Avrupa’da okumak iyidir. Diliniz gelişir, yeni kültürler görürsünüz. Herkese öğrencilik hayatının bir kısmını yurtdışında geçirmesi ciddi önerimizdir.
Ancak gül diken ikilemi gibi Erasmus’un da kendince sıkıntıları, hasretleri var.
Detayları listeye bırakıyor, yaşayan bilir diyor ve sizi listeye uğurluyoruz…
Gurbet ellerde kahvaltılara küstüren: Peynir
Erasmus’la gideceğiniz ülke kuvvetle muhtemel peynir açısından geniş seçenekler sunacaktır. Fakat peynirin membağına da gitseniz, unutmayın ki siz Türksünüz ve kahvaltıda jalapenolu gouda peyniri yerine tam yağlı ezine koyun peynirini tercih edeceksiniz. İşte o zaman karşınıza çıkacak olan ‘Sütovası’ ya da ‘Yetat’ gibi, tadından şüphe etmenize daha marka adından sebebiyet veren, renginin beyaz olması haricinde beyaz peynirle hiçbir alakası olmayan peynirlere maruz kalacaksınız. Üstüne bir de o peynirin yanına sucuk, domates falan koymaya kalkışacaksınız ama ona sonra değineceğiz.
Serdar Ortaç’ı mumla aratan: Müzik
Tabii ki müzik konusunda yeniliklere açık insanlarız. Her içki ortamında Bergen’i havalarda uçurmuyoruz Yerine göre, yerlisinden yabancısına her tarzda müziği dinliyoruz. Fakat nasıl bir toplum her gece, sabaha kadar, aynı ritmle, aynı bass’la, sadece kafayı sağa sola titreterek eğlenebilir? Bu arada bahsi geçen müzik dubstep yahut tekno değil. Bir parçanın bitip yenisinin başlamadığı, saatlerce aynı şeyin süregeldiği bambaşka bir oluşum. (Gerçi tekno olabilir o, emin değiliz.)
Kadınlar için geliyor: Kuaför
“Ay bebeğim ne saçmalıyorsun? Marcel var Paris’te mesela, müthiş müthiş!” Herhalde var kuaför, yok demiyoruz ama öğrenci kadınlarız. Evden gelen destek de sınırlıysa, o kuaförleri bırak bir seferlik denemeyi, camından bakmaya çekinir insan. 5 ay boyunca kendisine manikür yapacak diye elini ayağını paramparça eden, kalem tutamayan bir sürü kadın var Avrupa’da.
Marketlerde ‘market ürünü’ satılması
Türkiye’de marketlerde satılmadığı için gece gündüz şükretmemiz gereken bir şey var ki, bunu Avrupa’ya gidince anlıyoruz. Şimdi bunu her ülke için söylemeyeliz gerçi. Neyse açık olalım: Bahsi geçen ülkemiz Hollanda. Gençsin, zırt pırt acıkırsın, çıkarsın markete, ekmek, yumurta alırsın, 2 bira alırsın, tam kasaya giderken bir reyon gelir; tövbeler olsun plastik plastik pipiler. İçinde bulunduğun “Midem ezildi iki lokma bir şey yiyeyim” moduyla, küfürden beter gelir o pipiler. Zaten bu pipi olayı Hollanda’da nasıl bir hastalıksa, kaleminden kupasına, şekerinden makarnasına her şeyleri pipi. Bak makarna diyoruz. Dikkatsiz bir anına denk gelse, o makarnadan pişirsen, yemin ediyorum sana kavga çıkar o öğrenci evinde.
Ağız tadıyla ekmek yemek
Ana besin maddemiz, bereket sembolümüz, kutsal yiyeceğimiz ekmek. Kendisini Avrupa sınırları içerisinde her türlü bulabilirsiniz. Fakat normal halini bulamazsınız. Şimdi Avrupa görmüş arkadaşlar diyecek Türk fırınları var diye. Var mı var, ama içlerinde normal ekmek yok. Pide var. Pide candır, ramazanın gözdesidir ona tamamız. Ama Avrupa’da anlıyorsunuz ki sadece ramazanın gözdesi olmasının bir sebebi varmış. 5 ay üst üste yenmiyormuş. 11 ay özlenip, 1 ay tüketilmesi gerekiyormuş.
İnsanı ruh hastası gibi düşünmeye sevk eden şehir hayatları
Özellikle İstanbul’lular aktif insanlardır. Günün hangi saatinde olursa olsun İstiklal Caddesi’ne çıktığın zaman bir kalabalıkla karşılaşırsın. Bir hayat vardır sokakta. Şimdi bu curcunadan çıkıp, topluca inzivaya çekilmiş gibi yaşayan bir ülkeye yerleşince illa ki afallarsınız. Geceleri bırak insan görmeyi, yoldan geçen bir arabaya bile tav olacak vaziyete gelirsiniz. Her ne kadar suç oranı az şehirler olsa da, sen büyükşehir görmüş adamsın, kapalıçarşı çocuğusun, “ulan şuradan 2 kişi çıkıp beni yakalasa…” diye başlayan felaket senaryolarıyla paranoyanın dibine vurursunuz.
