GÜNCELLENDİ!
Dün itibariyle Türkiye yeni bir hayretlere düşüren mahkeme kararıyla daha tanıştı Türkiye. 16 yaşındaki lise 11. sınıf öğrencisi M.E.A. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret etmek suçundan hapis cezası aldı.
“Bugün ne giysem?” gibi “Bugün ne suç işlesem?” diyesi geliyor insanın yeni Türkiye’de. Seçenek öyle çok ki… İster düşün, ister birilerine sarıl, ister öpüş, ister sokağa çık, ister Taksim Meydanı’nda sadece dur…
Biz de yeni Türkiye’nin heyecanını yaşadığımız şu dönemde, eski-yeni ayrımı yapmadan, kararları ile insanın yüreğini karartan mahkeme kararlarından bir derleme yaptık sizlere. Maalesef o kadar çok ki, hepsini listelemeye kalksak buradan Bağdat’a yol olurdu. Vedat Özdemiroğlu’nun kulaklarını çınlatarak “azalarak bitsin” diyor ve sizleri bu davalarla baş başa bırakıyoruz.
16 yaşındaki çocuğa Cumhurbaşkanı’na hakaretten ceza
16 yaşındaki çocuk, bakın büyük harflerle ÇOCUK diyoruz; Konya Gedavet Parkı’nda Kubilay’ı anma töreninde dile getirdiği sözlerden ötürü okulu basılarak gözaltına alındı ve hapis cezasına çarptırıldı. 16 yaşındaki lise 11.sınıf öğrencisi M.E.A’nın ceza almasına sebep gösterilen cümle ise şu: “Son olarak halkçı liseliler olarak şunu söylüyoruz, yolsuzluğun, rüşvetin, hırsızlığın başı olarak Erdoğan’ı bu ülkenin cumhurbaşkanı olarak değil, kaçak sarayın hırsız sahibi olarak görüyoruz.” M.E.A., mahkemedeki savunmasında, basın açıklaması yaptıklarını, açıklama metnini kendinin yazdığını ve kendi iradesiyle okuduğunu, bu sözleri söylediğini, amacının hakaret olmadığını söylese de mahkeme tutuklanmasına karar verdi.
16 yaşındaki bir çocuğun Erdoğan’a hakaretten hapis cezası alması ise CHP’yi harekete geçirdi. CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin konuyla ilgili şunları söyledi: “Bugün 16 yaşındaki bir gencimiz, devrim şehidi Kubilay’ı anma töreninde dile getirdiği sözlerden ötürü okulu basılarak gözaltına alındı. Bunun adı diktatörlüktür. İktidar 16 yaşındaki gençlerin söz söyleme hürriyetini gaspetmiş yasaları gözdağı vermek amacıyla kullanmıştır. 16 yaşındaki bir gencin anma törenindeki sözlerinden ötürü tutuklanmasını kınıyoruz. Ben tutuklanmayı öğrendikten hemen sonra sevgili Mehmet’in annesi Nazmiye Hanımı aradım ve yanında olduğumuzu söyledim. Bu davanın takipçisi olacağız ve gençlerimizi iktidara kurban etmeyeceğiz.”
En acı baklava
Türkiye’de ne zaman adalet yerini bulmasa, ne zaman vicdanlar kanasa, akla bu olay gelir. 1997 yılında, Gaziantep’te üç arkadaş baklava ve fıstık çaldıkları için hapse mahkûm edildi. O tarihte biri 18 yaşından büyük olan 9 yıl, küçük olan iki çocuk da 6 yıl ağır hapis cezası aldı. 19 ay hapiste kaldıktan sonra çocuklar, ‘Rahşan Affı’ olarak bilinen yasayla serbest kaldı. Tecavüzcülerin, katillerin birkaç yıl ile kurtulduğu adalet sisteminde, çocukların baklava çaldıkları için bu kadar yıl ile cezalandırılması büyük tepki çekmişti. Yılları ileri sarıyor ve iki sene önce bir marketten iki poğaça, bir meyve suyu çalan genç için istenen 12,5 yıl hapis cezasını hatırlıyoruz. Değişen pek bir şey yok sanki…
Teşvik gibi ceza
Ankara’da bir kadın, iki kişi tarafından kaçılarak tecavüze uğradı. Kadın, adamların ellerinden bir şekilde kaçıp polise sığındı. Olayda darp var, kadının ruhsal sağlığının bozulduğuna dair rapor var, muayenede sanıklardan birine ait sperm de bulunuyor ama tecavüzcüler serbest. Sebebi de, mahkemenin İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan istediği rapor. Rapor da ancak 18 ay sonra verilebileceğinden, sanıklar mağdur edilmemek için tahliye ediliyor.
