19.yüzyılın başlarından ortalarına kadar, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir “ütopya” rüzgârı esiyordu. O dönemlerde insanlar, daha iyi, daha adil ve huzurlu bir toplum kurma hayaliyle adeta yanıp tutuşuyorlardı. Ama dürüst olmak gerekirse, insanlık bu hayale çok daha eskiden beri tutulmuş durumda. Bu tür toplulukların başında ise genellikle çevresindekileri kolayca etkileyen, adeta bir “mesih” gibi görülen liderler olurdu. Ama işin ilginç tarafı şu: Bu topluluklar, zamanla bizzat savaş açtıkları şeylere, yani baskıya, eşitsizliğe ve hatta yozlaşmaya dönüşebiliyorlardı. Başta “kapitalizmden ve yolsuzluktan uzak, adeta cennetten bir köşe” gibi parlatılan bu hayaller, pratikte işler sarpa sarınca o kadar da parlak görünmüyordu. İşte ideal toplumda yaşama niyetiyle kurulsa da sonunda başarısız olan ütopyalar…
1. Fruitlands
Başarısız olan ütopyalar yazımıza başlıyoruz. Fruitlands, 1843 yılında Massachusetts’te kurulan mini minnacık ama hayalleri kocaman bir tarım komünüydü. Kurucuları ise aşkıncı (Transcendentalist felsefe) Charles Lane ve Amos Bronson Alcott’tu. Amos Bronson Alcott, “Küçük Kadınlar” romanının yazarı Louisa May Alcott’un babasıydı.
Fruitlands’in amacı çok netti: Kapitalizme elveda, doğaya merhaba! “Sanayi Devrimi bizi bozdu” deyip doğaya dönelim dediler. Vegan beslenme, sade yaşam, doğayla iç içe bir ruh hali… Hepsi çok güzeldi ama maalesef tarım bilgileri sıfırdı. Koca idealist ekip, nasıl sebze yetiştirilir, nasıl hayatta kalınır pek bilmiyordu.
Toplamda 14 kişi yaşıyordu burada ama işler hiç yolunda gitmedi. Kavga, kıtlık, felsefi tartışmalar derken sadece 7 ayda komün dağıldı. Alcott ailesi Concord’a taşındı ve Louisa May Alcott bu başarısız deneyi hicvederek Transcendental Wild Oats adlı eseri kaleme aldı. Ne diyelim, iyi ki yazmış!
2. Brook Farm
1841 yılında George ve Sophia Ripley çifti, Boston’a çok yakın bir yerde Brook Farm adını verdikleri yepyeni bir komün kurdu. “Paylaşalım, birlikte çalışalım, birlikte kazanalım” dediler. Komün, bir yandan eğitim veren bir okul kurdu, bir yandan da mütevazı tarım faaliyetleriyle geçinmeye çalıştı.
Ancak kısa süre içinde işler sarpa sardı. Ekonomik zorluklar büyüyünce, “Hadi daha radikal olalım!” deyip Fransız sosyalist Charles Fourier’in fikirlerine geçiş yaptılar. Kocaman bir bina inşa etmeye başladılar: “Falanster”. Bu yapı hem şehir hem köy hayatını birleştirecekti. (Yani ütopya üzerine ütopya!)
Ama… O bina inşaat sırasında yandı. Yani koskoca umutlar bir yangınla kül oldu. Maddi çöküş kaçınılmazdı. 1847’de Brook Farm tamamen kapandı. Bugün ise bu yer, Massachusetts Rekreasyon Bakanlığı’nın korumasında ve tarihi bir simge.
1965’te bir grup sanatçı (evet, sahne isimleri var: Curly, Larry, Drop Lady ve Clard) Colorado’da “Drop City” adını verdikleri bir hippi komünü kurdu. Burası sıradan bir yer değildi; geri dönüştürülmüş araba parçalarından yapılmış kubbe şeklindeki evlerle doluydu. Adeta bir sanat enstalasyonu gibiydi.
“Drop Art” denilen bir sanat hareketinin içinden doğan bu komün, kısa sürede medyanın ilgisini çekti. Herkes oraya akın etmeye başladı ama işte orada çatırdamalar başladı. “Bu kadar insan, bu kadar fikir bir arada olunca ne olur?” diye sorarsanız: bolca fikir çatışması.
Zamanla kurucular ayrıldı, komün boşaldı. 1979’da tamamen terk edildi. 90’ların sonunda ise kalan son kubbeler de yıkıldı. Ama Drop City, 60’lar kültüründe önemli bir ikon olarak hafızalarda kaldı.
