Aziz Nesin, 20 Aralık 1915’te İstanbul Heybeliada’da doğdu. Babası Abdülaziz Bey Giresun’un Şebinkarahisar ilçesine bağlı Ocaktaşı köyünden göçerek İstanbul’a yerleşti ve bahçıvanlık yaparak geçimini sağladı.
Hayatım süresince boyum kadar kitap yazdım ama beni sevmeyenler buna da mazeret bulup ‘onun zaten boyu kısaydı’ dediler…
Diye sitem eden Mehmet Nusret Nesin ya da bilinen adıyla Aziz Nesin… Mizah, kısa öykü, tiyatro ve şiir dallarında pek çok yapıtı bulunan, söylediği sözler nesiller boyu aktarılmaya devam edecek olan yazarımızın hayatını yaşam öyküsü ve şiirleriyle analım istedik.
Dar Dünya
Yüreğim gövdeme sığmıyor
Gövdem odama
Odam evime sığmıyor
Evim dünyaya
Dünyam evrene sığmıyor
Patlayacağım
Acımın acısından susmuşum
Ki suskunluğum göklere sığmıyor
Böyle bir acıyı kimlere nasıl anlatacağım
Gönül dar geliyor sevgime
Kafam beynime
Ah şakaklarım
Çatlayacağım
Anladım artık anladım
Kimselere anlatamayacağım
Okul
Mapus damı bana çok şey öğretti
Ama en çok sabretmeyi
Yalnızken kalabalık olmayı
Kalabalıktayken de kendimle kalmayı
Ve sürekli kavga edip
Durmadan kendimle barışmayı
Hiç gocunup yüksünmeden
İhanetlere katlanmayı
Beş metrede beş bin metreyi yürümeyi
Ve duvarların darlığında
Dünyaları dolaşmayı
Ve hepsinden de çok
Bütün yuvarlakları yüreğimde bileyip sivriltmeyi
İnsan olmayı insan olmayı
Aziz Nesin, ilk ve orta okulu İstanbul’un çeşitli okullarında okuduktan sonra 1935’te Kuleli Askeri Lisesi’ni, 1937’de Ankara’da Harp Okulu’nu bitirip asteğmen oldu. Son olarak 1939’da Askeri Fen Okulu’nu bitirdi. Bu dönemde bir yandan da Güzel Sanatlar Akademisi Süsleme Bölümü’ne devam etti. Bir röportajında bu eğitim onun hayatına ‘Fikri takip’ dedikleri şeyi getirdiğini belirtmiştir.
Acının Duvarı Aşılınca
Kendisi çatlamadan
Toprağı çatlatamaz tohum
Aşmışım sınırını mutsuzluğun
Ayrımsayamıyorum bile öyle mutsuzum
Acısını artık duyamıyorum
Ki kendim öyle bir acı olmuşum
Nasıl görmezse göz kendini
Kendimi arıyor bulamıyorum.
Nesin, Ankara Harp Okulunu bitirmesinin ardından asteğmen rütbesiyle orduya katıldı. Yurdun çeşitli yerlerinde görev yaptıktan sonra üsteğmen rütbesindeyken “görev ve yetkisini kötüye kullandığı” suçlamasıyla askerlikten uzaklaştırıldı.
En Uzun Maraton
Yüz metrede beni herkes geçer
Dört yüz metrede pek çokları
Geçer çoğu sekiz yüz metrede
Ama ben bırakmam yarışı
Beni bin metrede geçersin
Ben yine koşarım
On bin metrede öndesin
Koşarım ben yine
Yirmi kilometrede geçersin
Hep koşmaktayım
Otuz kilometrede
Kırk kilometrede de geçersin
Ben koşuyorum hâlâ
Ama ellinci
Ya da altmışıncı kilometrede
Soluğun tükenip bir yerde
Dayanamaz düşersin
Bak koşuyorum hâlâ
Çünkü ben bir yaşam maratoncusuyum
Bu yüzden yaşamın en yalnızıyım
Bu sonsuz yarışın sonunda
Beni geçemezsin
Ölümün en büyük ödül olduğunu bilemezsin
Yine ben olurum ilk göğüsleyen ölümü
Askerlikten uzaklaştırılmasının ardından bir süre bakkallık, muhasiplik (muhasebecilik) gibi işler yaptı. 1945 yılında Sedat Simavi’nin çıkardığı “Yedigün” dergisine girdi; daha sonra Karagöz gazetesinde de yapacağı gibi redaktörlük ve yazarlık yaptı. Aynı yıllarda profesyonel olarak oyun yazarlığına ve Tan Gazetesi’nde de köşe yazarlığına başladı.