Boncuk, yakala kızım!
2010 yılından bir haber. Mahkemelerin adaletsizlikte tür ayrımcılığı yapmadığının en nadide kanıtlarından biri. İzmir Bornova’da bir genç, bir sokak kedisini başını ezerek öldürdü. Olay sırasında yanında olanlar da bunu izledi. Kediyi besleyen büfecinin kan izlerinden şüphelenip, kamera kayıtlarını izlemesi ile durum ortaya çıktı. Kediyi öldüren gence, bayağı caydırıcı bir ceza verildi: 687 TL para cezası. Kediler kovalasın sizi!
Ey adalet! Elma dersem çık, armut dersem çıkma
Başka bir hayatın peşinden, zorlu yollar kat edip, ülkemize gelmişti Festus Okey. Futbolcu olmak istiyordu. Festus, maalesef hayallerini gerçekleştiremedi; 2007 yılında gözaltına alındığı Beyoğlu Polis Merkezi’nde öldürüldü. Festus, polis Cengiz Yıldız’ın silahından çıkan kurşunla öldürülmüştü. En önemli delillerden biri olan Festus’un gömleği kaybedildi. Festus’u öldüren polis, olayı soruşturanlardan da biriydi. Mahkemeye müdahil olmak isteyenlere soruşturma açıldı. Kısacası, dava tam bir rezalete dönüştü. Yıllar süren dava sonunda polis Yıldız’a 4 yıl 2 ay hapis cezası verildi. Şimdilerde dava yeniden gündemde. Çünkü Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı verilen cezayı bozup, polisin 20 yıl hapis istemiyle yargılanması yönünde görüş bildirdi.
Vurma, vurdukça sıra sana gelecek!
Bundan 4 yıl önce, Dolmabahçe’de, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ve rektörler buluşacak, ‘akademi güzel ama çevresi kötü’ tadında konuşacaklardı belki de; bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var; o da bu buluşmayı protesto eden öğrencilere polisin saldırdığı. Saldırı sonrası kaçanlar arasından genç bir kadını yakalayan polisler, genç kadının “vurmayın, hamileyim” demesine aldırış etmedi. Sonuçta, genç kadın bebeğini düşürdü. Hukuk mücadelesine başlayan genç kadın, kendini adaletin dolambaçlı yollarında buldu. Çünkü mahkeme, polis saldırısı ile düşük arasında bir bağ kuramadı. Valla haksız da sayılmazlar(!) Türkiye’de mahkemeler, işin içinde polis olduğunda olaylar arasında bağ kurmakta biraz zorlanıyor. Mesela, Hrant Dink davasında da onlarca tanığa, kanıta rağmen mahkeme sanıklar arasında bağlantı kurup da örgüt bulamamıştı. Bunlar hep B vitamini eksikliğinden…
ÖSYM g.tümü ye!
http://www.youtube.com/watch?v=Y3DUupHi_2Y
Darbelerle yüzleştiğimiz şu günlerde insan, bir YÖK’e, bir de ÖSYM’ye bakmalara kıyamıyor. İçinden “Kıskanırım seni ben, kıskanırım Kenan Evren’den” diye şarkı söyleyesi geliyor. Dokunmalara, bakmalara kıyamadığımız kurumların en ufacık olaylarda bile yıpratılmaya çalışılması içimizi yakmıyor değil. Neymiş, üç yıl önceki YGS’de şifre çıkmış. Millet hemen ayaklandı, konu savcılığa taşındı. Kısaca dendi ki, şifre var ama bunu anlayıp da kopya çeken yok. Sonuç, takipsizlik. İki yılda KPSS, ALES, YGS, tıpta denklik sınavlarında hatalar oldu, kitapçıklar kayboldu, sonuçlar yanlış hesaplandı. Sınavlara girenler stresten hasta oldu, intiharın eşiğine geldi, krizlerden kriz beğendi; önemli değil. Tablo ortada. Bu sınavlardan medet uman arkadaşlarımıza bol başarının yanı sıra, bol sabır diliyoruz.
