Ne deniyordu Dünyayı Kurtaran Adam’da: İnsan beyin moleküllerinin sıkıştırılmasıyla oluşturulan bir tabaka dünyayı koruyordu. Dünya her saldırı karşısında toz bulutu haline gelmekte, önündeki koruyucu kalkanın arkasına sığınmaktaydı.
Bişey anladık mı? Tabii ki hayır. Beynin sıkıştırılmasıyla oluşturulan tabaka nasıl bir oluşumdur? Dünya madem her saldırı karşısında toz bulutu haline geliyor, neden üstüne bir de koruyucu kalkanın arkasına sığınıyor? Dünyayı Kurtaran Adam’ın hasstasıyız ama anlamıyoruz abi.
Sadece Dünyayı Kurtaran Adamı da değil, uzaylı filmlerde cahilliğimizden faydalanıp ortaya karışık saçmalayan senaristlere de kılız. Neymiş kriptonit denilen taş varmış da Süperman’in bütün gücünü emermiş. Yav koca uzay var elinde, sonsuz sınırsız alan, bula bula adamın gücünü emen materyal diye taş mı buldun ey senarist. Taş yahu taş. Ayıp diil mi?
Beyin sıkıştırmasıyla oluşan tabakayla taş arasında daha yaratıcı, daha mantıklı, zekamıza hakaret etmeyen maddeler istiyoruz, çok mu? Bunların hepsi, uzay kavramındaki sonsuzluğun kişide sınırsız saçmalama yaratmasından kaynaklı. Bol buldun ya alanı, koy fazla fazla hani, ziyan et misali. Taşla toprakla bilim kurgu yaparsan, Turist Ömer Uzay’a çıkıp façanı aldığında ağlamayacaksın.
Bilim kurgu tabirleri artık günlük kullanımda da hayli etkinler. Ne var ki, bu etkinlik ve alışkanlık onların kökenlerini bildiğimiz anlamına gelmiyor. Android kelimesinin kökeni ne, robota ilk kim robot demiş, zaman yolculuğu kimin fikriymiş merak ediyorsanız sizi çok acayip alemlere sokmak üzereyiz. Teleportasyona hazır mısınız?
Mutfak tezgahımıza kadar giren kavram: Robot
20. yüzyılın başlangıcı Dünya Savaşı’nın da kara atmosferiyle, tüm sanat alemini derinden etkiler. Ağır sanayinin insan hayatına dev çarkları ve dişlileriyle girişi yazın dilinde de kendine yer bulur. Dönemin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu (Günümüzde Çek Cumhuriyeti) sınırları içerisinde kalan ve “bohem” kelimesine adını veren “Bohemya Krallığında” bir yazar ilk defa “robot” kelimesini kullanır.
Prag doğumlu Karel Čapek “Rosumovi Univerzální Roboti” (ing. R.U.R. – Rossum’s Universal Robots) adlı tiyatro oyununda geçirir bu kelimeyi. Oyundaki robotlar bugün düşündüklerimiz gibi mekanik yaratıklar değil daha çok yapay insanlar şeklinde kullanılmışlardır. Eser Türkçeye Halid Fahri tarafından “R.U.R. – Alemşumul Suni Adamlar Fabrikası” olarak çevrilir.
Kelimenin bugünkü manasına evrilmesi 1940 yılında bilim kurgunun tanrısı Isaac Asimov tarafından gerçekleşir. Asimov bu kadarla kalmaz ve robot kavramını maddeleriyle yasalaştırır. “3 Robot Yasası” denilen robot dünyasının anayasası şöyledir:
1) Bir robot bir insana zarar veremez ya da bir insanin zarar görmesine seyirci kalamaz.
2) Bir robot 1. kuralla celişmediği sürece bir insanin emirlerine uymak zorundadır.
3) Bir robot 1. ve 2. kuralla celişmediği sürece kendinin zarar görmesine izin veremez.
Bu yasalar kendinden sonra gelecek her roman ve filme ilham olur ve robotlar birer karakter olarak dünyamızda yer edinirler.