Yok
Kitabımı sana adamak istedim
Gözlerine baktım
Gözlerin yok
Öpmek istedim
Yüzüne baktım
Yüzün yok
Tutmak istedim elini
Elin yok
İşit sözlerimi yüreğe işleyen
Kulakların yok
Anlat bana bir şey anlat
Dilin yok
Haydi yan yana
Yanın yok
Kitabımı sana adamak istedim
Adın yok
Güvercin getirdi şiirimi geriye
Bu dünyada anlattığın kadın yok…
1946’da Sabahattin Ali ile birlikte Marko Paşa mizah gazetesini çıkardılar. Çıktığında büyük ses getiren dergi dönemin politikacılarını ve tiplemelerini sözünü esirgemeden eleştirmeyi bilmiş, tüm baskıların ve defalarca kapatılmasının getirdiği zor koşullara karşın hedeflediği satış rakamlarına ulaşmıştır.
Kendime Öğüt
Uslanma hiç hep deli kal
Büyüme sakın çocuk kal
Es deli deli böyle kal
Son harmanında sevdanın
Tüken toz toz savrula kal
Suçüstü bulmalı ölüm
Ölürken de sevdalı kal…
Aziz Nesin kitapları içerisinde ikincisi olan Azizname’yi 1948’de çıkardı. Taşlamalardan oluşan bu kitap için hakkında İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Dört ay tutuklu olarak süren dava sonunda mahkumiyet almadı; ancak 1949 yılında İngiltere Prensesi II. Elizabeth, İran Şahı Rıza Pehlevi, Mısır Kralı I. Faruk birlikte Ankaradaki elçilikleri aracılığıyla Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na resmen başvurarak, bir yazısında kendilerini aşağıladığı iddiasıyla aleyhine dava açınca 6 ay hapse mahkûm edildi.
Bağışla
Ya zamanından çok önce gelirim
Dünyaya geldiğim gibi
Ya zamanından çok geç
Seni bu yaşta sevdiğim gibi
Mutluluğa hep geç kalırım
Hep erken giderim mutsuzluğa
Ya her şey bitmiştir çoktan
Ya hiçbir şey başlamamış
Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın
Ölüme erken sevgiye geç
Yine gecikmişim bağışla sevgilim
Sevgiye on kala ölüme beş
1952’de İstanbul’da Levent’te bir dükkân kiraladı ve Oluş Kitabevi’ni açtı; 1953’te Beyoğlu’nda bir ortağıyla “Paradi Fotoğraf Stüdyosu”nu kurdu. 1954’te Akbaba dergisinde takma adlarla öyküler yazmaya başladı.
Susarak
Güneş altında söylenmedik söz yokmuş…
Bu yüzden geceleri söylüyorum sevdiğimi…
Ne gece, ne gündüz yokmuş söylenmemiş söz…
Ben de söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde…
Hiçbir biçim kalmamış dünyada denenmedik…
Ben de susuyorum sevgimi saklayıp içimde…
Duyuyorsun değil mi suskunluğumu nasıl haykırıyor…
Susarak sevgisini ilan eden çok var sevgilim…
Ama bir başka seven yok benim sustuğum biçimde…
1955’te 6-7 Eylül faciası olarak tarihimize geçen, İstanbuldaki azınlıkların ev ve dükkânlarının korkunç yıkımına suçlu aranmaya başlanmıştı. Dönemin iktidarı olayların bir “kömünist komplosu” olduğunu öne sürerek, aralarında Aziz Nesin’in de olduğu, sol görüşe yakın pek çok kişiyi tutuklattı. Aziz Nesin hiçbir gerekçe olmaksızın 9 ay cezaevinde yattı.
Boşuna
Sen yoksun…
Boşuna yağıyor yağmur…
Birlikte ıslanmayacağız ki…
Boşuna bu nehir…
Çırpınıp pırpırlanması…
Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki…
Uzar uzar gider…
Boşuna yorulur yollar…
Birlikte yürüyemeyeceğiz ki…
Özlemler de ayrılıklar da boşuna
Öyle uzaklardayız…
Birlikte ağlayamayacağız ki
Seviyorum seni boşuna…
Boşuna yaşıyorum
Yaşamı bölüşemeyeceğiz ki…
“Dolmuş” (1955); “Yeni Gazete” (1957), Akşam (1958), “Tanin” (1960), “Günaydın” (1969), Aydınlık (1993) gibi dergi ve gazetelerde yayımlanan gülmece öyküleri, röportajlar ve fıkralarla Çağdaş Türk Edebiyatı’nın tanınmış ve en verimli kalemlerinden biri durumuna geldi.
