Ana sayfa » Seyahat » Mannheim: Hem Arabanın Hem de Bisikletin İcat Edildiği Alman Kasabası
Mannheim: Hem Arabanın Hem de Bisikletin İcat Edildiği Alman Kasabası
Bisikletinizin pedalını çevirirken ya da arabanızın direksiyonuna yaslanırken bir an durup "Bu fikir nasıl ortaya çıktı?" diye düşündüyseniz, cevap Mannheim’da saklı.
Tarihi dönüştüren icatların genellikle büyük laboratuvarlarda ya da kalabalık fuarlarda tanıtıldığına inanırız. Ama bazen devrim, sessiz bir Alman kasabasında, kaldırımdan geçen iki tekerlekli tahta bir düzenekte ya da hafifçe homurdanan üç tekerlekli motorlu bir taşıtta kendini gösterir. İşte Mannheim tam da böyle bir yerdir. Almanya’nın güneybatısında bulunan bu mütevazı bölge, insanlığın yüzyıllar boyunca sürdüreceği ulaşım serüveninin iki temel taşı olan otomobil ve bisikletin doğum yeri oldu. Peki Mannheim arabanın ve bisikletin doğduğu kasaba tam olarak nasıl gelişti?
1817 yılında, Mannheim sokaklarında tuhaf bir şey oldu. İnsanlar, alışmış oldukları at arabalarının yerini alan garip bir araçla karşılaştılar
Üstelik bu aracın üzerinde bir adam vardı; ayağını yere basarak itiyor, iki tekerlekli tahtadan bir iskelet üzerinde ilerliyordu. Adı Baron Karl von Drais’ti ve icadıyla kelimenin tam anlamıyla tarih yazıyordu. İnsanlar bu araca ise koşu makinesi yani ‘’laufmaschine” adını verdi. Kimi at sırtında gördüğüne benzetti, kimi bunun deli işi olduğunu düşündü. Ancak Drais, sadece yeni bir ulaşım aracı icat etmemişti; insan kas gücünü bir taşıtın merkezine yerleştiren bir vizyonu da harekete geçirmişti.
Peki bu fikir nasıl doğmuştu? İşin aslı, biraz da çaresizlikten. 1816 yılında, Endonezya’daki Tambora Dağı’nın patlaması, küresel iklimde büyük bir değişikliğe yol açmış, mahsul kıtlığı ve hayvan ölümleri artmıştı. İnsanlar atlarını besleyemez hale gelmiş, bazıları ise onları yemek zorunda kamıştı. İşte tam bu noktada Drais, yem istemeyen, dinlenmeye ihtiyaç duymayan ve en önemlisi ayakta kalabilen bir “mekanik at” yaratmaya karar verdi. Ortaya çıkan şey, bugünün bisikletinin ilk kıvılcımıydı.
Ancak bu yenilik dünyaya fazla erken gelmişti. Kötü yollar, ağır ahşap yapılar ve dönemin tutuculuğu, bisikletin geniş kitlelere yayılmasını engelledi
Hatta bazı şehirlerde yasaklandı. Drais’in icadı, sessizce unutulmaya terk edildi. Tıpkı mucidinin kendisi gibi… Zamanın siyasi rüzgarları, liberal görüşlü Drais’i toplumun dışına itti, parasını kaybetti, saldırılara uğradı. Ancak onun tasarımı, yıllar sonra yeniden dirilecekti.
1860’larda, Fransa’da bir baba-oğul olan Pierre ve Ernest Michaux, Drais’in tasarımına bir dokunuş daha yaptı: Ön tekerleğe pedallar eklediler
Artık insanlar ayaklarıyla yere basmak yerine, pedalları çevirerek hareket edebiliyordu. “Velocipede” adı verilen bu araçlar, pek konforlu olmasa da bir anda popüler hale geldi. Zamanla tasarımlar gelişti, zincir mekanizması, eşit büyüklükte tekerlekler ve arkadan itişli sistemler derken modern bisiklete ulaşıldı.
