Televizyon dizilerinin bağlayıcı ajandasına elini verenin kolunu kaptırması yeni değil. Bir başladın mı dibini bulmadan kurtulamadığın ay çekirdeği paketi, tadına doysan da nefsini doyuramadığın o bir çırpıda kana karışan çikolatalı drajeler gibi…
Tek bir bölüm maliyetinin, milyonlarca dolarla ifade edildiği ve neredeyse sinema filmleri kadar ses getirdiği günümüzde; biz de sıralamaya çok takılmadan aklımızda kalan eskiler, klasikler ve paylaşmaya değer yenilerden bir liste hazırlayalım dedik.
Değerli önerilerinizle listemizi büyütmek isterseniz, onur verirsiniz efendim…
1. The Sopranos (1999 – 2007)
Yıllarca TV dizi ve filmleri yazdıktan sonra TV yapımlarının ‘bölümsel – bağlayıcı – uyuşturucu’luğunun illallah getirdiği David Chase; izleyicinin tüm dikkati ile kendini vereceği, sinema tadında bir projeye imza atar. Her bir bölümü bir sinema filmi tadında, kurgusal bir yapımın boyunu aşacak derinlikte olay örgülü ve milim milim işlenmiş incelik ve tutarlılıkta bir karakter yapısı ile TV tarihinin belki de gelmiş geçmiş en iyi TV dizisi The Sopranos işte Chase’in bu ruh halinin bir sonucu.
The Sopranos, mafya lideri Tony Soprano’un nevrotik annesinden miras aldığı travmatik hallerinin psikiyatrist Dr. Melfi tarafından çözümlemeleri ekseninde süregelen bir suç-drama yapımı. Dizi, bu psikiyatri seanslarına paralel olarak, iyi ve kötünün flu çizgiler üzerinde birbirine karıştığı Amerikan hayatına ve düzenin akıllara zarar çarpıklıklarına değiniyor.
Kendisi de İtalyan asıllı bir Amerikan olan David Chase’in yarattığı ve rahmetli James Gandolfini’nin hayat verdiği İtalyan-Amerikan mafya lideri Tony Soprano, bugün en efsanevi kurgu karakterlerin başında geliyor.
Emmy’den Altın Küre’ye, TV dalında alınmadık ödül bırakmayan The Sopranos, televizyonlara getirdiği kendine has sinematik dili ve kurgu stili haricinde gözlerden sakınılası bir özenle seçilen dizi müzikleri ile de akıllardan çıkmıyor.
2. Seinfeld (1989 – 1998)
Bir TV fenomeninden bahsedilecekse, listenin başını tutacak efsane: Seinfeld!
90’lardan aklımızda kalan en iyi şey olmakla yetinmeyip, bugün de can sıkıntısı vurduğu an hap niyetine birer bölüm attırdığımız dahiyane komedi. Jerry, George, Elaine ve Kramer’in New York’un batı yakasında bir yerlerde yaşadıkları aşırı sıradan hayatların durumsal komedisi. Yaratıcılarının da tabiri ile ‘hiçbir şey hakkında’ bir komedi.
Bir stand-up komedyeni iken, sitcom yapmak için hayallerinin peşinde arkadaşı Larry David ile NBC’nin kapısını vuran Jerry Seinfeld, dizinin bizzat kahramanı. Gerçek yaşamının kurgusallaştırılmış bir yansıması olarak da değerlendirilecek şovda, huysuz-bahtsız yüce insan George Costanza karakteri de Larry David’in şahsiyetinden ilhamla yaratıldı.
Sadece 4 bölümlük bir anlaşma ile yayın hayatına başlayan dizi tam 9 sezon devam etti. Hala her sene kotarılan ‘gelmiş geçmiş en iyi TV dizileri’ listelerinde en başı çekenlerden olmaya devam ediyor. ‘Hiçbir şey hakkındaki’ onlarca repliği, sınır tanımadan dilden dile geziyor.