Yetmez ama Evetçi çakma sosyolog kelimesi: Distopya
Distopyayı bilmek için önce ütopyayı kurcalamamız gerekiyor ki kurcalayarak bozup bırakmak en sevdiğimiz iştir. Başlıyoruz. Şimdi efendim bu tabiri Thomas More ünlü ediyor. Politika üzerinde filozofi tatlar yakalamak isterken kafayı üşüten ama kitabıyla geriye en azından şu anda yaşadığımızdan daha mantıklı bir dünyanın kurgusunu bırakan More, bugün tüm dünya liselileri arasında haklı bir üne sahiptir. Kitabının adını bilmeyen yazıyı çabuk terketsin, ocak dışı kaldı. Tabii ki kitabın ismi Ütopya, yazıldığı tarih 1516.
Thomas More 1516 yılında yeni bir yaşam ve toplum düzeninini yazıp adını da Ütopya koyarken, aynı yıl bizim tarafta Mercidabık Savaşı oluyor, Yavuz Sultan Selim Memlûkleri hacemat ediyor, bir yandan da halifeliği Osmanlı’ya getiriyordu (Osmanlı ütopyasının gerçeğe dönüşü).
Döneme bizim taraftan da baktıktan sonra kelimemize geri dönelim. Yunanca “iyi” (ευ), “yok-olmayan” (οὐ), ve “yer” (τόπος) kelimelerinden oluşun Ütopya “iyi yer” ve “yok olm öyle bi yer” anlamlarına aynı anda geliyor. Bu olamayacak kadar iyi ve ideal toplum tanımının tersine yani anti ütopyaya distopya diyoruz. Karanlık, kötü, pis, kaka bir evren ve yaşanmak istenmeyen bir gelecek tabiri. Yetmez ama ivit!
0100011010’dan Watsap var mı eklesene’ye: Siber uzay (Cyberspace)
Kavramının doğumu çok da eski değil. 1982 yılında William Gibson’ın ‘Burning Chrome’ adlı eserinde geçiyor bu tabir. O William Gibson ki ayıla bayıla izlediğimiz Matrix serisine ilham kaynağı olmuş ‘Neuromancer – Matrix Avcısı’nın yazarıdır. Bugün yaşadığımız sanal alem, dokunmatik ekranlar ve ListeList bağımlılığı gibi kavramlarının temeli de William Gibson’a uzanıyor.
Cyberspace için Matrix’te enseden geçme data kabosuyla bağlanılan evrendir diyebiliriz. Ama aynı zamanda Cem Yılmaz’ın Av Mevsimi meyhane sahnesinde, masadan kalkıp “Hayde gidelum haydeee” diye şarkı patlattığı ana kadar geçen zaman ve olay aralığına da (sadece yürüyor – çakırkeyif) pekala Cyberspace denilebilir. Değişik bişiidir yani bu Cyberspace kafası.
Siberuzayın başbakanı Gibson, ‘Neuromancer’ ile bilim kurguda yeni bir alt tür yaratmış ve pırıl pırıl bir de manifesto çakmıştır. Neuromancer’ın ardından yeni bir yaşam tarzı, yeni edebi akımlar ve alt kültürler doğmuştur. Bugün bu türlerin çoğunu Kabataş’ta kahve içip brovni yerken görüyoruz. Yazıklar olsun.
Ağzının içinden bir ağız daha çıkan, sonra bi tane daha, bi daha, yeter anladık pis ısırıcan hayvanı olarak: Alien
Alien kelimesi bilim kurgu kafalarından daha önce de vardı ve yabancı olanı tanımlamak için kullanılıyordu. Dünya dışı varlıklar içinse ilk defa Viktorya dönemi tarihçilerinden Thomas Carlyle tarafından lügata alındı.
Carlyle hayatının bir döneminde edebi kariyerini bir kenara bırakarak, Yorkshire’da bir çiftçinin oğluna eğitim vermeye başlar. Arkadaşına köy hayatını anlatmak için yazdığı bir mektubunda şu cümleleri kullanır: Bu sıkıcı yere başka bir gezegenden düşmüş bir Alien gibiyim.