“Götürmeyin kızımı, o daha çok küçük”
Manisalı Gençler davasını yazmasak, listemiz eksik kalırdı. 25 Aralık 1995’te Manisa’da 16 gencin gözaltına alınmasıyla başladı her şey. Sebep ne cinayet ne de dolandırıcılıktı. Çoğunluğu lise öğrencisi olan 16 gencin gözaltına alınma gerekçesi bir vagona ‘paralı eğitime hayır’ yazmalarıydı. 11 gün süren emniyetteki sorguları boyunca işkenceye maruz kaldılar. 2,5 ay ila 27 ay arasında hapis cezası alıp hapishaneye kondular. Gençlerin annelerinden birinin, kızı cezaevi aracına bindirilirken söylediği “Götürmeyin kızımı, o daha çok küçük” feryadı, davanın sembollerinden biri hâline geldi. Açılan davalardan da beraat ettiler daha sonra. Özgürlüğüne kavuşan gençler, işkence yapan biri başkomiser, 10’u memur olmak üzere, 11 polise dava açtı. Uzun yıllar süren davalar sonucunda, polisler işkence suçundan cezalar aldı. Toplamda 85 yıl alan polislerden en fazla cezayı 130 ay ile başkomiser aldı; o da neredeyse 13 yıla tekabül ediyor. İki poğaça çalan çocuğa 12,5 yıl isteyebilen adaletin, işkenceye kat be kat fazlasını fatura edeceğini sanırsınız ama yanılırsınız.
Son şeyler ülkesi
Haberi okuduğumuzda aklımıza Yılmaz Güney’in “Duvar” filmi gelmişti. Cezaevinde kalan çocukların yaşadığı şiddet ve taciz, keşke sadece film olsaydı ama değildi. İki yıl önce Zeynep Kuriş imzalı haberde, Pozantı Cezaevi’nden çıkan H.K., cezaevinde kalan çocukların cinsel tacize uğradığını anlatıyordu. 15 yaşındaki H.K. bazı arkadaşlarına,adli tutuklular tarafından defalarca tecavüz edildiğini söyledi. Mesele irdelendikçe durumun vahameti de ortaya çıktı. Açılan soruşturma sonucu 48 çocuk hakkında ‘çocuğa cinsel istismar, eziyet, kasten yaralama’, 6 infaz koruma memuruna ise ‘görevi kötüye kullanmaktan’ dava açıldı. Bu haberden birkaç ay sonra Pozantı mağdurlarından bir çocuk, intihar girişiminde bulundu. Çocuklardan biri küçük yaşına çok acı sığdırmaya dayanamadı ve çareyi dağa çıkmakta buldu. Haberi yapan Kuriş bir süre sonra, yaptığı haberle devletin mahremiyetini teşhir etme suçuyla tutuklandı. Bunları okuyanlara da devletin mahremiyetine şahit olmaktan dava açılmasını beklediniz mi? Şahsen biz bekledik.
İçimizdeki canavar
Ver parayı, al eğitimi. Sistem güzel de “Aga, okumak için biz niye para veriyoruz? Vergiler niye var?” diye aklından geçirmeye başlayınca işler değişiyor. İki yıl önce üç genç bu soruyu aklından geçirmekle kalmadı, başbakana da parasız eğitim istediklerini söylemek istedi. O zamanlar açılımdan açılıma koşan Tayyip Erdoğan, Romanlar’la buluşacaktı. Bu noktada Roman açılımının lafta kaldığını da söylemeden geçmeyelim. Erdoğan’a karşı “Parasız eğitim istiyoruz, alacağız” pankartı açan üç gençten ikisi 8 yıl 5 ay, biri de 2 yıl 2 ay hapis cezası aldı. Gençlerin avukatı olarak duruşmaya katılan Taylan Tanay da savunmasında, “Bu mahkemeler canavara dönüştü.” dedi.