Çoğalmak
Kalabalıkta kalabalıkça yalnızlık
Yalnızladıkça birbirimizi
Haydi çoğalalım
Çoğaltarak kendimizi
Bir canım çoğal da bin can ol
Isıt yaşlıların yalnızlıklarını
Ilınsın üşümüşlüğü bırakılmışların
Çoğalın dudaklarım çoğalın sonsuz
Öpün bütün ağlayan çocukları kimsesiz
Çoğal gözlerim çoğal
Gör bütün görmeyenlerde yapayalnız
Ellerime tutunun ellerime çoğalın
Okşayın sevecenlikle çocukları
Hıçkırırlarken uykularında bile
1956 yılında İtalya’da yapılan ve 22 ülkenin katıldığı Uluslararası Gülmece Yarışması’nda ilk ödül olan Altın Palmiye’yi ‘Kazan Töreni’ adlı öyküsüyle kazandı. Ertesi yıl aynı ödülü ‘Fil Hamdi’ adlı öyküsüyle ikinci kez kazandı. İlk ödülünü 1960 yılında devlet hazinesine bağışladı.
Daha Ne
Verebileceğinin hepsini verdi
Yaşattı sana yaşanmamışlarını
Ama sen sonsuz sınırsız doyumsuz
Hiçbir sevi sür-git değil
Cennet bir tadımlık
Mutluluk bir şimşek parıltısınca
Zaman nasıl donmuşsa bir resimde
Donmuşluğudur zamanın mutluluk
Ölümsüz olan bir anmalık
Yaşattı seni yaşayamadıklarında
Hem de ölesiye
Daha ne
İlk kez 1965 yılında -ancak 50 yaşındayken bu hakkı elde edebilmişti- bir pasaport alabildi. Berlin ve Weimardaki Antifaşist Yazarlar Toplantısı’na davetli olarak katıldı. Altı ay süren bu ilk yurt dışı gezisinde, Polonya, Sovyetler Birliği, Romanya ve Bulgaristan’a gitti.
Konser
Şimdiden duyuyorum
Her şey birdenbire olacak
Şuramda bir kılcal damar
Ya da beynimde bir sinir ucu
O anda bir yerlere atılmış eski bir kemanın
Yalnızlıktan gerilmiş bir teli kopacak
Ya da terk edilmiş bozuk bir piyanodan
Tek notalık si minörden bir ses çıkacak
Karanlıkta ve yalnızken dinlemeli
Bu konser modası geçmiş adamın
Yaşamı boyunca sunmak isteyip de
Veremediği ilk ve son konser olacak
Aziz Nesin’i İstanbul’dan bir yere süreceklerdir, karakola çağırıp “Böyle böyle süreceğiz seni, nereyi istersin… İzmir’i mi Bursa’yı mı?” diye sorarlar. Nesin de “İzmir’i hiç görmedim, madem sürüyorsunuz oraya sürün” der. Sonra tebligat gelir… Bir bakar ki Bursa’ya sürülmüş. Meğer yanlışlıkla istediği yere sürmeyelim diye çağırmışlar karakola…
Yuva
Yan yana geldikçe daha uzak
Birlikteyken daha kimsesiz
Bir ağrı sızım sızım yeri belirsiz
O da yalnız
Ben de yalnız
Acılar tütüyor bacamızdan
Görünmeyen taş duvarlar örmüşüz
Duvar olduk kendimize kendimiz
Ne yana dönsek
Kendimize çarparız
1972’de Nesin Vakfı’nı kurdu. Vakfa her yıl belirli sayıda alınan kimsesiz ve yoksul çocuğun bakım ve eğitimlerini üstlendi. Kitaplarının tüm gelirini vakfa bıraktı.
Çocuklarıma
Diyelim ıslık çalacaksın ıslık
Sen ıslık çalınca
Ne ıslık çalıyor diye şaşacak herkes
Kimse çalamamalı senin gibi güzel
Örneğin kıyıya çarpan dalgaları sayacaksın
Senden önce kimse saymamış olmalı
Senin saydığın gibi doğru ve güzel
Hem dalgaları hem saymasını severek
De ki sinek avlıyorsun sinek
En usta sinek avcısı olmalısın
Dünya sinek avcıları örgütünde yerin başta
Örgüt yoksa seninle başlamalı
Say ki hiçbir işin yok da düşünüyorsun
Düşün düşünebildiğince üç boyutlu
Amma da düşünüyor diye şaşsın dünya
Sanki senden önce düşünen hiç olmamış
Dalga mı geçiyorsun düşler mi kuruyorsun
Öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum
Düşlerini somsomut görüp şaşsınlar
Böyle bir dalgacı daha dünyaya gelmedi desinler
Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum
Derlerse ki bu işler bişeye yaramaz
De ki bütün işe yarayanlar
İşe yaramaz sanılanlardan çıkar
1983’te Amerika Birleşik Devletleri’nde Indiana Üniversitesi’nin düzenlediği uluslararası toplantıya çağrılan Nesin, pasaportu 12 Eylül idaresince geri alındığı için bu toplantıya katılamadı.
