İngilizler İstanbul’da Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit’in yurdu teslim etmesiyle yetinilmemesi gerektiğini bilecek kadar sömürgecilik deneyimine sahipti. Batırmaya çalıştıkları Bandırma Vapuru, kurtuluş rotasında özgürlüğün ilan edileceği kıyılara yanaşmayı başarmıştı. Öte yandan, 1919 yılının 19 Mayıs, 22 Haziran, 23 Temmuz, 4 Eylül ve 27 Aralık günleri işgalcilerin kaygılarını haklı çıkarıyordu. Fakat başta İngilizler olmak üzere işgalciler ne kadar haklı çıktıklarını düşünmüyor, büyüyen bağımsızlık ateşiyle Anadolu’yu uyandıran emsalsiz direnişi sonlandırmak için her yola başvuruyordu. Velhasıl, Mustafa Kemal gerekirse ölmeli ve bu direniş ateşi söndürülmeliydi… İstanbul’daki işgal sever hükümeti ve Saltanat’ın yanında olduğunu bilen İngilizler ellerinden geleni ardına koymuyor, Vahdettin ve Ferit de iç isyanları çıkaran kuvvetleri yöneterek işgalcilere yaranmayı marifet sayıyorlardı. Ancak türlü nifaklara, isyanlara, iftiralara ve hatta idam kararlarına rağmen Atatürk olacak Mustafa Kemal ve beraberindeki vatanseverler, 23 Nisan 1923’te hakimiyetin “ilk kez” ulusa verilmesinin sağlayacak TBMM’yi açıyorlardı. Atatürk, bir çocuk masumiyetiyle çıktığı yolun tıkanmaması için çocukların gelecek açısından taşıdığı önem ve değeri çok iyi biliyordu. Bu nedenle Atatürk ve çocuklar arasında çok özel bir bağ vardı. İşte onlardan bazıları…
1. Atatürk, Sabiha Gökcen’i evlatlık ediniyor
Baba Hafız Mustafa İzzet Bey, Abdülhamit döneminin sürgünlerinden biriydi. Bu sürgünle Bursaya yerleşen Mustafa İzzet Bey ve eşi Hayriye Hanım’ın burada doğan kızları Sabiha, erken yaşta anne ve babasını kaybetti. Abisi Neşet’in büyüttüğü Sabiha, “Büyük İnsan” dediği Atatürk’ün 1924’teki Bursa ziyaretinde yanına yaklaşmak istese de kalabalıkta bu amacına ulaşamamıştı. Sabiha, hemen ertesi yıl yeniden Bursa’yı ziyaret eden Atatürk’ün yanına nasıl yaklaşabileceğini düşünürken Ata’nın Hünkar Köşkü’nde kalacağını öğrenir. Hünkar Köşkü ile Küçük Sabiha’nın evinin arası çok yakındır. Bunu fırsat bilen Sabiha, protokol falan dinlemeksizin Köşk’ün bahçesine dalmaya çalışır. Bu sırada diğer manevi kızları olan Zehra ve Rukiye ile bahçede dolaşan Atatük, korumaların müdahale ettiği Sabiha’ya izin verilmesini ister. Korumalardan kurtulan küçük kız, soluğu Atatürk’ün yanında alır almasına ama nutku tutulmuştur adeta. Heyecandan dilini çözemeyen Sabiha’ya Atatürk yardım eder; “Niçin beni görmek istedin?” Ata’nın sorduğu soruyla okumak için yatılı okulda kalma istediğini dile getiren Sabiha, hiç beklemediği bir soruyla karşılaşır. Çünkü Atatürk ona, evladı olmak isteyip istemediğini sorar. Bu konuda tek başına cevap veremeyeceğini, abisinde danışması gerektiğini belirten küçük kızın heyecanına ortak olan Atatürk, abi Neşet’in yanına çağrılmasını ister ve Sabiha’yı yeniden görmek istediğini dile getirir.
O Sabiha büyür ve ard arda aldığı eğitimlerle Tunçeli Operasyonu da dahil olmak üzere birçok harekat ve tatbikata katılarak koca bir ulusun gururu olan Dünya’nın ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökcen olur.
