Bas bariton sesiyle opera sahnelerinden ayağının tozuyla indi Ruhi Su. Sonra türküleri, Alevi deyişlerini gümbür gümbür yorumladı. Diyar diyar gezdi, her fırsatta az bilinen, kaybolma ihtimali olan türküleri derledi, arşivledi.
Karacaoğlan’ı, Yunus Emre’yi, Köroğlu’nu, Pir Sultan Abdal’ı ve daha nicesini evimize getirdi. Siyasi görüşleri yüzünden başına gelen, canını yakan, Türkiye tarihine utanç ile yazılan dertleri de bağlamasının tellerine döktü.
Klasikler kontenjanından gür sesiyle söylediği Drama Köprüsü, Evlerinin Önü Mersin, Burçak Tarlası ve Ben Melamet Hırkasını ile başlayın.
Aramızdan ayrılışının 29. yılında hem ünlü sanatçıyı tanıyın hem kulağınızın pası silinsin. Sıradaki listemiz Ruhi Su kimdir diyenler için.
Savaşın ortada bıraktığı çocuklardan
Ruhi Su 1912’de Van’da doğdu. Asıl adı Mehmet’di. Anne ve babasını çok küçükken yitirdi. Kendi anlatımıyla, “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardan biriydi.”
Ailesini 1915 Ermeni Soykırımı’nda kaybettiği rivayet edildi. Oğlu Ilgın Ruhi Su, “Babamın 1912’de Van’da doğması, öksüzler yurdundan gelmesi, bugüne kadar hiçbir akrabasının çıkmaması düşünüldüğünde Ermeni olma ihtimali hayli yüksek” diyecekti.
Kaç-Kaç’ta Toroslar’da
Küçük yaşta Van’dan Adana’ya geldi ve çocuğu olmayan bir aileye verildi. Onları amca ve yenge bildi.
Mehmet altı yaşına geldiğinde, Adana, İngilizler ve Fransızlar tarafından işgal edildi. Sonradan “Kaç-Kaç” adı verilen o dönemde, ailesi ve Çukurova civarındaki halkla birlikte Toros Dağları’na kaçtı.
“Oyun denen bir şey…”
Dağlardaki konargöçerlikleri bitip Adana’ya döndüklerinde epey fakirleşmişlerdi. Yengesi hep bir bahane bulup Mehmet’i hırpalıyordu. O günlerde anladı Mehmet, amca ve yengesinin gerçek akrabaları olmadığını.
Yıllar sonra, mahalle arkadaşının annesi sayesinde Öksüzler Yurdu’na yerleştirildiğini anlatırken, o zamanki hislerini şöyle özetleyecekti: “Oyun denen bir şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu, şaşkındım.”
Kemanla klasik müziğe ilk adım
Öksüzler Yurdu’nda sesinin güzelliğini fark edip ona marşlar söylettiler, hatta müzik öğretmeni onun için yurda bir keman aldırdı. Mehmet bu sayede klasik müziğe ilk adımını attı.
1925’te kaldığı yurda yollanan bir bildiri onun için müziği bir tutkuya dönüştürdü. O sene yurtlardaki sesi güzel çocukların Ankara Müzik Öğretmen Okulu’nun sınavlarına gönderilmesi isteniyordu.
Müzik öğretmen okulu yerine askeri okul
Yurttan dördüncü sınıflardan Mehmet ve beşinci sınıflardan Şaban sınava girdi. Mehmet kazandı, Şaban kazanamadı. Arkadaşının açıkta kalmaması için hakkını devretti. Nasılsa önünde bir yılı daha vardı.
Bir yıl sonra aynı sınavı yine kazandı ama iş işten geçmişti. Yeni bir bildiri yayımlanmıştı ve Savunma Bakanlığı’nın bildirisine göre istikamet askeri okuldu.
Mehmet nasıl Ruhi oldu?
Göz muayenesinde az görüyormuş gibi numara da yapsa Mehmet’in yeni adresi İstanbul Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ydi. Yine aynı dönemde arkadaşlarıyla birlikte isimlerinden ötürü küçümsendiklerini düşünüp adlarını değiştirdiler. O artık Mehmet Ruhi’ydi.