Boşuna zahmet edip kaçmış
Filmlerden bildiğimiz bir hikâye: Ailesi zengin genç, suç işler; ailesi nüfuzunu kullanarak genci ceza almaktan kurtarır. Benzer bir olay ülkemizde yaşandığında adaletin nasıl tecelli ettiğini görelim. Sinem Yalçın arabasıyla giderken, Üsküdar’da emniyet şeridinde durup, dışarı çıktı. Faruk Kalkavan -ünlü armatör Bülent Kalkavan’ın oğlu olur kendisi- kullandığı ciple Sinem Yalçın’a çarptı. Yalçın, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti, Faruk Kalkavan olay yerinden kaçtı. 21 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan Kalkavan, tutuklanarak cezaevine konuldu. Üç ay sonra adresinin belli olması gerekçesiyle tahliye edildi. Yargılama sonunda 5 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılınca Kalkavan, kayıplara karıştı. Yurt dışındaki yeri tespit edilince ülkeye dönüp teslim olan Kalkavan, Ümraniye Cezaevi’ne konuldu. Üç ay sonra da başka bir cezaevine nakledildi. Burada Kalkavan’a gündüz çalışıp akşam cezaevine dönme yolu açıldı. Bu haberi okuduğumuz gazetenin başlığı da şuydu: “Boşuna zahmet edip kaçmış” Bizce başlık, lafı gediğine oturtmuş. Şunu da ekleyelim; Sinem’in ailesi yıllardır hukuk mücadelesi veriyor. Hatta Kalkavan’ı serbest bırakan hâkime 1,5 milyon dolar rüşvet verildiği iddiası var. Aile bunu kanıtlamaya çalışıyor ama durum ortada.
Utanç davasından utanç kararı çıktı
Sakarya’da 14 yaşında bir kız çocuğu tacize ve tecavüze uğradı. Taciz ve tecavüze karışanların sayısı 34’tü. Kızı ilk istismar eden de, Sakarya Emniyeti Halkla İlişkiler Müdürü’ydü. İstismarda bu kişiyi başkaları da takip etti. Kızla birlikte olanlar o anları zorla kameraya kaydedip, bu görüntüleri sonraki ilişkilere zorlamak için kullandı. Kızı istismar edenlerden 26’sının yaşları 15 ile 18 arasında değişiyordu. Küçük kıza tecavüzle yargılanan 34 kişiden; eski polise 28 yıl, aynı suçtan 27 öğrenciye 1 ila 5 yıl hapis cezaları verildi. Bu karar üzerine kızın avukatı isyan etti: “Utanç davasıydı, utanç kararı çıktı.”
Alo babacım!
Yıl 1998. Erdoğan ailesinin henüz para sıfırlamadığı, başbakanlığa hazırlandığı dönemler. Ama ailenin adı bile çoğu şeye yetiyor. Nasıl mı? Anlatalım. O dönem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Tayyip Erdoğan’ın iken oğlu Ahmet Burak Erdoğan, Şişli’de yaya geçidinde karşıya geçmeye çalışan TRT İstanbul Radyosu sanatçısı Sevim Tanürek’e çarptı.
Şişli’deki fren izleri, olaydan kısa süre sonra itfaiye aracı ile silindi. Karakola götürülen Burak’a ehliyet sorulmadı. Gerek yoktu, çünkü adı ehliyetiydi. Bir rapor hazırlandı. Buna göre,Tanürek sekizde üç küsurluydu. Tanürek altı gün sonra öldü. Yeni bir iddianame ve rapor hazırlandı. Burak Erdoğan için 2 ila 5 yıl hapis istendi. Raporda da Tanürek sekizde sekiz küsurlu çıkarıldı. Dava açıldı. Ancak Burak Erdoğan İngiltere’ye dil öğrenmeye gittiği için mahkemeye gitmedi; bir sonraki duruşmaya da katılmadı. Sonrası malum; mahkeme Erdoğan’ı 3 ay hapis cezasına mahkûm etti, o da para cezasına çevrildi.
Poşuyla kavga eden devlet
Cihan Kırmızıgül, namı-ı diğer ‘poşulu çocuk’… Kâğıthane’de bir markete molotof attığı gerekçesiyle göz altına alındı. Olay yerindeki molotoflar üzerinde kendisine ait parmak izi ya da DNA örneği olmamasına karşın ‘gizli tanık’ ifadesine göre tutuklandı. Hakkında terör örgütü üyeliğinden dava açıldı. Tek delil, boynundaki poşuydu. Daha sonra gizli tanık, Kırmızıgül’ü teşhis edemediğini söyledi. Kırmızıgül’ü takip ederek yakaladıklarını söyleyen yedi polisin, yakalama sırasında orada bulunmadıkları, buna rağmen tutanakta imzaları olduğu tespit edildi. Tanık olarak dinlenen polisler, Kırmızıgül’ü hatırlayamadıklarını söyledi. Kısacası Ahmet Kaya’nın da dediği gibi; “nereden baksan tutarsızlık, ner”den baksan ahmakça…”
25 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı Kırmızıgül ama ülke adaletinden kaçılmaz elbet, özellikle de birini hapse sokmayı kafaya koyduysa. Dava sonuçlandı ve Kırmızıgül 11 yıl 3 ay hapse mahkûm edildi.
