Divan edebiyatını, Halk edebiyatını, Garip Akımını harmanlayıp, yoğuran ve İkinci Yeninin son dönem temsilcilerinden olan bir şairi tanıtmak istedik bu listemizde. İşte şiirleriyle bir Akdenizli şair, Barış Erdoğan…
Bir kucak aşk
benim babam hamaldır güzelim
her akşam çarşıdan anneme
bir kucak aşk taşır
benim annem hamaldır güzelim
sabahtan akşama babama
aş yerine aşk pişirir
“Şiire tapan bu adam bir gün yedi tepeli bir şehre gitti, kendini orada buldu… Bir gün o şehirden ayrıldı; ama gittiği yere kendini (dertlerini) götürmedi… Yıllar sonra Batı’ya açıldı.” diye kendini anlatmaya başlayan Barış Erdoğan 1956 yılında; çok sevdiği yeşil, mavi ve kırmızının harmanlandığı Akdeniz’in bir beldesinde, Anamur’da dünyaya geldi.
Bu şehr-i stanbul ki nice şair yutar
harfler kölesiyim, otağ kurarım hünkar rahlesinde
kemale erdiğim yanılgısı benimki belki
cehalet kokarım hâlâ, bende diz boyu çamur
adım nergis, nakkaşlar nakşetmede
bir ders bin derstir ömür kitabımda
kelimeler kursağımda ekşiyen safra, eskiyen tafra
el pençe divanında, iki büklüm huzurundayım
tükenmez bu kölelik, hint kumaşı eskimezlik
yol yok, ufuk alabildiğine geniş, yürü gücün varsa
zihin ayna tozu alır, daha kaç alfabelik
yorgunluğa tırıs kalkmış bütün ışıklar
körlük uzun yolculuk, bolluk tükenmişlik
çok çalkalandık kölelik hafif kalır bu kent pazarında
adını istanbul koyarsın belleğe derin kuyu
çömelirsin düşen bir damlacık
asırlarca göl kokmaz, düş olan güllük
bağışlayın dünyanın en birinci dilencisiyim
kese dibi delik, ne öğrendim ben de yabancıyım
dönüp varsam “senden geçti” derler
a’ya kırk yıl harca, bitmez kölelik
bu şehr-i stanbul ki nice şair yutar nice alim
diklenme aynalara, aynalar derin boşluk
İlk gençlik yıllarında resme, fotoğrafa ve edebiyata ilgisi olan şair, (şiirlerinde özellikle fotoğrafın ve resmin önemli bir yeri vardır) aslında Fransız dili okuyup rehber olmak istiyordu. Hocası Yahya Kemal gibi belki de uzaklara gitmeyi düşlüyordu; ancak kader ve şartlar onu edebiyatın tam ortasına, şehr-i stanbul’a savurmuştu.
Şairler esintisi
vahşi bir kedi mektubu okuyorum “ilhan berk”çe
der ki bütün şiirler süt saati
kanat çırpan martıdır, deniz deryalaşmadıkça
dalga dalga “cansever”ce
bir kucak gülle geldim “cemal”im
bir kucak gönülle kapındayım şiirin öldürür beni
kuşüzümünü sevdiğini söyleme, hoyrat eller yolar
ağaç utancından kurur “asaf” efendi
kanatlanma, üstünde kurşundan kubbeler
teleğinde mitralyöz taşır “turgut uyar”
taş taş üstünde bırakmadık, fena seviştik
biz ne bina ettik, evler üstünde “necatigil” bilir
yağmur duasına çıkanlara takıl
sen tufan dile tanrıdan, “haşim”in nefesi daha derindir
rahmetle anacaksan kucağında can vereyim
son nefesim yüzünde bahar esintisi, “gülten”e sorun
İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamlayan şair; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini ve Çapa Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdi. Şairler tanıdı, şiirler ezberledi, hep şiir yazdı. Çeşitli okullarda ve dershanelerde edebiyat öğretmenliği yaparken bir yandan da hayatın fotoğrafını çekti, yağlı boya resimler yaptı.
Özgeçmiş
Beni saraylara kapatmayın baba
Krallık istemem
Bak kadınlar ne kadar güzel alımlı
Kıvrak dansları bizimçün.
Çocuklar uzatın ellerinizi öpeceğim.
Günaydın anne!
Bütün saatler zembereklerinizi boşaltın
Adın neydi senin?
Geçinmeye yüzün yoktu vesselam
Bu yüzden babamın adını unuttun
Gurur içinde yaşayanlar kazandı kardeşim
Kumarda evreni,
Sen kumarbaz değilsin ki
Maça papaz kare as.
Sokakları taşıdın sırtımda ustam
Bizim mahalleye.