3. The Simpsons (1989 – …)
Tam 26 (yazıyla yirmi-altı!) sezondur devam eden, Amerika’nın en uzun soluklu TV dizisi, bir televizyon klasiği: The Simpsons. Orta-sınıf bir Amerikalı ailenin ve yakın çevresinin, Springfield isimli kurgusal bir kasabada bitip tükenmek bilmeyen bol hicivli, komik maceraları. Amerikan popüler kültürüne, kendine ve yayınlandığı kanala rağmen televizyon sektörüne, siyasete ve Amerikan toplumunun günlük hallerine edilmedik laf, batırılmadık iğne bırakmayan arıza aile.
Yaratıcısı Matt Groening’in tamamıyla kendi ailesinden ilhamla isimlendirdiği: Homer, Marge, Bart, Lisa ve Maggie. Simpsonlar!
1986’da bir TV şovunun kısa skeçleri olarak planlanan The Simpsons’ın başarısı amaçlananın bir hayli ötesine geçince, projenin ‘prime time’da yayınlanmak üzere bir animasyon-sitcom’a dönüşmesi kaçınılmaz oldu. Sivri dili ve en hassas konuları deşecek gözükaralığı ile gündem üzerine gündem oluşturmaya devam etti. Sayısız ödülün yanı sıra, birçok yeni nesil animasyon projelerine ilham kaynağı oldu. Homer’ın en hezeyanlı zamanlarda ağzından düşürmediği ‘D’oh!’ nidası, Oxford İngilizce Sözlüğü’nde kendine yer buldu.
Jenerasyonlar eskiten ama eskimek bilmeyen The Simpsons, nice yıllar nice rekorlara koşmaya devam etsin. Temenni ederiz.
4. Twin Peaks (1990 – 1991)
Her şey, lise öğrencisi Laura Palmer’ın esrarengiz cinayeti ile başlar. Ve, eksantrik FBI ajanı Dale Cooper, olayı araştırmak üzere Twin Peaks kasabasına gelir.Kulağa ‘gayet sıradan bir polisiye’ gibi geliyor; diye düşünebilirsiniz tabii. Düşünmeyin. Kendinizi David Lynch ve Mark Frost’un alengirli zihinlerine bırakın gitsin.
Blue Velvet’ten de hatırlayacağımız üzere; küçük kasabaların üstü cilalı ‘saygınlık’ kavramını yerle bir eden, neslinin pembe dizi karakterlerini amansızca parodileştiren, gerilim ve korkuyu usta sinematografi ile bezeyen bir başyapıt.
Dizi, zamanında ikinci sezonu tamamlayamadan yayından kaldırılmış olsa da çok konuşulan birinci sezonu ve sonrasında gelen sinema filmi ile 90’ların kültleri arasında adı kazınamayacak bir yere oturdu. Nice filmlere, şarkılara, programlara ilham oldu. Yıllar geçtikçe katlanarak artan meraklıların sayısı, dizinin yaratıcıları üstad Lynch ve Frost’un dikkatinden kaçmamış olacak ki; Twin Peaks, dokuz bölümlük yeni bir seri ile 2016 yılında ekranlara geri dönüyor. Kelimeler yetersiz kalır, heyecanımızı anlatmaya!…
5. The Twilight Zone (1959 – 1964)
Rod Serling’in efsanevi antolojisi, The Twilight Zone’u (Alacakaranlık Kuşağı) izlememiş olsa da duymayan kalmamıştır herhalde. Bilim-kurgu ve fantezinin TV kutusunda kimlik kazandığı bu efsanevi antoloji yıllar içinde onlarca yeni yapımı da etkileyen bir çıkış noktası oldu. 1985 ve 2002 yıllarında yeniden çevrim denemelerine girilmiş olsa da, hiçbiri orijinalinin yerini tutamadı.
Her bölümünün birer monologla açılıp birer monologla kapandığı dizide, birbirinden bağımsız doğaötesi ve paranormal hikayeler işlenir ve her bir hikayenin sonu mutlaka ahlaki ve sürpriz bir sona bağlanırdı. İnsan davranışı ve ahlaki çetrefilliğin ustalıkla portrelendiği bu hayatın kara komedisini hala izlemelere doyamıyoruz.