4. Helicon Home Colony
1906’da meşhur yazar Upton Sinclair, New Jersey’de “aydınlanmış bireyler” için bir koloni kurdu: Helicon Home Colony. Amacı tamamen kendi kendine yetebilen, modern, özgürlükçü bir topluluk yaratmaktı. Sinclair bu fikri, Charlotte Perkins Gilman gibi dönemin “ilerici” figürlerinden etkilenerek şekillendirmişti.
Ama ne yazık ki perde arkasında büyük bir çelişki vardı. Koloni sadece beyazları kabul ediyor, Siyah, Yahudi ve diğer etnik grupları dışlıyordu. Yani “özgürlükçü” dedikleri yapı, aslında ırkçıydı.
Ve bu koloni de uzun ömürlü olmadı. Sadece birkaç ay sonra çıkan bir yangın binayı kül etti ve bir kişinin hayatına mal oldu. Sinclair o günleri hatırladığında şöyle dedi: “Gelecekte yaşadım ama sonra dönüp baktığımda her şey sıkıcı ve tatsız görünüyordu.” Başarısız olan ütopyalar yazımıza devam ediyoruz.
Ve şimdi geldik listenin en sarsıcı hikayelerinden birine: Jonestown. 1970’lerde Guyana ormanlarında kurulan bu komün, Jim Jones adlı bir tarikat lideri tarafından yönetiliyordu. “Peoples Temple” adı altında insanları etkileyen Jones, kıyamet senaryoları anlatarak birçok Amerikalıyı buraya taşınmaya ikna etti.
İlk başta sosyalist bir cennet vadetti. Ama gerçek bambaşkaydı. İnsanlar ormanda kapana kısılmıştı, ağır kontrol altındaydılar. İşin sonu 1978’de büyük bir trajediye dönüştü. Kaliforniya’dan gelen Kongre Üyesi Leo Ryan, iddiaları araştırmak üzere geldi ama komünden ayrılırken vurularak öldürüldü.
O sırada Jones, takipçilerine zehirli bir içecek içirdi. Çocuklar da dahil olmak üzere 900’den fazla kişi hayatını kaybetti. Jim Jones da kendini öldürdü. Bu olay, tarihin en korkunç toplu intiharlarından biri olarak hafızalara kazındı.
6. Oneida Topluluğu
Oneida Topluluğu, 1848 yılında New York’ta kurulmuş, oldukça sıra dışı bir Hristiyan komünüydü. Öyle klasik dua et, ibadet et tarzında bir yer değildi. John Humphrey Noyes isimli bir vaiz ve düşünür vardı, “Tanrı’ya ulaşmanın yolu saf aşktır” diyerek yola çıktı. Ama bu “saf aşk” lafını biraz farklı anlamış olacak ki, “özgür aşk” ve “karmaşık evlilik” gibi sıra dışı kavramlarla bir yaşam tarzı kurdu.
“Özgür aşk” Noyes’in kendi uydurduğu bir kavramdı. İnsanlar burada tek bir eşe bağlı kalmak zorunda değildi. Aşkın kuralı olmaz diyerek bir tür kolektif ilişki ağı oluşturdular. Az sayıda insan yaşıyordu ama topluluğun yapısı minik bir devlet gibi: komiteler, konseyler, kurullar… Bildiğiniz bürokratik bir aşk cenneti!
Ancak Noyes’un liderliği oğluna bırakma çabaları pek hoş karşılanmadı. Oğlu Theodore, babası kadar etkileyici biri değildi. Üstüne bir de Noyes hakkında bazı hukuki suçlamalar ortaya atıldı: cinsel suçlamalar… Hal böyle olunca Kanada’ya kaçmak zorunda kaldı. Arkasında topluluğa yazdığı mektuplarla, “Bu özgür aşk olayını bırakın” diye yalvardı.
1880’de Oneida Topluluğu bir şirket haline dönüştü. Komünlük bitti ama hatırası kalıcı oldu. Hatta bu topluluktan doğan Oneida Limited isimli şirket, günümüzde çatal bıçak takımlarıyla ünlü! Paslanmaz çelikte lider, ama o “karmaşık aşk” günleri geride kaldı.
Kommune 1, 1960’larda Almanya’da ortaya çıkan asi, renkli ve politik bir öğrenci hareketinin ürünüydü. Berlin’de başladı, tam anlamıyla “duvarları yıkalım” diyordu, hem gerçek hem mecazi anlamda. Alman yazar Hans Magnus Enzensberger’in evinde başladı bu hikâye. Amacı: geleneksel aile yapısını yerle bir etmek!
