ötesine geçmenin yollarını arıyor. Kimimiz buna “altıncı his” diyoruz, kimimiz “içgüdü” ya da “sezgi”. Ama bu gizemli duyunun varlığı sadece doğaüstü olaylarla açıklanmak zorunda değil. Bilim dünyası, son yıllarda bu alanda büyük keşifler yapıyor; öyle ki beş duyunun çok ötesinde, onlarca farklı hissimizin olduğunu ve her birinin bizi düşündüğümüzden çok daha karmaşık ve ilginç bir canlıya dönüştürdüğünü ortaya koyuyor. Peki, kaç tane altıncı hissimiz var? Bu yazımızda, duyuların düşündüğümüz kadar basit olmadığını, bedenimizin aslında ne kadar “akıllı” ve sezgisel çalıştığını göreceksiniz. Propriosepsiyon, ekolokasyon, nörobiyotik hisler… Belki de şimdiye kadar fark etmeden kullandığınız “gizli süper güçleriniz” hakkında bildiklerinizi tamamen değiştirecek bir yolculuğa çıkmaya hazır olun.
Kaç tane altıncı hissimiz var?
Cevap: Muhtemelen sandığınızdan çok daha fazla!
Siz de zaman zaman “Altıncı hislerim kuvvetlidir!” diyenlerden misiniz? Ya da biri size “İçime doğdu” dediğinde gözlerinizi devirenlerden mi? Her iki durumda da size bir haberimiz var: Bilim insanları uzun süredir altıncı his diye bir şeyin gerçekten olup olmadığını araştırıyor. Ve işin ilginç yanı şu ki… Belki de beş duyuya takılıp kalmak büyük bir hata!
Çünkü iş sadece tat, koku, görme, işitme ve dokunmadan ibaret değil. Gerçek şu ki, bedenimiz neredeyse 33’e kadar çıkabilen bir dizi “duyusal yeteneğe” sahip olabilir! Üstelik her geçen yıl bu listeye yenileri ekleniyor. Hem de çok şaşırtıcı olanlar… Haydi birlikte bu “gizli süper güçlerimize” göz atalım!
“Altıncı his” denince çoğumuzun aklına doğrudan şu gelir: Doğaüstü hisler, görünmeyeni sezmek, sanki geleceği görmek… Bir film bile var ya hani, “Altıncı His” diye!
Ancak kötü haber şu: Bilim bu konuda biraz mesafeli. Duyular dışı algı teorisi, defalarca test edildi ama henüz kesin bir kanıt bulunamadı. Yani şimdilik bu “duyu”, hayal gücümüzle sınırlı.
Ama sezgi? O daha sağlam temellere dayanıyor. New South Wales Üniversitesi’nden sinirbilimci Joel Pearson’a göre, sezgi; bilinçaltımızdaki bilgilerin bize karar verirken rehberlik etmesi aslında. Yani bir tür zihinsel kestirme yol. Doğaüstü değil, ama kesinlikle işe yarıyor!
Gözlerinizi kapatın ve elinizi başınızın üstüne koyun. Başardınız mı? Harika! Ama düşünün… Nasıl oldu bu?
İşte burada propriosepsiyon ve kinestezi devreye giriyor. İlki, vücudunuzun uzayda nerede olduğunu “hissetmenizi” sağlıyor. Diğeri ise bu parçaların birbirine göre nasıl hareket etmesi gerektiğini söylüyor. Kısaca, bu iki duyu birlikte çalışarak gözleriniz kapalıyken bile yoga yapmanızı sağlıyor. Evet, bu da bir çeşit “altıncı his”!
Yarasa gibi yankıları kullanarak etrafı algılamak mümkün
Bilim insanları, hem görme engelli hem de gören kişilere bu beceriyi birkaç hafta içinde öğretmiş. Ve beyinleri gerçekten yeni bir duyuyu işler gibi çalışmaya başlamış! Kısacası, beynimiz gerektiğinde yeni bir “duyu” geliştirecek kadar esnek ve inanılmaz. Yeter ki doğru koşullar oluşsun!
Bazı araştırmalar, insanların beyinlerinin Dünya’nın manyetik alanlarına tepki verdiğini gösteriyor
Bu da, yön duygumuzun içgüdüsel bir kısmının aslında fiziksel bir temele dayanabileceğini düşündürüyor. Ama durun, kafamızı mikrodalgaya sokunca beyin dalgalarımız değişiyor diye bir “mikrodalga duyusu” olduğu söylenmiyor. O yüzden manyetoresepsiyonun da hâlâ “şüpheli” kategorisinde olduğunu not düşelim.
Ve şimdi gelelim 2024’ün en havalı keşfine: Nörobiyotik duyu!
Bu duyu sayesinde bağırsaklarımızdaki bakterilerin durumu beynimize mesaj yollayabiliyor. “Artık doyduk!” sinyali gibi düşünebilirsiniz.
İşin ilginç yanı şu ki, bu sinyal doğrudan davranışlarımızı etkiliyor. Farelerle yapılan deneylerde, bağırsaklarına belirli bakteriyel proteinler enjekte edilen farelerin daha az yediği görülmüş. Bu “flagellin” adlı proteinler, bağırsakta özel algılayıcılar tarafından fark ediliyor ve beyne sinyal gidiyor. Bu şu anlama geliyor: Kararlarımızda yalnız değiliz, bağırsak bakterilerimiz de söz sahibi!