Canlandırdığı tüm rolleri hayatın kalbine yerleştirdi. İzleyici bir kere bile Tuncel Kurtiz’in inandırıcılığını sorgulamadı, onu yapmacık bulmadı.
Yaşı yetenler ve merak edenler onu Hamo Ağa, Hamal Hasan, Abuzer Dayı olarak bildi; daha gençler ve az meraklılar için ise yürek titreten aforizmalarıyla Ramiz Dayı’ydı. Ama biz onu sadece iyi bir oyuncu olduğu için sevmedik. Muhalif ve devrimci duruşu da gönlümüzü çeldi. Seçtiği roller, katıldığı eylemler, gönderdiği mesajlar ile hep sırtımızı dayayacağımız güçlü bir çınar gibiydi.
Usta sanatçı üç sene önce 27 Eylül’de aramızdan ayrıldı. Şimdi onu, kendinin de isteyeceği gibi muhalif duruşuyla anıyoruz!
Mahabharata’dan Şeyh Bedrettin’e
Oyunculuğa 1958’de Haldun Dormen Tiyatrosu’nda başlayan Tuncel Kurtiz tiyatroyu ABD, İsviçre, Almanya, İsveç, Danimarka, Hollanda ve Norveç’te de oyuncu ve yönetmen olarak sürdürdü.
Peter Brook ile birlikte üç yıl boyunca dünyanın en ünlü oyunlarından biri olan Mahabharata’yı sergiledi. Türkiye’deki izleyiciler için de Keşanlı Ali Destanı, Devr-i Süleyman ve Nazım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı ile kaldı uzun süre hafızalarda.
Ezilenin, unutulanın, ötelenenin sesi
Sinemaya 1964’te Şeytanın Uşakları filmiyle başlayan Kurtiz 70’ten fazla filmde ve pek çok TV dizisinde yer aldı. Ama en çok yakın dostu Yılmaz Güney ile birlikte olduğu filmlerle hafızalarda yer etti.
“Devrimci sinema sol yumruğu kaldırmak veya kahramanlık yapmak değildir” diyen usta, Güney ile birlikte ezilenin, unutulanın, ötelenenin yanı başında durdu, onların sesi olmayı seçti.
Karacaoğlan, Nâzım Hikmet, İlhan Berk, Fuzûlî…
“Her sinema politiktir” diyordu usta oyuncu, şunları eklemeden önce: “Bizim devrimci sinemamız bu olacak. Bu topraklardan çıkacak. Bu toprağın tarihinden çıkacak, sosyolojisinden, felsefesinden çıkacak. Başka çaremiz yok. Karacaoğlan’ı da olacak içinde, Ağrı Dağı’nın çiçekleri de olacak. Bu arada Nâzım Hikmet de, İlhan Berk de olacak, şairlerimiz de olacak içinde, Fuzuli de olacak.”
Dünya bir bahçe
“Komünizmden başka yol var mı yani? Başka bir düşünce, başka bir hissiyat, başka bir felsefe var mı? Dünyayı bir bahçe haline getirebilecek, insanoğlunun insanca yaşamasını, köleliğin kalkmasını, ırkçılığın kalmamasını öneren bir yol var mı?” dedi Tuncel Kurtiz Yeni Harman dergisine verdiği söyleşide.
48 senedir güncel: Hudutların Kanunu
Askerin gözünde suçlu, ağalarının gözünde değersizdi onlar. Ta o vakitlerden beri bu kadardı kaçakçıların değeri. Sınır boylarında kaçakçılık yapan Hıdır ve Hıdır’ın köylüleri bu yüzden 48 senedir güncel.
Ömer Lütfi Akad’ın 1966’da yönettiği filmde Tuncel Kurtiz, Bekir rolünde, arkadaşı Yılmaz Güney ile perdede devleşti. Akad’ın kamerasını toplumun görmezden gelinenlerine çevirdiği film, Kurtiz’in deyimiyle “Hep fukaranın sineması”nı yapacak olan bu önemli birlikteliğin ilk ürünlerindendi.
Umutsuz Umut
http://youtu.be/QR1Br-yPoRQ
Güney, Umut’ta atına otomobil çarpan bir faytoncunun yavaş yavaş umudunu definelere bağlamasını anlatırken, film kendinden sonra gelecek politik filmlerin bir nevi habercisiydi.