Kommune 1’in üyeleri çekirdek aileyi faşizmin temeli olarak görüyordu. Aşka, yaşama, ilişkilere farklı bir pencereden bakıyorlardı. Bir düzineden fazla kişiye ev sahipliği yapmadı belki ama, sahneledikleri gösterişli protestolar sayesinde herkesin dilindeydi. Siyasi yelpazenin her yanından hem alkış hem de tepki aldılar.
Zamanla “özgür aşk” fikrine iyice sarıldılar. Öyle ki, komün adeta bir hedonist mabedi haline geldi. Hatta Jimi Hendrix bile ilgilenmiş! Ama iş sadece özgürlükte değilmiş… Grup üyeleri medyada görünmeye daha çok önem verince içeride çatlaklar oluştu. 1969’un sonlarında bir motorcu çetesi tarafından yerleri talan edildi ve komün dağıldı. Ama hikâyesi hâlâ anlatılır.
8. Zendik Çiftliği
Zendik Çiftliği bir komün değil, neredeyse bir ruh haliydi. Sanatçılar için bir cennet gibi tasarlanmıştı. Kurucusu Wulf Zendik ve eşi Arol, sistemin dayattığı geleneklerden kaçıp, daha doğal ve yaratıcı bir hayat arıyorlardı. Nerede mi başladı? California’da, mütevazı bir çiftlikte.
Zamanla çiftlik Miami’ye, sonra tekrar California’ya taşındı. Yaşadıkları yerler değişti ama ruhları aynı kaldı. Zendik topluluğu, çevreci bir yaşam tarzını benimseyerek kendi dergilerini çıkardı, yayıncılıkla geçindiler. Kendi ifadeleriyle “doğaya uyumlu, kapitalizme alternatif” bir sistemdi bu.
1980’lerin sonunda Kaliforniya’da büyüdüler, sonra Florida’ya, ardından Kuzey Karolina’ya geçtiler. Wulf öldü, liderlik Arol’a geçti. O da 2012’de vefat ettiğinde, grup giderek küçüldü. Son olarak Batı Virginia’ya taşındılar ama bu da fazla sürmedi. Komün, adım adım sessizce dağıldı. Başarısız olan ütopyalar yazımıza devam ediyoruz.
Colonia Dignidad, Almanya’dan Şili’ye kaçan eski papaz Paul Schäfer’in karanlık dünyasıydı. 1961’de çocuk tacizi suçlamalarından kurtulmak için Güney Amerika’ya kaçtı ve burada kendi gizli cemaatini kurdu. Dışarıdan bakıldığında düzenli, huzurlu bir yer gibi görünüyordu ama içeride bambaşka şeyler dönüyordu.
Schäfer, Şili diktatörü Pinochet ile gizli anlaşmalar yaptı. Karşılığında askeri destek aldı ve koloniyi tam anlamıyla bir işkence kampına çevirdi. Muhalifler burada işkence gördü, hatta hayatlarını kaybetti. 1990’da Pinochet rejimi sona erdi ama koloni kendi sınırları içinde hâlâ direniyordu.
Yıllar sonra Schäfer yakalandı, 20 yıl hapse mahkûm edildi ve 2010’da hapiste öldü. Şaşırtıcı ama doğru: Tüm bu geçmişe rağmen Colonia Dignidad, günümüzde Villa Baviera adıyla bir turistik köye dönüştürüldü. Evet, korkunç bir geçmiş, ama üstü örtülüp paketlenmiş bir turizm ürünü hâline geldi. Ürpertici ama gerçek…
10. Yeni Avustralya
Yeni Avustralya, 1893’te Avustralyalı aktivist William Lane tarafından Paraguay’da kurulan bir sosyalist komündü. Hayali büyük, uygulaması ise tam bir fiyaskoydu. Lane, beyaz üstünlüğünü savunan, ırkçı ama sosyalist bir adamdı. Ne garip değil mi?
200’den fazla kişiyi “gelin, birlikte eşitçe ve kardeşçe yaşayalım” diyerek Paraguay’a götürdü. Ama gerçekler acıydı: Sıcak, hastalık, orman… Her şey zordu. Üstelik Lane, alkolü yasakladı ve yerel halkla ilişkiyi de! İsyanlar başladı, moral yerle bir oldu.
Birçok kişi Avustralya’ya geri döndü ya da başka komünlere kaçtı. William Lane bile sonunda pes etti. Gazeteciliğe dönmek için Yeni Zelanda’ya gitti. Paraguay hükümeti de komünün kooperatif statüsünü iptal etti. Ve böylece Yeni Avustralya, kurulduktan sadece 4 yıl sonra tarihe karıştı. Başarısız olan ütopyalar yazımızın sonuna geldik.