Neden susam kokar simitçiler ha!
Söyler misin?
Anladım çok yorgunum n’eylersin
Hamal yükünü ölünce indirir.
(Milliyet Sanat, 1986)
İlk şiirlerini, öykülerini, eleştirilerini ve aforizmalarını üniversite yıllarında (1978) arkadaşlarıyla çıkardığı “Sanatta Kalem” dergisinde yayımlandı. Milliyet Sanat’ın genç şairlere çağrısına “Özgeçmiş” şiiriyle cevap verdi. Yine 80’li yıllarda Oluşum dergisinde denemeler ve eleştiriler yazdı.
Toroslarda mum çiçeğiydik
toroslarda mum çiçeğiydik, yanmayı bekleyen
solup gittik, sönüp gittik, hesap soramadık kimseden
kumrular dahil
usul usul ineyim dersin bu yaştan sonra
merdiven var, basamak yok
kanatlan sıkıyorsa
bir bıçak kesiği gibi duruyor dudaklarımın arası
belki eskilerini giyinmiş hayalimdi
çıplaklığım fani
nazarım şiir kokar, bir ölçek almaz mısınız
damlası kalmaz az sonra
oysa zemzem
geceleri kim aşılar sulara umudu
sabaha kim biçer hoyratça allahım
hesabını sen sor
ah ben sana susadım dedim ve öldüm
şimdi bir mendil ört yüzüme zeytin işlemeli
yüzüm ya akdeniz’i görsün ya seni
Köylerinin gazete okuyan tek adamı olan babasından dinlediği efsaneler, masallar ve öyküler ileriki yıllarda yazacağı şiirlerinin birer parçası olacaktı.
Sultan-ı yegâh
biz her gece şiir içer, her heceyle kendimizden geçeriz
bir duygu selinde boğulsak da sultan-ı yegahı seçeriz
hülyayla yola çıkmışsak gem almaz seferde sultan atı
sultanı devirmek yürek ister, her adımda dert biçeriz
sabaha çıkmamış şarkının bestesinde yoksulluk havası
kayıp saltanata yüz sürsek de bin dereden heva içeriz
hüzün devralsak tartıya çıkacak hecenin dilinde çengi
bin sıkıntı versek, bin bela döksek de yeni bahar açarız
devran bize dönmemiş bela okumak gücümüze gider
yeni deryada görünmek için zümrüdüankalara uçarız
Özşiir akımına bağlılığı şairin şiirlerini geç yayımlamasına neden oldu. Aldığı edebiyat ve şiir eğitiminin etkisiyle bazen klasik tarzda, bazen halk şiiri tarzında; ama en çok da İkinci Yeninin devamı olan serbest nazım tarzında şiirler yazdı. Şiir yazmak onun için “ruh doyurma” seanslarıydı sanki. Bir arkadaşının ısrarıyla kitap yayımlamaya karar verdi.
Yenicami’de güvercin olsam
yenicami’de güvercin olsam yaz kış
cuma günleri gelip yemlesen, okşamadan gitmesen beni
galata köprüsünün altında balık olsam dört mevsim
her sabah oltana takılsam, benimle evinin yolunu tutsan
kapalıçarşı’da mavi boncuk olsam sıra sıra
gelsen, bileklerine dolasan, okşasan, hiç çıkarmasan
boğaz vapurlarında kaptan olsan
bugün yolcu almak yasak desen, sadece beni alsan
taksim’de bir çiçekçide kızıl bir gülüm,mor bir hatmiyim
masanı süslesem, eğilip koklasan,tenine dokunsam
ben galiba bozkırda şiir güverciniyim
yalana dolana baş vurmadan oturup kafesinde ötsem
Şiirlerini Kuş Kıyamet (2011), Şiir Cin/ayetleri (2012), Simurgname (2013) ve Zeymuran (2014) isimli şiir kitaplarında topladı.
Aşkın çarpsın beni
bana bir ayet oku içinden dürüstçe
aşkın çarpsın nefeslendikçe
bir roman kapağına düşüvermiş şıpsevdiliğimiz
elden ele hicretteyiz
suskunluğuma benzer kapı çalışın
yankısı, senle ben arasında eriyen sarkaç
ben ömrün mektebinde sıra döverim
dönüp dolaşıp mısra çiğnerim
ah ben tahayyül heykeliyim meydanlarda
ince ince yontmaya gelin
seni akdeniz’e banmadığım günler katliam
kuş kuşa oturduğumuza sayalım
baş başa kalsak sana mutluluk ikram ederim
kısmet değilmiş, yarın erken gel
“Koca bir sarayın kapısını açmak için küçük bir anahtar yeter; ama küçük bir şiirin kapısını açmak içinse koca anahtar sözcükler gerekir.” diyen şair, şiirlerinde zengin sözcük hazinesini, deyimleri ve edebi sanatları büyük bir ustalıkla kullandı.
