Bugün konuşmak, anlatmak istediğimiz adam, aslında belki de son yılların en büyük trajedisinin başkahramanı Aaron Swartz. Adını çok duyduğunuza eminiz, en azından öyle umuyoruz. O hep 26’sında kalacak. Buna sebep olan her şeye küfretme hakkını kendimizde ve ona hayran milyonlarca insanda saklı tutuyoruz.
Aaron’ı 11 Ocak 2013’te kaybettik. Evet; bir dünya vatandaşı olarak, onun gibi bir adamı hepimiz kaybettik. O gün, birlikte yaşadığı sevgilisi iş yerinden geldikten sonra, onu; sabah öperken gördüğü kıyafetlerle -siyah tişörtü ve kahverengi kadife pantolonuyla- kendini asmış hâlde buldu. 911’i aradığında yaşadığı şok o kadar büyük ve çığlıkları o kadar yüksekti ki, acil servis adresi birden çok kez sormak zorunda kaldı. Peki bu modern zaman dâhisi ve dünyayı daha iyi bir yer hâline getirmek isteyen genç adamı intihara sürükleyen şey neydi?
Bunu anlamak için insan Aaron’ı daha iyi tanımak gerekiyor…
Biz ergenlik sivilceleri ile uğraşırken, Aaron RSS’e katılımcıydı
Aaron, 1986 yılının kasım ayında Chicago’da doğdu ve okula orada başladı. Ne var ki okumayı öğrenmek için okula ihtiyacı yoktu. “Agugu” seviyesinden CNN altyazılarını okuma seviyesine geçtiğinde henüz 3 yaşındaydı. Babasının bir yazılım firması vardı. Bilgisayarın bu kadar içine doğmuş bir çocuğun; yazılım konusunda da bu kadar yetenekli olmasına şaşırmıyoruz elbette. Henüz 13 yaşındayken kurduğu The Info Network ile ArsDigita ödülünü yüzlerce başvurunun arasından kazandı. The Info Network, bugün sık sık kullandığımız Wikipedia ile tamamen aynı işi yapmaktaydı. Aaron, yeterli sayıda katılımcı bulamamış olsa da, birkaç yıl sonra annesi Wikipedia’yı gösterdiğinde oldukça sevindiğini söylemişti bir röportajında. 14’ünde ise RSS (Rich Site Summary/Zengin Site Özeti) üretici grubuna katılımcı olması bu küçük dâhinin tutkusunun büyüklüğünü bize gösteriyor.
Okul zaman geçirmek için gidilen bir yer değil, bir ibadethaneydi onun için
Aaron “Sınavda aldığım puan boşa gitmesin, hem elalem ne der” diye düşünmedi hiç. Stanford’da sosyoloji okumak istedi. “Mezun olunca formasyon alır, öğretmen olurum en kötü” düşüncesi ile değil, insanları daha iyi anlamak için yaptı bunu. Hayattaki her şey gibi okulu da çok ciddiye aldı. Öyle ki, okuldan ayrıldıktan iki sene sonra, weblogunda, Stanford’da istediği entelektüel ortamı bulamadığını, öğrencilerin çalışma alanlarıyla çok da ilgili görünmediğini söyledi. Belli ki üniversite birinci sınıfta karşılaştığı çılgın kolej partilerinden daha fazlasını istiyordu.
Bir dişli değil, fabrikanın kendisi olmak istiyordu
Sakın mühendislik yapamadığını sanmayın. Okuldaki ilk ve son senesinin ardından gelen yaz, Aaron’ın YCombinator ile tanışma yazıydı. Startup’ı Infogami, yazın ardından Kasım 2005’te Reddit’le birleşiyor ve Aaron, Reddit’in üç kurucusundan biri oluyordu. Her işe bir tılsım getirdiği aşikâr. Daha bir sene dolmadan -Ekim 2006’da- Reddit, Wired’ın sahipleri tarafından satın alındı. Böyle bir profilden elbette Silikon Vadisi’nde düzenli bir hayat, güzel bir eş, iki adet de çocuk bekleyemezsiniz. “Amerikan rüyası” Aaron’ın damarlarında akmıyordu, o gerçek bir şeyler arıyordu. Nitekim bir sene bile dayanamadan kendisini Reddit’ten âdeta kovdurdu. Avrupa’ya bir konferansa gidip döndükten sonra bir hafta kadar San Francisco’daki ofise gitmedi. Döndüğünde müdürü onunla çalışmak istemediğini söylediğinde Aaron’ın yüzü gülüyordu. İsteyip de yapamadığını, onun adına patronu üstlenmişti.