Kelimenin bilim kurgunun derin uzayına düşmesiyse Jack Williamson’ın “The Alien Intelligence” adlı öyküsüyle olur. Kimi kaynaklara göreyse Philip Barshofsky’nin 1934 yılında yazdığı “One Prehistoric Night” adlı eserde ilk defa uzaylı yabancılar Alien olarak tanımlanmıştır. Öyküde marslılar tarih öncesi çağlara gidip tabii ki dinazorlarla savaşıyorlardı. Bi rahat bırakmadınız, bi sevgi göstermediler o hayvancağızlara da.
Google ve Samsung’tan çok çok önceleri yaşamış bir Android versiyonu
Robotlardan çok daha önce insanoğlunun hayallerini bir başka yaratık süslüyordu. Android denilen bu insanımsılar, insanların işlerine koşturulacaklardı. Canlı dokulara sahip olmayan bu türün tanımı bir mite dayanıyor.
Efsaneye göre 13. yüzyılın bilge rahiplerinden Albertus Magnus mekanik bir kafa tasarlar. 1728 yılında Ephraim Chambers tarafından yazılan ve bilinen ilk ansiklopedilerden olan Cyclopaedia’da (Evrensel Sanat ve Bilim Sözlüğü) bu mekanik kafaya bir tanım gelir. Buna göre Yunanca insan-adam anlamındaki “andr” kelimesinin ardına, benzeyen, gibi olan, görünen manalarına gelen “oid” kelimesi eklenir ve ortaya Mustafa Topaloğlu çıkar.
İnlerine gireceaağiiz’den bir miktar önce: Paralel evren (Parallel universe)
Bilim kurgunun şahane kişilerinden H. G. Wells’in 1923 yılında yazdığı “Men Like Gods” eserinde bahsedilir ilk defa paralel evrenden. En çok da zamanında beynimizin suyunu akıtan “Lost” adlı dizi ekmeğini yedi bu kavramın.
Dizide tam açıklayamadığımız ya da kafaların net basmadığı bi olay yaşandığında zart diye “ya anlamıycak ne var paralel evrenden ötürü işte panpa” diyerek nice saçmalık, anında sebep sonuç ilişkisine bağlanıveriyordu. Yine de açıklanamazsa Kate çıkıyordu bi yerden ve anlamadığımız yerleri hemen geçiyorduk. Çünkü Kate… Kate. Kate Austen… Seni çok özledik Keyticik 🙁
Neyse dağılmayalım. Paralel evren işte, yani böyle nasıl anlatsak, birbirinin yakınında, böyle yan yana dizili gibi dünyalar gibi yani. Bu dünyaların birinde başınıza bişey geldiğinde, öbürüne geçseniz de o olay sizi bulur. Başta ne olduğunu anlamazsınız çünkü hayatınıza etki etmez ama zaman ilerledikçe ya da geriledikçe o olayla ya da yansımalarıyla karşılaşabilirsiniz. Karşılaştığınızda aklınıza mukayyet oldun, bi besmele falan çekin. Reçeteyi yazdık ama SGK ödeyemez öylesini, bilin de gidin eczaneye.
Renkli renkli, cıvıl cıvıl, cayır cayır, göz yakan ışın tabancası (Ray gun)
Ciiuv, vicivi vicivi, ciuv sesleri olmadan bilim kurgu filmi olmaz. Namlusu boğum boğum, kabzası falan bi tarifsiz dizaynlar, bi şekiller…
Filmlerde ortaya çıktığı anda gözlerimiz kriptona denk gelmiş süperman misali açılır, göz bebeklerimiz ışıldardı. İlk ışın tabancası denilebilecek silah 1916 tarihli “The Intrigue” adlı filmde kullanıldı. Dönemin imkanları dahilinde hayal ede ede röntgen ışınlı bi tabanca yapmışlar, yazık. Filmde genç bir amerikalı kaşif, röntgen ışınlarından silah icat ederek savaş alemlerinde devrim yaratıyordu.
Günümüzde akla gelen tipiyle ışın tabancası ise John W. Campbell’ın 1930 tarihli The Black Star isimli hikayesinde geçer. Tabii ki bundan önceleri de bilim kurgu ve pulp camiasında ışınlar silah olarak sıkça kullanılmıştır. Mesela H.G. Wells’ib 1897 tarihli “War of the Worlds” adlı eserinde ısı tabancası kullanılmış.