Kulak doktorundan çürük raporu
Mehmet Ruhi, askeri okuldan uzaklaşmak için elinden geleni ardına koymadı. Sonunda bir kulak doktorundan çürük raporu aldı. Ama bu kez de Ankara Müzik Öğretmen Okulu’nda yer kalmamıştı. Çaresiz Adana Öğretmen Okulu’na geçti.
O sıralarda Adana’daki sessiz sinemada müzik yapan keman hocası Avusturyalı Ervix ile tanıştı. İlk klasik batı müziği parçalarını da ondan öğrendi.
Elinde kemanı sınav peşinde
Eylül’de Ankara Müzik Öğretmen Okulu’nda sınav sırasını bekliyordu. Ödünç kemanıyla bir otel odasında gece gündüz çalışmıştı ve emeğinin karşılığını nihayet alacaktı.
Aynı sıralarda ilk evliliğini yaptı ve oğlu Güngör’ü kucağına aldı. Bir yıl sonra da tek hece olduğu ve kolay söylendiği için Su soyadını aldı.
Keman mı, opera mı?
Mehmet Ruhi Su, Müzik Öğretmen Okulu’ndan sonra 1942’de Ankara Devlet Konservatuvarı’nın Opera-Şan Bölümü’nü bitirdi. Henüz üniversitedeyken bir hocası keman çalışmasının ses tellerini zayıflatacağını söyleyerek tercih yapmasını istemişti. Bunun üzerine, Ruhi Su, kemanı bırakıp operaya yöneldi. Böylece o artık bas bariton sesiyle yeri göğü inletecekti.
Kısa çöp uzundan hakkın alacak…
“… Serdari halimiz böyle n’olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Mamurlar yakılıp viran olacak
Akıbet dağılır ilimiz bizim”
Ruhi Su 1943’ten itibaren iki haftada bir pazar sabahları “Bas Bariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” adlı radyo programında dinleyicisi ile buluştu.
Ama iki yıl sonra Alevi deyişleri ile komünizm propagandası yaptığı söylentileri fısıldanırken bir programında söylediği Nesini Söyleyim türküsü nedeniyle işine son verildi. “Serdari halimiz böyle n’olcak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak” dizeleri elbette birilerinin hoşuna gitmemişti.
Madam Butterfly’dan Figaro’nun Düğünü’ne
Aynı yıllarda Ankara’da müzik öğretmenliği yaparken Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na seçildi, sonra da Devlet Operası’nda çalıştı. Opera sahnesi ile buluştuğu dönemde anlaşmazlık nedeniyle ilk evliliği bitti.
1945’te Opera Kanunu çıkınca öğretmenliği bıraktı. 1952’ye dek Madam Butterfly, La Boheme, Satılmış Nişanlı, Fidelio, Maskeli Balo, Yarasa, Figaro’nun Düğünü, Rigoletto, Aşk İksiri gibi operalarda rol aldı.
TKP tevkifatı ile Sansaryan Han’a yolculuk
Ünlü sanatçı Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki korosunda sonradan evleneceği Sıdıka Umut ile tanıştığında yıl 1946’ydı. İkilinin arkadaşlıkları aşka dönüştüğünde ise geniş kapsamlı TKP tevkifatı başlamıştı. 11 Kasım 1952’de polisler Sıdıka Hanım’ın evine gelip onu önce Birinci Şube’ye, sonra İstanbul’daki ünlü Sansaryan Han’a götürdüler. Aynı sıralarda Ruhi Su da tiyatrodan bir arkadaşının ihbarı üzerine, Konsolos Operası’nın provasındayken, aynı akıbeti yaşıyordu.
Bu Nasıl İstanbul Zindan İçinde
“Bu nasıl İstanbul zindan içinde
Kayboluverdi gecem gündüzüm
Bu nasıl İstanbul zindan içinde
Bavo bave…
Yattığımız yerde güller bitecek
Gün ışıyıp gelir sabret, bu bizim
Yattığımız yerde güller bitecek
Bavo bave…”
Sansaryan Han’ın en alt katındaki hücrelerde, gördüğü ağır işkenceleri bu türkü ile anlattı Ruhi Su. Bu zulüm beş ay sürdü. Harbiye Cezaevi’ne getirmek için iyileşmesini beklediler. Yine de Sıdıka Hanım ile görüşme izni verildiğinde hâlâ tanınmaz haldeydi.