13 büyüktür 12
12 yaşında bir çocuğun vücudundan 13 adet kurşun çıktı. Ama Uğur Kaymaz teröristti, öyle denmişti. Babası ile öldürülen Uğur Kaymaz için açılan davada 4 polis memuru, ‘meşru müdafaa’ gerekçesi ile beraat etti. Onları anmak isteyenlere ise adaletin eli bonkördü. Aralarında amca Reşat Kaymaz’ın da bulunduğu 6 kişiye ,‘örgüt propagandası’ yaptıkları iddiasıyla birer yıl hapis cezası verildi.
Ethem’i bir kez daha öldürdüler
Gezi Direnişi’nde sokaklarda olanlardan biriydi Ethem Sarısülük. Ankara’da arkadaşlarının gözü önünde polis Ahmet Şahbaz’ın silahından çıkan kurşunla öldü. Neyse ki, mobese kameraları o anı yakalamıştı. Yoksa yeni bir “arkadaşları öldürmüş olabilir” yorumu daha gelebilirdi devler erkânından. Onca kanıta, kayda, tanığa rağmen bir canın cezası 7 yıl 9 ay oldu. Durumu anlatmak için klişe olduğu kadar harika bir tanım var: Vicdan yaralanması. Aynen de öyle oldu. Bununla da sınırlı kalmadı. Sarısülük ailesine polis Şahbaz’ı darp etmekten dava açıldı. Sarısülük ailesi için ise 5 ay ila 10 yıl arasında bir ceza isteniyor. Son çıkan ışığı kapatsın en iyisi.
Kaç hükümet değişti; o, hapisten çıkamadı
O, Türkiye’nin en uzun hapis yatan adamı; tam 32,5 yıl. Tahir Canan ilk kez darbe öncesi, yani 1979 yılında gözaltına alındı. Canan’ın sosyalist olması gözaltına alınması için yeterli bir sebepti. Sonrasında Canan, 1991-1993 yılları hariç, geçtiğimiz yıla kadar hayatını hapiste geçirdi. Buna hukuk skandalı demek, yaşanan trajedinin yanında hafif kalıyor.
Bonus 1: “Olmasaydı iyiydi ama oldu, nabalım!”
http://www.youtube.com/watch?v=2vmJ4Y_qWv0
Ülkece nasıl delirdiğimizi adım adım bize gösteren olay: Bir adam evlilik programına çıkıyor, evlenmek istediğini söylüyor. Programda gayet sakin bir şekilde daha önceki iki karısını nasıl öldürdüğünü anlatıyor. Yüzünde pişkin bir gülümsemeyle kendini kader mahkûmu olarak tarif ediyor. Şok geçiren sunucu, adamdan stüdyoyu terk etmesini istiyor. Birkaç gün sonra aynı adam yine televizyona çıkıyor, bu sefer adres; Seda Sayan’ın programı. Program boyunca yaptığı yorumlarla ağızları açık bırakan Seda Sayan, kadın katilini “güler yüzlü” olarak tanımlıyor. Programın yoğun tepki alması sonrası Sayan da boş durmuyor ve tepki gösterenleri tehdit ediyor. Sponsor programdan çekiliyor, RTÜK ceza kesiyor ve Sayan’ın programı yayından kaldırılıyor. “Burası Türkiye, olur böyle” diyenlere gelsin:
Bonus 2: Bir hukuk mücadelesi: Pınar Selek
Uzun uzadıya anlatmıyoruz çünkü mevzu gerçekten uzun. Pınar Selek 16 yıldır suçsuzluğunu ispat etmeye çalışıyor. Bu süreçte üç kez beraat etmesine karşın, mahkemeler Selek’in peşini bırakmamaya kararlı. Ama destekçileri daha da kararlı. Pınar’ı yalnız bırakmak yok!