PACER’ı halka açtı, FBI’ın kara listesine girdi
Amerika’daki mahkeme sonuçları elektronik hâle getirilmiş ve normalde insanların ücretsiz olarak ulaşabileceği halka açık dökümanlar, sayfası 8 sent olarak ücretlendirilip halka sunuluyordu. Aaron, PACER adı verilen bu sistemdeki bir açıktan faydalanarak milyonlarca sayfalık dokümanı indirip halka açtı. Devletle ilk mücadelesi de PACER hareketinin sonunda başladı. Aaron bu olay için cezalandırılmadı, zira dokümanların yasal olarak halka açık olması gerekiyordu. Fakat o yıllarda birçok kez “hactivist” hareketlerden dolayı canı yanan FBI, Aaron’ı potansiyel tehlike olarak görmeye başladı.
35 yıl ve 1 milyon dolar istemiyle yargılandı
Aaron, bilgiye erişimin temel insan hakkı olduğunu düşünüyordu. Tam da bu yüzden bilgi sahipliğinin şirketleşmesini ve parayla satılıyor oluşunu içine sindiremiyordu. Harvard Safra Research Lab’da çalışırken, MIT’ye açık olan JSTOR akademik makale havuzundan makaleler indirmeye başladı. Yazdığı script çok kısa bir sürede MIT güvenlik birimleri tarafından fark edildi ve Aaron’ın IP’si bloklandı. Aaron bunu aşmak için bir netbook ile MIT’nin IT odasına sızdı, kablo ile bağlanarak kaldığı yerden makaleleri indirmeye başladı. Polis tarafından suçüstü yakalandı. Ve mahkemede 35 yıl hapis ve 1 milyon dolar para cezası istemi ile yargılandı. Aaron’ın bu makaleleri bilgisayarına indirerek bir kâr amacı güttüğünü ve kişisel serveti için kullanacağını düşünmek için geri zekâlı olmak gerek! Fakat, polis ve FBI baş etmekte zorluk çektiği hacker ordusunu korkutmak için bir kurbana ihtiyaç duyuyordu ve daha önceden PACER konusu yüzünden mimli bu adam, aradıkları profile “cuk” diye oturuyordu. Aradan geçen yıllar boyunca, MIT de konuyu takip edenlerin vicdanlarında hâlâ suçlu. MIT kültürü normalde okulun öğrencileri bu tarz konularda hacking için desteklemesiyle meşhurdur. Burada, yaratıcı zekâ ödüllendirilir. Fakat Aaron’ın durumunda üniversite yönetimi üç maymunu oynadı süreç boyunca âdeta. JSTOR organizasyon olarak Aaron’dan şikâyetçi olmadıklarını, konunun kapatılması gerektiğini söylerken, MIT sessiz kaldı. Sırf bu yüzden üniversitenin o vicdanlardaki suçu, Aaron’ın yasalar karşısındaki suçundan kat be kat büyüktür. İleride intihara sebep olan depresyonun ilk tohumları da işte bu süreç içerisinde atılmıştı.
SOPA’yı engelledi, hareketin lideri oldu
Aaron’ın insanlar gözünde gerçek bir kahraman hâline gelmesiyse, anti-SOPA hareketi ile olmuştu. SOPA (Stop Online Piracy Act), yani Çevrimiçi Korsanlığı Durdur Yasası, ismi kadar tatlı olmayan bir yasa bütünüydü. Bu yasa aracılığıyla Amerikan hükümeti, kendi uygun görmediği takdirde, herhangi bir siteyi erişime kapatma yetkisine kavuşuyordu. Ne kadar tanıdık öyle değil mi? Ülkemizde ne kadar çırpınsak da Aaron’ın topladığı 300.000 imza kadar etkili olamadık. Aradan geçen her sene internet kullanıcıları biraz daha “potansiyel suçlu” konumuna geldi ve her yaptığı takip edildi, kayıt altına alındı. Bizler ise hashtaglerden öteye gidemedik. Gerçi eğer güzel ülkemizde 300.000 imza toplasaydık muhtemelen 300.001 kişi evlerinde zor duruyor olurdu. Artık egemen gücün hoşuna gitmeyen herhangi bir şey yaptığımız anda, suçlanabileceğimiz bir geçmiş, iktidarın ellerinde. Oysa onun yürüttüğü kampanya, halk önünde yaptığı konuşmaları, binlerce insanı konuyla ilgili bilinçlendirmesi koca bir ülkenin kaderini değiştirdi. Aaron, SOPA’nın yasalaşmasına engel oldu.