6. Six Feet Under (2001 – 2005)
Los Angeles’ta bir cenaze evi ve burayı işleten bir acayip Fisher Ailesi. Her bölümün bir ölüm vakası ile başladığı dizide, karakterler üzerinde ölüm ve sonrasının etkileri gözlenirken; Fisherlar’ın deprseyon, din, cinsellik, sadakatsizlik ve ahlaki algılar gibi kavramlarla boğuşmalarını izliyoruz.
Dingin ve sinematografik anlatımı boyunca yüksek dozda ‘kara mizah’ ve ‘sürrealizm’e başvurulan bu bol ödüllü yapım; dizi bittikten sonra bile gündemde kalmaya devam eden efsanevi final bölümü ile, ‘en iyi final bölümüne sahip diziler’ sıralamalarını da altüst etmişti.
Dizinin yaratıcısının, çok konuşulan ‘American Beauty‘ filminin Oscarlı senaristi ve ‘True Blood’un yaratıcısı Alan Ball olduğunu da hatırlatmış olalım.
Fisherlar’ı özlüyoruz.
7. Monty Python’s Flying Circus (1969 – 1974)
Absürd. Sürreal. Sarih. Entelektüel. Felsefi. Edebi. Açık saçık. Cesur. Yenilikçi. Zeki…
Televizyon tarihinin gözü kapalı ‘EN’lerinden bir komedi efsanesi Monty Python.
Britanya kültürü, sıradan insanlar, siyaset, tarih… skeçlerden oluşan şovlarında, aklınıza gelebilecek her şeyin komedisini yapan, bunu yaparken en iğneli lafları seçen, zamanın normlarında hayrete düşürse ve eleştirilse bile aşırıya kaçmaktan geri durmayan komedi dahileri. Getirdiği yeni mizah anlayışı ile sadece Britanya’yı değil tüm küreyi etkileyen, cesur kaşifler.
8. Star Trek (1966 – 1969)
Yer: Samanyolu Galaksisi
Tarih: 2260’lar
‘Uzay, son sınır. Bunlar yıldız gemisi Atılgan’ın seyahatleridir. Beş yıllık görevi: yeni tuhaf dünyaları keşfetmek, yeni hayat ve yeni uygarlıklar aramak, daha önce hiçbir insanın gitmediği yerlere cesurca gitmektir.’
Bu efsanevi girizgahla başlayan tüm zamanların belki de en popüler bilim-kurgu dizisi Star Trek; uzay gemisi Enterprise (Atılgan) ve Kaptan Kirk’lü, Mr Spock’lu mürettebatının uzay yolu macerasını anlattı yıllarca. Yayınlandığı günden bugüne katlanarak büyüyen bir fenomene dönüşen Star Trek, bilim-kurgu janrını ‘ergenleştirmeden’ ve şiddete başvurmadan da bir projenin televizyonda başarılı olabileceğini kanıtladı.
9. Forbrydelsen (2007 – 2012)
İskandinavya’dan ne çıksa yenir yenmesine de, Forbrydelsen’in tadı başka bir lezzetli, başka bir yekta geldi bize.
Kopenhag Polis Departmanı ve takıntılı detektif Sarah Lund etrafında dönen bu müthiş polisiye, psikolojik gerilimin de en başarılı örneklerinden oldu. Her sezonun tek bir soruşturma ile geçtiği dizide her bölüm soruşturmanın 24 saatini anlatıyor. Gizemli cinayet vakalarını, gözü kara bir şeffaflıkla siyasetten bürokrasiye çok kollu etkenlere bağlayan dizi, ‘İskandinavya’da da her şey mükemmel değilmiş’ hissi veriyor zaman zaman.