Galaksiler arası seyahatin olmazsa olmazı şekilli dizaynlı uzay gemisi (Spaceship)
Bir bilim kurgu filminin dandik mi kaliteli mi olduğunu anlamının en iyi yoludur uzay gemisi. Gemi heybetliyse, filmde ara ara vitesi boşa atmış da uzayda ağırdan kayıyormuş hissi veren görüntüler vardır. Bu film kalitelidir, izleyin. Gemi diye sadece misafir odası büyüklüğünde bi kumanda odasını ittiriyorlarsa film dandiktir, izlemeyin.
Uzay gemisi tabiri ilk olarak 1880 yılında bir İngiliz gazetesi olan “Pall Mall Gazette” de yayımlanan bir bilim kurgu romanı tanıtımında geçer. Denizden gelen bu tabir (gemi) artık başka bi alanda, uzayda da hayatına devam edecektir.
Cüneyt Arkın’dan ötesi cacıktır dediğimiz Übermensch: Süper kahraman (Superhero)
Kayıtlara geçen ilk süper kahraman tabiri 1899 yılında Fransız tarihinde önemli bir yeri olan Dreyfuss Vakası’na uzanır. Fransız ordusundaki yahudi bir asker olan Alfred Dreyfus vatana ihanetten suçlanıp ömür boyu hapis cezasına çarptırılır.
Olay o dönem yükselen Yahudi karşıtlığının bir ürünüdür. Durumu araştıran binbaşı Georges Picquart ve mahkumun kardeşi Mathieu Dreyfus’ın ısrarlı takibi kumpası ortaya çıkarır. Dönemin ünlü Fransa başkanı Georges Clemenceau tarihi bir söz edecektir: Bu davanın kahramanı binbaşı Picquart’sa, süper kahramanı Mathieu Dreyfus’tur. Tuhaf ama kayıtlı ilk kullanım budur.
Bilim kurguda ise süper kahraman olarak nitelendirilen ilk karakter 1936’da Max Plaisted tarafından yaratılan “Thrilling Wonder Stories”deki Zarnak’tır. Gezegenler arası seyahat eden bir dahi olan Zarnak sevilen, sayılan, kalender bir kardeşimizdir.
Teletabi dermiş gibi cici bi kelime: Telepati
Paranormal araştırmalarla yakinen ilgilenen şair Frederic W.H. Myers 1882 yılında “düşünce transferi” kalıbı yerine telepati tabirini kullanmış. Akıl sır almayan olayları araştırmak için dernek bile kuran Myers, iki yıl sonra da telekinezi tabirini de yürürlüğe sokmuş.
Kendisi aynı zamanda dil bilimci olduğu için zaman buldukça tabir türetmiş gibi bir havası da yok deği hani. Ama abinin hakkını verelim, kullanıma soktuğu kelimeler bilim kurgunun kilit tanımları arasına çoktan girdi.
15 dakika ihtiyaç molası: Zaman yolculuğu (Time travel)
Zaman içinde yolculuk aslında pek öyle isminin çağrıştırdığı gibi yolculuk değil; yani çok hızlı gelişiyor. Bi makineye giriyor girdiğiniz gibi de başka bi zamana düşüyorsunuz. Arada M.Ö 654 yılında iniyim de ihtiyaç molası veriyim gibi bi durum söz konusu değil. Nedense çok ani gelişiyor bu yolculuk. Tabirin kökü ise yine H.G. Wells’e ve 1894 yılında yazdığı “The Time Machine – Zaman Makinasi” romanına dayanıyor.
Bilim kurgu tabirleri yazısındaki bilim kurgu kelimesinin kökeni: Bilim kurgu (Science fiction)
Oxford sözlüğüne bilim kurgu kelimesinin ilk girdiği tarih William Wilson’ın 1851 tarihli “A Little Earnest Book upon a Great Old Subject” adlı eseriyle olmuş. Wilson bu eserinde bir objenin altı farklı hayvanın gözünden nasıl göründüğünü incelemiş ve çalışmasını bilim kurgu olarak nitelemiş. Tanımı bugünkü kullanım alanında değerlendiren ise bilim kurgu yazarı ve yayıncı Hugo Gernsback’tır. En prestijli bilim kurgu ödüllerinden olan Hugo Ödülleri’nin isminin nereden geldiğini yazmıyoruz artık.