Hiçbir zaman para peşinde koşan bir adam olmadı, egosunu ön plana almadı
Hayatı boyunca bu samimiyetle çalıştı. Sadece bilgisayarının başında durarak değil, bir kongre üyesinin yanında sadece devletin işleyişini anlayabilmek için staj yaparak mesela. Üstelik bizim dünyamızda sıklıkla görmeye alışık olduğumuz yüksek egodan nasibini almamıştı. Arkadaşları ve kız arkadaşı; Aaron’ın garsonlarla, taksicilerle konuşurken ne kadar utandığını hâlâ röportajlarında anlatıyorlar. O, dünyada olan her kötü şey yüzünden kendini sorumlu hissedenlerdendi; şirketinden ayrıldıktan sonra NBA kulübü satın alan patronlardan değil.
Yine bizim dünyamızda görmeye alışık olduğumuz seksizm, Aaron’ın her fırsatta eleştirdiği bir konuydu. Sektöründeki kadınlara karşı yapılan ayrımcılıktan hep tiksindi ve sıklıkla hikâyelerini duyduğumuz tipte CEO’lardan olmadı; insan oldu.
Zengin olmayı değil, dünyayı değiştirmeyi istedi
Defalarca kaçma ve kolay bir hayata sahip olma fırsatı varken ideallerinin peşinde koşmayı tercih etti. Google’dan defalarca teklif almasına rağmen neden reddettiğini onun ağzından yazıyoruz: “Well, I didn’t want to work at Google when I was at Stanford, I thought I should finish school. I didn’t want to work there when I was at Reddit, working at a startup was much more exciting. And now? Well, post-IPO, Google isn’t the same exciting place that it once was. None of the people I’ve spoken to at Google seem to have jobs that strike me as particularly appealing. Interesting, certainly, but not something I can really see spending my 9 to 5 doing for long periods of time.”
Özetle: Stanford’da okurken okulu bitirmek için Google’a gitmek istemediğini, daha sonra ise Reddit’de çalışmaktan çok keyif aldığı için Google’ı düşünmediğini söylüyor Aaron. Google halka açıldıktan sonra ise şirketin sabah 9 akşam 5 çalışacağı başka şirketlerden çok da farklı olmadığını düşündüğü için bir alternatif olmaktan dahi çıktığını dile getirmiş.
Madde madde sayılamayacak kadar çok düşünülecek şey bıraktı geride
Dünyayı değiştirmek. Dünyayı değiştirmek. Dünyayı daha güzel bir yer hâline getirmek. Dünyayı kurtarmak. 2005 yılında yazdığı bir blog yazısından alıntılıyoruz:
“The other night, when [redacted] asked me why I switched from computer science to sociology, I said it was because Computer Science was hard and I wasn’t really good at it, which really isn’t true at all. The real reason is because I want to save the world. Maybe I didn’t say that because it sounds sort of crazy. “
Arkadaşı ona neden bilgisayar mühendisliği yerine sosyolojiye geçtiğini sorduğunda, Aaron ona “mühendisliğin zor olduğunu ve kendisinin yeterince iyi olmadığını düşündüğünü” söylemiş. Fakat sosyoloji tercihinin altında yatan gerçek sebep dünyayı kurtarmak hayalinden başkası değil. Ama bunun kulağa ne kadar delice geldiğini düşündüğünden, geçiştirmek zorunda kalmış kahramanımız.
Keşke daha önce anlasaydık…
Hayır, delilik değildi. Dâhilikti. Deli olan bizdik. Deli olan hâlâ biziz. Deli olan hâlâ kendi hırsları peşinde koşan milyarlarca insan. Deli olan hâlâ internetin -dolayısıyla iletişimin ve bilginin- potansiyelini anlayamayan insanlar. Deli olan yıllarca ödüllendirdiği hacker’lara rağmen politik baskılar yüzünden Aaron’a sahip çıkmayan MIT. Onu intihara sürükleyen ve sahip çıkamayan insanlar deli. Deli olan biziz. Biz!