Karanlık Danimarka ambiyansında ve Hollywood klişelerinden itina ile kaçınılarak yazılmış sürükleyici senaryosu ile izleyiciyi koltuğa mıhlayan Forbrydelsen’in namı Danimarka sınırlarını aşıp dünyayı sarmış durumda. İngiltere reyting listelerine ‘altyazılı’ bir diziyi Top 10’dan sokacak kadar iddialı, Sarah Lund’un ikonik kazak modelini tüm Britanya’da ‘best seller’ yaptıracak kadar ‘hype’ bir kere. Halen yüksek reyinglerle devam etmekte olan Amerikan versiyonu ‘The Killing’ konusuna girmiyoruz bile. (Türkiye versiyonunun pek uzun soluklu olduğunu söyleyemeyeceğiz maalesef…)
10. Breaking Bad (2008 – 2013)
Yıllarca The X-Files için yazarlık yaptıktan sonra bir süre işsiz kalan Vince Gilligan, o zamanlar birlikte çalıştığı arkadaşı Thomas Schnauz ile bu bahtsız durum üzerine laflarken, ‘olmadı bir karavan alır, içine metamfetamin laboratuarı kurar, tüm ülkeyi turlar, para kazanırız’ diye bir espri ortaya atar. Tamamen bir geyik muhabbetinden türeyen fikir, Gilligan’ı içine girdiği duraklamadan kurtaracak adımın ta kendisidir!
Baş kahramanın, kötü adama dönüştüğü bir dizi yazmak isteyen Gilligan artık yol haritasını belirlemiştir. Kimya öğretmeni, sade vatandaş, aile babası Walter White’ı, uyuşturucu kartellerinin işleyen demiri Heisenberg’e dönüştürecektir. Halihazırda öğretmen maaşı ile geçinmekte zorlanan White, akciğer kanserine yakalanması ile daha da büyüyecek masraflarını alt edebilmek için işinde en iyi olduğu yere, bir kimya laboratuarına sığınacaktır. Öyle bildiğimiz lablardan değil tabii. Sabıkalı eski öğrencisi ile New Mexico’nun en kaliteli metamfetaminini ‘pişireceği’ gezici bir laboratuardır bu.
İnsanoğlunun, doğasında barındırdığı her tür potansiyelin aktifleşmek için fırsat kolladığını anlatan aşırı sürükleyici bir suç hikayesi. Okkalı bir kara komedi. Breaking Bad.
11. Mad Men (2007 – …)
1960’lar Amerika’sı. New York’un reklam ajansları ile dolu hareketli caddesi; Madison Avenue. Bu ortamın üst-düzey reklamcılarından; Don Draper. Tarihi sahiciliği ve görsel stili ile kısa zamanda devleşen bir dönem draması; Mad Men.
Baş kahraman Don Draper’in hayatını konu edinen dizi aynı zamanda Draper’in iş ve sosyal ortamına ve de 60’ların reklamcılık dünyasına da odaklanıyor. Tarihi tutarlılık ve açık sözlülüğün elden bırakılmadığı senaryo, Kennedy Suikasti’nden Vietnam Savaşı’na, Amerikan yakın tarihini de bu prizmadan hatırlatıyor.
12. Arrested Development (2003 – 2006, 2013 – …)
‘Deliler’ arasında ‘akıllı’ kalmaya çalışan örnek evlat, örnek kardeş, örnek baba; bir garip Michael Bluth ve ‘artık zengin olamamakla’ başa çıkmaya çalışan çatlak ötesi ailesi. Hangi birine yetişsin zavallı Michael? Üçkağıtçı, manüpilatif, narsist, beceriksiz, kan-emici ailesini içine düştükleri iflastan kurtarmaya çalışırken, yavrusu George Michael’ı da ‘normal’ biri olarak yetiştirmeye çalışıyor bir yandan.
Enron ve Adelphia gibi dev şirketlerin skandallı iflaslarının verdiği ilhamla yaratılan Arrested Development, karakter yapılanmasında The Godfather’ın karikatürize edilmiş bir sitcom versiyonu olarak yorumlanıyor.
Elle tutulan dijital kamera çekimleri, arşiv fotoları, sarkastik dış-ses gibi unsurların kullanılması ile bir belgesel havasında kotarılan dizi, içerdiği anlatım dili yenilikleri ile aile-komedisi kavramına büyük yenilikler getirdi vakti ile. Yayınlandığı süre içinde aldığı ödül ve övgülere rağmen, üç sezondan sonra ‘düşük reyting’ gerekçesi ile yayından kaldırılan Arrested Development, bugün tv tarihinin kült hitleri arasında gösteriliyor. Dizi, nihayet 2013 yılında aynı ekiple ekranlara geri döndü.