2. Küçük Amerikalı çocuktan Atatürk’ü duygulandıran mektup
Bir ulusun özgürlüğünü kazanıp modernleşmesini sağlamak için varını yoğunu ortaya koyan Atatürk, Cumhuriyet’i ilan etmesinden kısa bir süre sonra eline geçen bir mektubu okurken gülümsemekle birlikte duygulanır. Gazi’yi duygulandıran bu satırlar, Amerika’da yaşayan 10 yaşındaki bir çocuğun kaleminden çıkmıştı. Mektupta, “Sayın Efendim” diye bahsettiği Atatürk’e seslenen küçük çocuk, bir röportaj sayesinde Mustafa Kemal ve hükümete ilgi duyduğunu belirtiyordu. Mektupta yer alan diğer ifadeler ise, “Türkiye hakkında bir defterim var ve şimdiden siz ve Bayan Kemal (Latife Hanım) hakkında birçok yazı ve resim topladım. Lütfen bir Amerikalı çocuğa bir küçük not ve bir imzalı fotoğrafınızı gönderin…”
Bir gün, Türkiye’yi görebileceğimi umut ediyorum. Saygılarımla, Curtis LaFrance”.
Atatürk’ün küçük çocuğa cevaben yazdığı mektup
Böylesine masumane bir ricayı görmezden gelemeyen Atatürk, hemen bir kağıt ve kalem isteyerek çocuk için şu ifadeleri işler mektuba; “Mektubunuzu aldım. Türk vatanı hakkındaki alaka ve temenniyatınıza teşekkür ederim. Arzunuz veçhile bir adet fotoğrafımı leffen gönderiyorum…
Amerika’nın zeki ve çalışkan çocuklarına yegane tavsiyem; Türkler hakkında her işittiklerine hakikat nazariyle bakmayıp kanıtlarını mutlaka ilmi ve esaslı tetkikata istinat ettirmeğe bilhassa atfı ehemmiyet eylemeleridir…
“Hayatta naili muvaffakiyet ve saadet olmanızı temenni ederim.
Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal”
3. “Pamuk gibi elleri olduğunu bugün bile hatırlıyorum”
Nermiye Tüzün Özkazanç, dönemin Ankara Valisi Mehmet Atıf Tüzün’ün kızı. Babası sayesinde Atatürk’le pek çok kez karşılaşma fırsatı bulduğunu anlatan Özkazanç, 1934 yılında öğretmeni Afet İnan’ın bütün sınıfı Atatürk’ün yanına götürmesiyle elini öptüğünü bakın nasıl anlatıyor:
“Afet Hanım bizim sınıfı aldı Köşk’e götürdü. Atatürk’ün banyosuna, yatak odasına kadar girdik. O siyah gömme banyo hâlâ gözümün önünde. Sonra Atatürk bizi Çiftlik’teki havuzlu köşke de davet etti. Havuzun yarısına sınıfın bir bölümünü diğer yarısına da diğer bölümü koydu ve bize oyun oynattı. Havuzun içinde itişe kakışa harp oyunu oynadık. Ondan sonra oturdu, sırayla elini öptük. Şu anda o pamuk el hâlâ aklımdadır. Ve Atatürk’le olan bu fotoğraflar orada çekildi.”
4. Atatürk: “İşte benim kuşaklarım…”
Vedat Demirci’nin aktardığı bir anıda Atatürk’ün katıldığı bir balodan söz edilir. Atatürk’ün orada bulunması, çocuklar için muhteşem bir sürpriz niteliği taşısa da süreli bir şaşkınlığın da sebebi olur. Öte taraftan salonun tam orta yerinde durmuş gözlerini Atatürk’e dikmiş küçük bir erkek çocuğu Gazi’nin dikkatini çeker. Uzun sayılabilecek bir bakışmanın ardından ikili arasındaki sessizliği küçük bey bozar: “Atatürk’üm, seni öpmek istiyorum”.
Bu istek, Ata’nın yanındakileri dahi şaşırtmakla kalmaz, salondakilerin tüm dikkati bu ikiliye yoğunlaşır. Atatürk bu soruya gayet net bir cevap verir: “Öyleyse, gel öp” der. Bunu duyan küçük, koşarak Ata’nın boynuna sarılıp amacına ulaşır. Bu sahneyi izleyen diğer küçük hanımlar ve küçük beyler: “Biz de… Biz de… Biz de…” bağrışmaları içinde Atatürk’e koşarlar. Gazi’nin yanındakilerden ağlayanlar olur. Bir süre sonra gözyaşlarına boğulanlardan biri de Gazi’dir…
“İşte benim kuşaklarım…”
Bu anın yaşandığı saniyelerde Ata’nın dudaklarından bu sözler dökülür.