Sıdıka Umut için: Mahsus Mahal
“Mahsusmahal derler kaldım zindanda
Kalırım kalırım gardaş dostlar yandadır
İk’elleri kızıl kandadır kanda
Ölürüm ölürüm kardeş aklım sendedir…”
Bu türküyü Ruhi Su “tabutluk” denilen hücredeyken Sıdıka Hanım için hazırladı. Çift birbirlerini görebilmek için önce nişanlandı. Sonra Behice Boran ve eşi Nevzat Hatko’nun şahitliğiyle cezaevinde evlendi.
Cezaevi otobüsünde yolculuk: Hasan Dağı
“Hasan dağı Hasan dağı
Eğil eğil, eğil bir bak
Sıkıyor zincir bileği
Jandarmada din iman yok…”
141. maddeden yargılanıp 1952-1957 yıllarını hapiste geçiren Ruhi Su, İstanbul’dan Adana’ya yolculuğunu bu türküde anlattı. Cezaevi otobüsünde ikişer mahkûm bileklerinden birbirine zincire vuruluydu. Tuz Gölü civarında verdikleri molada Hasan Dağı tüm heybetiyle yükselirken bu türkü işte bu yolculuğun ağıdı olarak Su’nun dilinin ucundaydı.
Hapiste verimli yıllar: Onlar ki
Onlar ki toprakta karınca, suda balık,
Havada kuş kadar çokturlar;
Korkak, cesur, hâkim ve çocukturlar
Kahreden ve yaratan ki onlardır,
Destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
Hapishanede ustaya önce sazını vermediler. Su, izin çıkıp Ankara’dan bağlamasını getirtene kadar, iki yıl arkadaşının yaptığı iptidai bir bağlamayla çalıştı.
Yine de en verimli dönemiydi. Arkadaşlarından bir koro oluşturdu. Geldikleri yörelerin türkülerini dinleyip derledi. Nazım Hikmet’ten Kuvay-ı Milliye Destanı’nı da burada düşünmeye başladı.
Sürgün zamanı doğan Ilgın bebek
Haziran 1958’de Sıdıka ve Ruhi Su çifti tahliye oldu. Artık sürgün zamanıydı. Önce Konya Çumra’da, sonra Ankara Etimesgut’ta zor günler onları bekliyordu. Her gün kilometrelerce yürüyüp jandarmaya imza veriyorlardı.
Bir yandan da iş bulmak zaruretti. Çünkü Ilgın bebek Nisan 1959’da kucaklarındaydı. O dönemde Atıf Yılmaz, Karacaoğlan’ın Kara Sevdası filminin müzikleri için ustayı Adana’ya çağırdı.
Yüce Dağdan Bir Yel Eser
“Yüce dağdan bir yel eser
Eser Elif, Elif deyi
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif, Elif deyi…”
Karacaoğlan’ın Kara Sevdası için söylediği türküler, Atıf Yılmaz’ın karşı koymasına rağmen filmde başka birine yeniden okutuldu. Ama bu türküler daha sonra ustanın plaklarında yer bulacaktı.
Su, film çekimi bitince, Taksim Gazinosu’nda sahneye çıkmak üzere İstanbul’a gitti ve ailesini yanına aldı.
1960’lar boyunca İstanbul lokallerinde
1960’lar boyunca Ruhi Su pek çok lokalde ve kulüpte sahneye çıktı. İstanbul’da As Kulüp, Çatı, Kent, Kafkas, Kartiyer, 66, Reis Merhaba, Ankara’da Kalem gibi lokaller bunlardan bazılarıydı.
O, bu yıllar boyunca büyük ciddiyetle türkülerini söyledi, bir duble rakısını da programını bitirmeden içmedi. Sevenleri de bu sayede onu sık sık sesiyle mest olma fırsatı buldu.
“Türkülerden korkulması boşuna değildir”
“Bir yerde türküler ne kadar gelişmişse, anlatım gücü ne kadar artmışsa, oradaki koşullar o oranda ağır demektir. Türkülerden korkulması boşuna değildir” diyen usta elbette haklıydı.