13. Lost (2004 – 2010)
Sidney’den Los Angeles’a giden bir yolcu uçağı, Pasifik Okyanusu’nun güneyinde, gizemli mi gizemli, tropik mi tropik bir adaya düşer. Mucizevi bir biçimde hayatta kalan yolcuların ‘anlatacakları’ pek çok şey vardır. 6 sezon kadar.
Bilim-kurgu’dan gerilime, aksiyondan maceraya, doğaüstünden dramaya… Envai çeşit janrı bir arada ustalıkla barındıran Lost’un esas alameti farikası, klişeleşmiş TV dizisi anlatı stiline getirdiği yenilikti. Karakterlerinin adadaki yaşamlarına paralel olarak, her birinin geçmiş yaşamlarının da geriye dönük ikinci bir dille anlatıldığı dizi, sosyal medyadan okul kampüslerine, toplu taşımadan plaza asansörlerine milyonları kendine kilitledi.
Özellikle, dev kalabalık bir ekiple Hawaii’de gerçekleştirilen çekimlerden dolayı Lost’un TV tarihinin en pahalı yapımlarından biri olduğunu da belirtelim.
14. Boardwalk Empire (2010 – 2014)
The Sopranos’un yapımcı ve yazarlarından Terence Winter’ın, Nelson Johnson’un aynı isimli romanından uyarladığı, takdire şayan bol soslu bir dönem dizisi.
20. yy’ın ilk yarısında ABD’de uygulanan ‘alkol yasakları’ süresince Atlantic City’nin yönetiminden sorumlu, zamanın kilit siyasetçilrinden Enoch Johnson’dan ilhamla yaratılan baş karakteri canımız ciğerimiz Steve Buscemi canlandırıyor. Dönemin mafya-siyasetçi arasındaki gizli kapaklı ilişkilerinin ve Atlantic City’deki yozlaşmanın tarihi figürlere de yer verilerek anlatıldığı dizi, 5 sezonluk hayatında en çok konuşulan ve ödül alan yapımlar arasına girdi. Dizinin ilk bölümünü, yapımcılardan Martin Scorsese yönetmişti.
15. Portlandia (2011 – …)
‘90’ları hatırlar mısınız?’
Piercingin hala moda olduğu, dövme mürekkebinin hiç kurumadığı, insanların durmadan rock grubu kurup dünyayı kurtarmak için şarkılar söylediği 90’lar…
Kimsenin başarma hırsı ile yanıp tutuşmadığı, herkesin saat 11’e kadar uyuyup sonrasında arkadaşlarla takıldığı ve bütün seksi kızların gözlük taktığı 90’lar…
İnsanların ikinci el CD’lerini müzik dükkanlarına satabildiği, olmadık bir kıyafetin üzerine ‘kuş’ motifi ekleyip adına ‘sanat’ dedikeri 90’lar…
İşte, öyle bir yer hala var! Düşünün, öyle bir yer ki sanki Al Gore seçimleri kazanmış ve Bush devri hiç yaşanmamış gibi… 2010’ların alternatif evreni, Portland!
Sleater-Kinney’den Carrie Brownstein ve Saturday Night Live’dan Fred Armisen’in yarattığı Portlandia, yarı skeç-yarı şarkı biçiminde kurgulanmış enfes bir girizgah videosu ile, tam da bu cümlelerle düştü kalplerimize.
Herkesin DJ olup, organikten başka besin almadığı, ‘hipster’ kültürünü bir nevi minyatürleştirmiş Portland imgesi ve camiasını konu alan hiciv dozajı aşırı yüksek, bol doğaçlamalı bu enfes komedi nice 10 yıllara damga vuracak cinsten.
Steve Buscemi, Kyle MacLachlan, Gus Van Sant, Johnny Marr, ve Tim Robbins gibi isimlerin de konuk sanatçı olarak yer aldığı diziyi, Jerry Seinfeld de favorileri arasında gösteriyor.