5. Dolmabahçe Sarayı’nda halıları yiyen kuzu
Atatürk ve konvoyunun Dolmabahçe’ye varmasına az kalmışken Gazi’nin otomobili bir anda durur. Kısa bir süre sonra konvoyun neden durduğu anlaşılır, bu durumun sebebi Atatürk’ün 5 yaşındaki manevi kızı Ülkü’dür. Soyadı Kanunu ile isminin yanına “Adatepe” soyadını alan bu küçük kızın konvoyu durdurmasının sebebi ise gördüğü bir sürüdeki hayvanları sevmek istemesidir.
Sürüsünün arasına dalan Ülkü, bir süre sonra küçük bir kuzuyu kucağına alıp manevi babasının yanına gelir. Mustafa Kemal ise bu isteğe karşı koyamaz ve küçük kuzuyu da yanına alan konvoy yeniden Dolmabahçe yoluna koyulur.
Ancak kısa bir süre içinde kuzudan şikayet eden edenedir. Sarayın odaları arasında, salondalarında koşuşturan bu kuzunun kontrol altına alınması için “tasma” fikri önerilse de Ülkü bunu kabul etmeyecektir. Ülkü’yü ikna edemeyen müştekiler ise Gazi’nin huzuruna çıkacaktır.
Şikayetleri dinleyen Gazi Mustafa Kemal, kızının yanına gider. Atatürk’ün; “Kuzumuz nasıl?” sorusuna kuzunun iyi olduğu cevabını veren küçük kız halinden oldukça memnun gözükür ve gülücükler saçar. Mustafa Kemal: “Ancak kuzumuzun mutsuz olduğunu duydum. Düşün bakalım; seni ailenden, benden alsalar sen mutlu olur muydun?”
Mesaj yerine ulaşır ve Küçük Ülkü, hoşlanmasa da kuzuyla ayrılma fikrini kabullenir. Ağlayarak verdiği kuzuyu hayatı boyunca unutmaz ancak onun bu anı sayesinde unutamadığı bir başka nokta Atatürk’ün kalp kırmadan 5 yaşındaki bir çocuğu ikna etme çabası ve nahifliğidir.
6. Atatürk 2 çocuk tarafından gözlenmektedir
Çankaya Köşkü’nün kent merkezine uzandığı yolda yaşanan bu hikayenin başat isimlerinden biri Kadri Bey’in oğlu Altan’dır. Sahi, kimdir bu Kadri Bey ve oğlu?
Sunay Akın’dan masal tadından dinlediğimiz bu hatırada geçen Kadri Bey, Birinci Dünya Savaşı sırasında Medine’yi İngiliz kuvvetlere karşı uzun bir süre savunan Fahrettin Paşa’nın şifre subayıdır.
Tarihler 1929’u gösterdiğinde Erzurum’da doğan Kadri Bey’in oğlu Altan henüz 8 yaşındayken Ankara’da arkadaşı Saffet ile buluşup Atatürk’ün geçtiği ve Çankaya Köşkü’nün kent merkezine uzandığı yolu gören tepede durup onun geçmesini beklerler. Ve her sabah oradan geçen Atatürk’ü kafalarıyla selamlarlar.
Bir gün hasta olduğu için Saffet olmadan yola düşen Altan, Ata’sını selamlamak üzere tepeye tek başına çıkar. Atatürk ise yine vatandaşların sorunlarını dinleyerek o yoldan yürür. Bir anda duraklayan Atatürk, kafasını kaldırır ve tek başına tepede bekleyen Altan’a seslenir: “Çocuk! Bugün yalnızsın. Sarı yok mu sarı?”
Soru karşısında şaşkına dönen küçük çocuk birkaç saniye içinde toparlanır ve Ata’ya cevap verir: “Bugün hasta Paşa’m. Yarın…”
Atatürk, her sabah kendisini selamlamak üzere o tepeye çıkıp kafalarını eğerek selam veren iki çocuktan haberdardır. Onlar fark etmese de.
O “Küçük Altan”, Türkiye’nin büyük karikatür ustalarından ve tiyatro sanatçılarından Altan Erbulak olur ve sayısız çocuk oyununda sahne tozunu yutar. Bu hikaye de onun unutamayacağı anılardan biri olarak kalır.