Soma’da bir madenci
babam soma’da yakası karanfilli afili bir madenciydi
genzimi şakayık kokusu yaktı, o bahar mahar inciydi
künyesine ne yazdılar ki, ölüme dört nala koşuyordu
ucuz bir ölüme koşan babam şimdi cennette neciydi
Toplumdan ve toplumsal olaylardan kendini hiçbir zaman soyutlamayan şair, toplum vicdanında derin yaralar açan olaylar karşısında duyarsız kalmadı. Kimi zaman Gezi Olaylarının içinde yer alırken, kimi zaman maden göçüklerinde yaşadı şiirleriyle…
Simurgname
yüzünü resmetsem her bir ırmağımızda kımıl kımıl duru su
belki munzur belki kızılırmak belki çarşamba, en çok göksu
ırmak suyunda yıkanmış günahlarımızda sözleri balık yemi
bir takanın koynuna sığınsa sinsilik balıkçılarına gece demi
serpilip savrulsak bahar en ince yaprağı görürdü mavisiyle
rüzgar korkusundan çıkmazdı ortalığa, gelsin şairin sesiyle
suya düşen gölgede gurup güzelliğiyle buldum seni nadya
yaslan göğsüme, ömür şarkımız başlasın yanarken dünya
ah yanmaları hayal ederken kül olmak da vardı seher vakti
nergis kokusu baygınlığına kaç zamandır razıyım canım aktı
kazıyıp gittiğin o gövdelerde, koskoca kalp yarası resmimdi
rengi her an andıkça kanayan yara, her an andıkça ismimdi
Türkçeyi büyük bir ustalıkla kullanan şair, daha çok serbest şiir tarzında yazsa da, şiirin ayrılmaz parçası olan uyağa ve öz Türkçeye bağlıdır.
Dilim telinde saklı tını
orman olduğumdan beri duyuyorum cıvıltını
deniz deniz olduğundan beri maviyim
dilim, telinde saklı tını
kimileyin suskunum, kimileyin söz yağmuru
ruhumda tükenmeyen tarihi işkence
hem kuru hem de duru
sokaklar tanır beni, ben eski bir günahım
yıkandıkça ağarmayan çömlek parçası
kadeh kadeh şarap içmiş eyvahım
hangi kıtlık korkutmaz ki seni; ekmek, su, hayal
içinden “ben”i alınmışı ağır ağır öldürür
sen sabah düşlerinle kal
çöplerimi ayıkla, ben kusursuz bahçeyim aslında
adımı sor, sanımı sorgula iyi niyetle
gül tanrıçası derler bana
“Düz insan yaşamı değil, kendini yorandır; şair ise hayatı sözcüklerinin renginde sorgulayan insandır”, diyen Barış Erdoğan:
ekmeğimizi taştan da çıkardık çöpten de
“nam/us”tan hem ‘nam’ çıkardık hem ‘us’
dizelerinde olduğu gibi sözcüklerle bir söz sihirbazı gibi oynadı şiirlerinde; onları böldü, parçaladı, yeni sözcükler çıkardı her birinden.
İsyan şairin hakkı
kamburumla alay edenler
alayınızın hörgücü madagaskar
aynanız sır zerresi, suretiniz toz katmeri
kar düşmüş, bütün günahlarınızı örtün
şiir melekleriniz hüsran ordusu
çarıksız seferlere çıkın
barış kırlangıçlarına yer yok mu dediniz
evler yıkıla, çatılar ateşe verile, küller savrula
devran barışın
devasa gövdelerinizi nerde saklarsınız
şiir yürekliyseniz çıkın meydanlara
cüceleriniz salya sümük
durmayın, savurun taşlarınızı
az saraylar kurmadık belalarınızdan
çevreniz sırçadan manga
vicdanınız mı kanıyor, yama yetmez
pişmanlığınızın iki yakasına köprüler kurun
göç üstüne yük vurun, yük üstüne hörgüç vurun
sırtımdaki bıçağı çekin artık
hünkarınız önünüzde, hülagunuz can çekişmekte
kemikleriniz topraksız mezar
“Zeymuran” isimli şiir kitabıyla 2014 yılı Cemal Süreya Şiir Ödülünü paylaşan Barış Erdoğan; asıl amacının tek dizeyle, hatta tek sözcükle şiir yaratmak olduğunu söyler. Şiirlerine göz atıldığı zaman Yunus’la başlayan, Fuzuli ve Nedim’le devam eden, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim çizgisinde yürüyen, 1950 sonrası şiirinde yıkanan bir şair kimliğiyle görünür.