16. The Wire (2002 – 2008)
Şehir hayatı ile onun sosyal ve politik ilintilerine yönelik romansı bir suç draması. Geçmişte polis muhabirliği yapan David Simon, o zamanlar aktif olarak çalıştığı Baltimore’da karşısına çıkan bürokratik engeller ve suç haberlerinden aldığı ilhamla, Charles Dickens romanlarını andıran bu lafını esirgemeyen projeye koyuldu. 5 sezon devam eden serinin her bir sezonunda, Baltimore ile ilgili farklı bir konu incelikle işlendi; uyuşturucu ticareti, limancılık sistemi, bölgesel yönetim ve bürokrasi, eğitim sistemi ve yazılı basın.
Yayınlandığı süre içerisinde rekorlara koşan izlenme oranları ya da ödüller almamış olsa da, The Wire, eleştirmenlerce gelmiş geçmiş en iyi TV dizilerinden biri olarak gösteriliyor.
17. True Detective (2014 – …)
2014 yılının muhtemelen en çok konuşulan TV olaylarından biri True Detective idi. Halihazırda, bir süredir Hollywood dolaylarında kısmeti açık olan Matthew McConaughey ve etkileyici performanslarına hasret kalınan Woody Harrelson’un projede isimlerinin geçmeleri elbette ki medyatik bir etki yarattı. Ama dizinin asıl marifeti, özgün dili ile klasikleşmiş Amerikan polisiyeleri için çıtayı yükseltebilmesiydi.
Ana hatları ile karamsar bir polisiye olan birinci sezon, aslında ta 19. yüzyıla dayanan mitolojik altyapısı ile çözülmeyi bekleyen birçok alt-metin sundu. Robert W. Chambers’ın ‘The King in Yellow’ hikayelerinden ve Ambrose Bierce’nin gizemli ‘Carcosa’ şehrinden ziyadesiyle etkilenen Nic Pizzolatto, dizinin kağıt üstündeki kurgusal hikayelerini edebi referanslarla donattı.
Adını, 1920’lerde yayınlanan ‘True Detective’ dergisinden ilhamla alan dizi, çok konuşulan ve ödüllere doymayan başarılı ilk sezonu sonrası, tamamıyla farklı karakterlerin yer alacağı ikinci sezon hazırlıklarına koyuldu.
18. South Park (1997 – …)
Stan, Kyle, Eric ve Kenny. South Park kasabasının nevi şahsına münhasır ufaklıkları. Etraflarındaki büyüklerin çelişki ve ikiyüzlükleri ile toplum ve ahlaki değerlerin çarpıklığının normalleştiği küçük kasabalarında, sürrealizm ve kara komedinin doruklarında maceralar yaşıyorlar.
Hakaretler, küfürler, fantastik hikayeler… Dini inançlardan ırk meselelerine, günlük hayattan siyasete; 18 sezondur kimselerin ağzına almaya cesaret edemediği en hassas konularla alay eden, muhatabı kim olursa olsun lafını esirgemeyen rüya dörtlü. Gözü kara dobralığın, animasyonda vuku bulmuş hali…
19. Deadwood (2004 – 2006)
1800’lü yıllar. Dakota’nın Deadwood kasabası. Madenciler. Altın. Zenginler…
David Milch’in takdir edilesi bir arşiv çalışması sonucu, tarihi figürlerin gerçek hayatlarından hareketle yarattığı gerçek bir kapitalizm retrospektifi.
Basit bir madenci köyü iken ‘altın kokusu’ ile zaman içinde gelişmiş bir kasabaya dönüşen Deadwood, bu süreç içerisinde ırkçılık, cinsiyetçilik, politika, göçmenlik, fahişelik ve şiddet gibi bir yığın hayati sıkıntı ile boğuşmak zorunda kalır. Küçük bir komünitenin geçirdiği dönüşüm, ‘kaos’ üzerine ‘medeniyetler’ inşa eden ‘batı kapitalizmi’ne yapılan sağlam-gerçekçi bir eleştiridir aynı zamanda.
Maalesef dizi HBO’nun, reyting engeline takılarak, üç sezon sonra izleyiciye veda etmek durumunda kaldı.