Ömür uzatan: Kahvaltı
İlk maddede bahsettiğimiz gibi, kahvaltı bizim için önemli, özellikle de Pazar kahvaltıları. Lakin peynirle zaten nahoş bir giriş yapmış olduğumuz kahvaltı mevzusunun durumu buradan sonra da daha iyiye gitmiyor maalesef. Peynirden geriye, boru boyutlarında salatalıklar, tadı tuzu kaçmış domatesler, bahsini dahi geçirmeye çekindiğimiz plastiğimsi sucuklar kalıyor. Nerede Afyon’dan sucuk, Van’dan, Erzincan’dan peynir, Çanakkale’den domates… Hele börek, çörek… Çok özleyeceksiniz Türkiye’yi valla.
Gözyaşları sel olur: Buzdolabını açıp içinde yemek bulmak
Her ne kadar bu madde sadece yurtdışında olanlar için değil, Türkiye sınırları dahilinde olduğu halde evden uzakta yaşayan tüm öğrenciler için de geçerli olsa da, Erasmus’ta da başınıza sık sık geleceği için, listede yer alması uygundur. Şimdi mesela, annenizin evinde televizyon izlemekten sıkılıp sekiz kere üst üste buzdolabını açıp, ağzına kadar dolu dolaba boş boş bakıp “yine yiyecek bir şey yok öef” diye annenize çemkirirdiniz ya, işte ‘Erasmus’ dediğimiz olay tam da burada ‘Allah’ın sopası’ olarak devreye giriyor. Açlıktan tırım tırım gider buzdolabını açarsınız, içeride muhtemelen bir tekila partisinden kalmış yarım ve küflü bir limon ile miadını dolduralı hayli olmuş bir hardal bulursunuz. Hoş, her işte bir hayır vardır, o kokudan iştahın kapanır, karnın doyar, bir yerde işlevini yerine getirir buzdolabı.
Türk kromozomu: Tekel
Tekel candır! Hele sigara içen biriyseniz hem candır hem canandır. Sigara içmiyorsanız sadece candır ama yine de candır! Son zamanlarda gelen abuk subuk yasakları geçiyoruz şimdilik. Gece vakti olsun, ya da hadi olmasın gece falan, akşam saat 8 olsun, evinde ders çalışıyor ol, elin sigara paketine gitsin, iki dal sigaran kalmış olsun. Üstüne montu geçirip çık dışarı, beş adım at, tekele gir, sigaranı al, dön evine. Bu örnekteki sigarayı değiştirebiliriz. Canın cips çekebilir, ağzın kurur, bira istersin, beklenmedik misafir gelir, şarap lazım olur, olur mu olur. Şimdi örneği bir avrupa ülkesine entegre edelim. Otur oturduğun yerde canım. 7’de, nispeten insaflı bir yerdeysen 8’de tüm marketler kapanır. Kurur kalırsın. (Hollanda semalarında, evde sigara bittiği için oralarda yasal olan başka şeyler içmek durumunda kalan öğrenciler her zaman karşınıza çıkabilir.)
“Ürünlerimizin Hiçbirinde Domuz Eti ve Katkıları Yoktur”
Ne mühim lafmış bu ya. Dini ya da değil, farklı sebeplerden dolayı domuz eti kullanımını reddeden çok fazla Türk var. İşte eğer onlardan biriyseniz, şüphe, entrika ve oyunlarla dolu bir dönem sizi bekliyor. Hiçbir ambalajda ‘içinde domuz eti yoktur’ yazmaz tabii. İşin kötüsü ‘vardır’ da yazmaz. Belki yazan varsa da güzide Avrupa dillerinden birinde yazdığı için anlaşılmaz. Bir de büfeler var, A4 kağıda WordArt ile HELAL CERTİFİCATE yazarlar ki(sazanlar için geliyor: evet büyük i’leri de noktalı yazarlar) güven patlaması yaşarsın. Sonuç olarak ya aç kalırsınız ya da paranoyadan kaşı gözü seğiren bir tipe dönüşürsünüz.
Boğaz kenarında keyif yapma bonusu
Denize kenarında da keyif yapmak -kastımız içmek tabii ki- diyelim de yalnızca İstanbulluları kapsamasın. Sadece şunu söyleyelim: Avrupa’nın güzide üniversitelerinin yer aldığı birçok şehirde gölümsü, denizimsi şeyler var elbet ama üç tarafı denizlerle çevrili canım memleketimizin yerini tutmuyor. Lakin şöyle bir durum da var eğer Erasmus’a güz döneminde giderseniz, kanalların tamamı donmuş olacağından, içkiyi kanal kenarında değil, kanal üzerinde içmek gibi bir fanteziye de girebilirsiniz.
Notun dibi: Oluşabilecek hiçbir sakatlanmadan/yaralanmadan sorumlu değiliz, size zahmet bi’ yoklayıverin önce buz kalın mı değil mi.