1970 yapımı filmde Kurtiz, Cabbar’ın (Yılmaz Güney) faytonuna atlayıp bir yandan sigara sararken bir yandan zenginlik ve fakirlik üzerine konuşan hamal Hasan’dı. “Paran olmadı mı iyi değil. Dünyada senden kötüsü, senden pisi yoktur” cümlesini kulaklarda çınlatan film elbette Sansür Kurulu’nca sakıncalı bulundu.
Yeni dünyanın peşinde: Otobüs
Göçmen işçi meselesine odaklanan Otobüs’te Kurtiz, İsveç’e kaçak işçi olarak gitmeye çalışan köylülerden biriydi. Türkiyeli işçilerin iş bulma umuduyla hurda bir otobüsle yolculuğunu ve Stockholm’e varınca kaderlerine terk edilişlerini anlatan filmde sanatçı en etkili performanslarından birini ortaya koydu.
1974 yapımı Tunç Okan imzalı filmde Kurtiz’in rolünün adı bile yoktu. O, yeni dünyaya kapağı atmaya çalışan ikinci adamdı. Çaresizdi, şaşkındı, kederliydi. Ama yüzündeki çizgilerle, uzun susuşları, yoksul ve ümitsiz görünüşüyle çok sahiciydi.
“Ya Kazanacağız, ya kaybedeceğiz!”: Sürü
“Yaz çalışmasına gelirken herkes bana ‘Yılmaz seni arıyor’ diyor. Hatta biri diyor ki ‘Kim oynayacak Hamo Ağa’yı, bilmiyoruz. O olmuyor, bu olmuyor.’ Yılmaz dedi ki, ‘İhtiyarı bulun’. ‘Kim bu ihtiyar Yılmaz?’ Tuncel Kurtiz.” 1978 yapımı Güney ve Zeki Ökten imzalı Sürü’ye böyle dâhil oldu usta sanatçı.
Filmde, dağılmakta olan bir aşiret ve Anadolu’nun doğusundan batısına taşınan bir sürü ekseninde büyük kente göç irdelenirken Kurtiz, aşiretinin parçalanmasına karşı koyan Kürt beyi rolündeydi.
Sömürüye isyan: Kanal
http://youtu.be/UukWEt6m-Aw
Erden Kıral’ın ilk uzun metrajlı filmi olan Kanal’da gerçek bir olaydan esinlendi. Genç ve idealist bir kaymakamın köydeki sıtma salgını üzerine ağalara savaş açmasını anlatan Kanal’da Kurtiz sömürüye isyan eden Abuzer Dayı rolündeydi.
Çaresiz hemşerileriyle bakışıp tünediği kayanın üzerinden, bir anda devleşerek doğrulan Abuzer Dayı köylüyü arkasına alıp yürürken “Ben toprak isterem, ekmek isterem, hakkımı isterem, toprağımı isterem” diyordu.
Bereketli Topraklar Üzerinde bitmeyen haksızlıklar
Orhan Kemal’in 1954’te yazdığı aynı adlı romandan 1979’da uyarlanan filmde Kurtiz, Erden Kıral vesilesiyle oyuncu, senarist ve yapımcılar arasındaydı. Filmin senaryosunu başta Mahmut Tali Öngören yazdı. Kıral’ın beğenmemesi üzerine, Kurtiz senaryoyu elden geçirdi. Sonra da kolları sıvayıp kamera önüne geçti.
Çukurova’ya gelip ağır şartlarda çalışan Köse Hasan, Pehlivan Ali ve Yusuf adlı üç arkadaşın başından geçenleri anlatan film, işçilerin yaşadığı haksızlıklara odaklandı.
Dolandırıcı yönetmenin mağdurları: Gül Hasan
Kurtiz 1979’da bu kez kameranın arkasındaydı. Senaryosunu yazıp yönetip oynadığı filmde Kurtiz, dolandırıcı bir yönetmenin mağdurlarına odaklandı. Yıllarca emek verdiği sinema sektörünün arka planını ondan daha iyi kim bilecekti ki?
Dolandırıcı bir yönetmenin filmde oynatma vaadiyle Avrupa’daki Türkleri kandırması ve kayıplara karışması üzerine gelişen olayları anlatırken Kurtiz’in daha önce çalıştığı bazı yönetmenlerin de kulaklarını çınlattığı söylendi.
Çocuk mahkûmların isyanı: Duvar
http://youtu.be/BKwcZsgfrN4
Yılmaz Güney’in Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz romanından 1983’te uyarladığı son filmi Duvar, 12 Eylül döneminde Türkiye’deki bir cezaevinde yaşanan baskı ve zulmü konu etti.