Türkiye’nin bağlamalara düşürülecek ağır koşulları uzun yıllar sürdü. Su da olan biteni bestelemekten yılmadı. 1968’de öldürülen Vedat Demircioğlu için Bir Sabah Uykusunda’yı, 1 Mayıs 1977’de öldürülenler için Şişli Meydanı’nda Üç Kız’ı yarattı.
Plaklarda ozanlar
1960’tan itibaren halk türkülerini arşivlemeye başladı. Ruhi Su, ölümüne kadar 16 kırkbeşlik plak, 11 uzunçalar çıkardı. Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Köroğlu gibi ozanların nefesini bugüne taşıdı.
Ölümünden sonra kurulan Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı aracılığıyla eşi Sıdıka Su (ö. 18 Ekim 2006) ve oğlu Ilgın Su özel arşivlerdeki ses kayıtlarından yararlanarak plak, kaset ve CD üretimini sürdürdü. Şiirleri ve yazıları, Everest Yayınları tarafından yeniden basılan Ezgili Yürek adlı kitapta toplandı.
“Sakıncalı” diye emek sömürüsü
1960’larda Kazım Taşkent, Yapı Kredi’nin düzenlediği halk oyunları şenliği ile ilgili bir teklif götürdü Su’ya. Katılımcıların müziğini arşivleyecekti.
Beş yıl süren çalışmanın kitabı basılacakken, Dünya gazetesinde Bedii Faik, “Kulaklara Kurşun Gibi Akan Ses” diyerek Su’yu hedef gösterdi. Su yine sakıncalıydı.
Sadi Yaver Ataman imzasıyla çıkan kitap, mahkemeye düşünce, Su davayı Ataman’ın ifadesiyle kazandı. Türk Halk Oyunları isimli eser ise Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla ölümünden üç yıl sonra kendi imzasıyla çıkabilecekti.
Dostlar Korosu ile çoğalan sesi
1975’te ünlü sanatçı Dostlar Tiyatrosu bünyesinde, ilk üyelerini sınavla seçerek en önemli korosu olan Dostlar Korosu’nu kurdu. Aynı yıl Sümeyra Çakır da ustadan ders almaya başlayıp koroya katıldı.
Bu koro, Su’ya El Kapıları, Sabahın Sahibi Var ve Semahlar albümlerinde eşlik etti. Timur Selçuk, Sarper Özsan, Hüseyin Tutkun, Cenan Akın, Öcal Öcalan, Refik Koksal, Cengiz Ünal gibi önemli müzisyenlerin katkılarıyla bugünlere geldi.
Darbeden Ruhi Su Dostlar Korosu’na
Dostlar Korosu, 12 Eylül 1980 döneminin baskıcı yönetimi altında 1986’ya kadar ara verdi. O yıl öncelikle Ruhi Su’yu anma gecelerine katılmak üzere yeniden bir araya gelen koro, bir yıl sonra adının başına üstatlarının ismini ekledi ve Ruhi Su Dostlar Korosu’na dönüştü.
Ölüm döşeğinde pasaport yasak
1978’de ünlü sanatçıya kanser teşhisi kondu. Sonrası Türkiye için utanç vericiydi. Doktorlar Su’ya yurtdışında tedavi görmesini önerdi. Ama askeri yönetim, süresi dolan pasaportun yerine yenisini bir türlü vermedi.
Türkiye’den ve dünyadan entelektüellerin çabalarıyla sanatçının bir seferlik yurtdışına çıkmasına izin verildiğindeyse artık çok geçti.
Cenazesi ilk büyük kitle gösterisiydi
Su, 20 Eylül 1985’te hayatını kaybetti. Naaşı Şişli Camisi’nden alınıp türkülerle omuzlarda taşınırken, kalabalığın önü Mehmet Ağar’ın yönetimindeki polis tarafından kesildi. Kitle, zayıf polis barikatını aştı ve on binlere ulaştı.
Ünlü sanatçının cenaze töreni 12 Eylül’ün ilk büyük kitle gösterisine dönüşürken, gözaltına alınan 163 kişi İstanbul Siyasi Şube’de 15 gün tutuldu.