Zorla
Kendiliğimden şiir yazmadım
Şiir yazdırttı kendini
Hiçbir seviyi ben bırakmadım
Seviler bıraktırttı kendini
Kaçmadığıma bakmayın siz
Döğüştümse namus deyip
Hiçbir kavgayı ben çıkarmadım
Kavgaya zorladılar beni
Bu amansız yarışa kendim girmedim
Soluk soluğa yarışta buldum kendimi
Gönüllü katılmadım hiçbirine
İstesem de istemesem de yarışa kattılar beni
Biliyorum ki yazılan artık yaşanmaz
Ben yazmak istemedim
Yaşamak istedim sevgimi
Kendileri yazdırttılar kendilerini
Nesin, 1989’da Demokrasi Kurultayı’nın toplanmasında etkin görev aldı ve oluşturulan Demokrasi İzleme Komitesi’nin iki başkanından biri oldu. Aynı yıl, Sovyet Çocuk Fonu’nun ilk kez verilen “Tolstoy Altın Madalyası”na değer görüldü.
67. Yaş
Benim doğduğum gün
Günler uzamaya başlar
Öyle bir öleceğim ki
Geceler uzamaya başlayacak
Ve öyle bir öleceğim ki
Günlerle gecelerden başka
Hiç kimse öldüğümü anlamayacak
19 Mart 1990’da Ankara Sanat Kurumunda 75. yaşını kutlayan Nesin, 2 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal etkinliklerine katılmak üzere Sivas’a gitti. 37 kişinin yaşamını yitirdiği Madımak Oteli Katliamı‘ndan sağ kurtuldu.
Sivas Acısı
Ben tanırım
Bu bulut bizim oranın bulutu
Hemşeriyiz ne de olsa
Benim için kalkmış, ta Sivas’tan gelmiş
Yurdumun bulutu
Başımın üstünde yeri var
Ben bilirim
Bu rüzgar bizim oranın rüzgarı
Hemşerimiz ne de olsa
Benim için kopup gelmiş yayladan
Yurdumun rüzgarı
Kurutsun diye akan kanlarımı
Ben anlarım
Bu acı bizim ora işi hançer acısı
Bir ülkedeniz ne de olsa
Aynı dili konuşsak da
Anlamayız birbirimizi
Hançerin nakışı
Tanıdım acısından Sivas işi
Ben duyarım duyumsarım
Bizim oranın sızısı bu
Binip kara bir buluta Sivas ilinden
Sivas rüzgarında uçup gelmiş
Helallik dilemeye
Ey yüreğimin onmaz acıları
Ey beynimin dinmez sancıları
Suç ne bende ne de sende
Suç seni karanlıklara gömenlerde
Ne de olsa yurttaşımsın
Kapalı olsa da bütün vicdan kapıları yüzüne
Bilmelisin bir yerin var can evimde
Yazar, söyleşi ve imza günü için gittiği Çeşme Alaçatı’da, geçirdiği kalp kriziyle hayatını kaybetti. Cenazesi 7 Temmuz 1995’te vasiyeti gereği hiçbir tören yapılmaksızın ve yeri belli olmayacak şekilde Çatalcadaki Nesin Vakfı’nın bahçesine gömüldü. Ardında 80 yıllık mücadele, sayısız başarı ve Nesin Vakfı’nı bıraktı.
Arkadaşım Badem Ağacı
Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek kara kış…
Açarsın çiçeklerini…
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü…
Bir güler yüz bir tatlı söz…
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni kara sevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Ko desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya
Aziz Nesin’in yakın dostu Ataol Behramoğlu anlatıyor:
“Kadınları sevdiği muhakkak… Aziz Nesin, çevresindeki bütün kalabalıklara rağmen yalnız, çok yalnız bir insandı bence. Ömrünce tek aşkı, ölümsüz bir aşkı, ‘o hepimizin sevgilisidir’ dediği Yetmiş Yaşım Merhabadaki Tülsü’yü aradığına ve ömrünce içinde bir aile yuvası özlemi taşıdığına inanıyorum” der. Cimriliğin de, “çapkınlık” gibi sadece bir yakıştırma olduğuna inanan Behramoğlu, Nesin’e “cimri” diyenlere, biriktirdiği şeyleri kendisi için değil, başkaları -özellikle vakıftaki çocukları- için harcayan Nesin’in tutumluluğunu örnek almalarını öneriyor.