Bisiklet günümüzün sadece bir ulaşım aracı değil, o dönemin toplumsal bir devrim aracı haline gelmişti. Hatta kadın bireyler için de bir özgürlük simgesi haline geldi. At arabası gibi bir erkeğin kontrolüne gerek duymayan bu yeni taşıt, kadınlara kendi başlarına hareket etme, istediği yere gitme, istediği gibi yaşama gücü sundu. Susan B. Anthony’nin sözleriyle, “Bisiklet kadına özgürlük verdi.” Yüzyıllar boyunca bastırılan bir cinsiyetin bağımsızlığı, iki tekerleğe bağlı bir zincirde filizlendi.
Bugün dünyada bir milyardan fazla bisiklet var ve bunlar şehirlerin çehresini değiştiriyor. Sessiz, çevreci ve sürdürülebilir olmaları onları modern dünyanın kahramanı yapıyor. Ve bu devrim ise Mannheim’ın taş sokakları ile başladı.
Bisikletin icadından 70 yıl sonra ilk araba üretildi
Bisikletten yaklaşık yetmiş yıl sonra, başka bir mucit, Karl Benz, aynı şehirde bambaşka bir ulaşım devrimi başlattı. 1885 yılı ile benzinle çalışan ilk aracı üretmeyi başardı. İsmi ise Patent-Motorwagen oldu. Üç tekerlekli, oldukça narin görünümlü ve 0.75 beygir gücünde bu taşıt, günümüzde kullandığımız otomobillerin atasıydı.
Ancak tıpkı Drais gibi Benz de ilk başta alaya alındı. İlk denemeler başarısız olmuş, duvarlara çarpılmış, insanlar onu deli yerine koymuştu. Fakat asıl sürpriz, eşi Bertha Benz’den geldi. Karl Benz henüz toplum karşısında emin adımlar atmazken, Bertha sabahın erken saatlerinde iki oğlu ile beraber Mannheim’dan Pforzheim’a doğru gitti. Yol boyunca fren balatası tamir etti, yakıt satın aldı (ki o zamanlar yakıt, eczanelerden eter olarak temin edilirdi) ve 180 kilometrelik bir yolculukla otomobilin işe yaradığını kanıtladı.
Bertha’nın bu tarihi yolculuğu, otomobil çağını başlattı. Artık motorlu taşıtlar sadece bir mucidin hayali değil, insanların ulaşabileceği bir gerçekti. Mannheim’da başlayan bu kıvılcım dünyanın dört bir yanına yayıldı.
Mannheim sadece iki taşıtın doğum yeri değil; aynı zamanda hayal gücünün ve cesaretin merkezlerinden biri
Bugün arabanın ve bisikletin doğduğu kasaba olan Mannheim’i ziyaret ettiğinizde, Technoseum’da Drais’in Laufmaschine’ini görebilir, Benz’in patent başvurusu yaptığı yeri gezebilirsiniz. Hatta Bertha Benz’in tarihi yolculuğunu takip eden bir anma rotası bile mevcut.
Şehirdeki modern ulaşım planlaması da geçmişten izler taşıyor diyebiliriz. Bisiklet yolları, elektrikli araç altyapıları, sürdürülebilir ulaşım projeleri Mannheim’ı geleceğin şehirlerinden biri haline getiriyor. Burası yalnızca tarihe tanıklık etmiş bir yer değil; geçmişle gelecek arasında canlı bir köprü.
Bisiklet ve otomobil… İki tekerlekli bir tahta araçtan milyonlarca beygir gücünde küresel bir endüstriye uzanan yolculuk, Mannheim’da başladı. Drais ve Benz, zamanlarının çok ötesinde düşünen iki adamdı. İcatları önce alay edildi, sonra unutuldu, en sonunda dünya onlara yetişti. Bugün ise binlerce şehirde bisiklet şeritleri genişliyor ve hatta elektrikli araçlar yaygınlaşıyor. Ve biz hâlâ Mannheim’ın başlattığı o uzun yolculuğun yolcularıyız. Her pedalda, her gaz pedalına dokunuşta, biraz Drais, biraz Benz taşıyoruz. Yani evet, Mannheim sadece Almanya’nın değil, dünyanın ulaşım haritasını çizen sessiz bir devrimciydi. Şehirlerin kalbinde dönen o tekerleklerin ilk kıpırtısı işte orada başladı.