Kurtiz Duvar’da acımasız gardiyanların, berbat yemeklerin, pislik, sefalet ve dayağın kol gezdiği cezaevinde çocuk mahkûmların baba figürü Ali Emmi’ydi. Kederli bakışı ve pos bıyıklarıyla insanlığını kaybetmemiş ve belki de bu yüzden 10 senedir idarenin istediği gibi gardiyanlığı öğrenememişti.
“Herkes evine dönecek”: Işıklar Sönmesin
Usta oyuncu, Reis Çelik’in 1996’da yönettiği Işıklar Sönmesin’de Haydar Ağa rolündeydi. Film özellikle didaktik üslubuyla eleştirildiyse de Kürt meselesinin bugünkü kadar kolay konuşulamadığı bir tarihte yaşananları perdeye taşıdığı için önemliydi.
Filmde elinde silahıyla “Sen kimsin? Basarım mermiyi” diye sinirlendiğinde de, çatışmaların başladığı sırada “Işıklar sönmeyecek loooo” nidası yükselirken de Kurtiz filmin yüz akıydı.
Ötekinin hamisi: Tabutta Rövaşata
http://youtu.be/Q0pqnNn8Y0M
Derviş Zaim, 1996’da yönettiği Tabutta Rövaşata’da kamerasını ötekilere çevirirken usta oyuncu, Ahmet Uğurlu ile başroldeydi. Kurtiz otomobil tutkunu bir evsize kol kanat geren balıkçı Reis rolünde adeta döktürdü.
“Tayfan değil, dostun değil, akraban değil ne diye arka çıkıyorsun bu adama anlayamadığım nokta bu” diyen adama öyle güzel “Kaç şeker?” dedi ki bundan muhalifi can sağlığıydı.
Yüzleşmek için: Hoşçakal Yarın
Reis Çelik’in 1998’de yönettiği Hoşçakal Yarın’da usta sanatçı bu kez perdede izlemeye alışık olmadığımız bir roldeydi. Bu kez mazlumun yanında değildi ama yeter ki Türkiye yakın tarihindeki acılarıyla yüzleşsindi. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını yargılayan askeri mahkemenin reisi Ali Elverdi’yi canlandıran Kurtiz yıllar sonra bu rolü özellikle istediğini anlatacaktı.
Film okul piyesi düzeyini aşamadığı gibi acımasız eleştiriler alsa da sert ve tavizsiz halleriyle Kurtiz, Hoşçakal Yarın’da yine de göz doldurdu.
Utançlar, üzüntüler bitmez: Güz Sancısı
Tomris Giritlioğlu’nun 2008’de Yılmaz Karakoyunlu’nun aynı adlı romanından uyarladığı filmde Kurtiz, yine alışılmışın dışındaydı. Suyun Öte Yanı ve özellikle Salkım Hanımın Taneleri filminin devamı niteliğinde 6-7 Eylül Olayları’nı konu alan filmde, usta sanatçı milliyetçi ve zengin bir toprak ağasını canlandırdı.
Hükümetin yakından ilgilendiği nüfuzlu Kamil Efendi karakterinde Kurtiz hırstan titreyen sesiyle “Bir oğlum var diyorsun. Hayatını ona adıyorsun. Ama senin hayallerin onun hayalleri değil” derken bizi yine yakın geçmişimizle yüzleşmeye çağırdı.
Geçit Yok!
Bağdatlıyız, Bağdat’tayız, Bağdatlıyız
Bağdat’ta düşünce bombalar adımız meçhule kalır
Adımız meçhul
Yanar kavrulur bedenimiz sevdiklerimiz
Yanar kavrulur
Usta sanatçı Grup Yorum’un 25. yılını kutladığı konserde 12 Haziran 2010 tarihinde İnönü Stadyumu’nda sahnedeydi. Onu görünce iyice coşan seyirciye tüm isyanıyla “Geçit yok” diye bağırıyordu.
Dağlardı dağlar onun meskeni
Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgârlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.
Tuncel Kurtiz, Kalan Müzik stüdyolarında, hayatını anlatan bir şiir albümü hazırlıyordu. Ancak albümü tamamlayamadan üç sene önce bugün, 27 Eylül’de aramızdan ayrıldı. Sabahattin Ali’nin Dağlar şiiri onun bize son hediyesiydi.