20. Curb Your Enthusiasm (2000 – …)
Seinfeld’in mimarlarından ulu insan Larry David’in kulaklarını çınlatmıştık biraz evvel. Kendisinin bir diğer beş yıldızlık projesi ‘Curb Your Enthusiasm’ da aynı Seinfeld gibi günlük hayatın önemsiz ayrıntıları üzerine çamlar deviriyor. Larry David’in kaba hatları ile kotardığı senaryonun yönlendirmesi ile bol bol doğaçlama içeren şov, kendisinin bir miktar karikatürize edilmiş nevi şahsına münhasır gerçek karakterini ve hayatını konu alıyor.
Dizinin, Seinfeld’in yeniden çekilmeye çalışıldığı bölümü, unutamadığımız efsaneler arasında. Nasıl unutulur, Larry David’in kendi kişiliğinden esinlenilerek yaratılmış George karakterini bizzat oynamaya çalışırkenki çuvallamaları?!..
21. The Office (2001 – 2003)
Bir kağıt şirketinde çalışanların sıkıcı ofis hayatlarını kim izlemek ister ki? İnanılmaz belki, ama milyonlar izledi. Ricky Gervais ve Stephen Merchant’ın 2000’lere damgasını vuran bu kurgusal-belgesel tadındaki enfes komedisi, sitcom mecrasına da yeni soluk getirdi.
Kameranın varlığını her karede hissettirdiği dizide, kahkaha efekti kullanılmadı.
Gervais’in canlandırdığı ofis yöneticisi David Brent’in çalışanlarını etkilemeye çalışırken ağzından kaçırdığı ırkçılıktan cinselliğe türlü türlü gafları, sadece Britanyalı izleyicileri değil, okyanus ötesini de kahkahalara boğdu. Öyle ki, dizinin ABD, Fransa, Almanya, Kanada, Şili, İsrail ve İsveç versiyonları da yapıldı.
22. The X-Files (1993 – 2002)
‘The Twilight Zone‘ ve ‘The Invaders‘ gibi dizilerden ilhamla yaratılan The X-Files, bilim-kurgu dalında televizyon tarihinin en hit yapımlarından biri olarak gösteriliyor hala. Seride, bilim-kurgu’ya paralel olarak paranormal unsurlar ve komplo teorileri de işlendi 9 sezonluk yayın hayatı boyunca.
FBI ajanları Fox Mulder ve Dana Scully, ‘X-Files’ olarak tabir edilen tuhaf ve çözülememiş davaları soruştururken, her bir bölüm bilimsellik ve ruhaniyet kavramlarının izleyiciyi de taraf haline getirerek çatışması üzerine kuruldu. Zamanın genel-geçer yapımlarının aksine kadın karakter Scully, ‘şüpheci’ ve ‘bilimsel’ yaklaşımı ile soruşturmaya yön verirken, olaylara ‘ruhani’ ve ‘inançlı’ bakış açısı ile yaklaşan erkek karakter Mulder oldu.
23. House M.D. (2004 – 2012)
Beyaz önlüklü adamların sıkıcı hastane koridorlarını arşınladığı ‘medikal dramaların’ kabak tadı verdiği ve de ufaktan tarihe karışmaya başladığı bir zamanda girdi hayatımıza Dr. Gregory House.
Aşırı zeki ve aşırı aksi, ‘rasyonellik’ abidesi, kural-kaide-otorite tanımayan bir tıp dahisi! New Jersey’de bir hastanenin teşhis ekibinin başında, olmadık yöntemlerle bir CSI memurundan hallice en karmaşık vakaların üzerine üzerine giden, ‘Tanrı’ kavramı ile kavgalı, takıntılı bir inatçı. Bastonla desteklediği bacağındaki kalıcı ağrılardan ötürü ilaçlara bağımlı yaşarken, milyonda bir görülecek nadir hastalıkları akıl oyunları ile dedektif timsali çözüveren ıssız kahraman…
Gerek karakter, gerekse üslup benzerlikleri ile Sherlock Holmes’dan esinlenerek yaratılmış House karakteri, bir medikal drama kahramanı olarak nam salmış olsa da, 8 sezon boyunca ‘gerçeklik’ ve ‘doğruluk’ gibi kavramların farklı vakalar üzerinden felsefi yorumlanmasının bir yansıması idi.
24. Doctor Who (1963 – 1989, 2005 – …)
Uzay gemisi TARDIS içinde kah zamanda yolculuk eden, kah evreni keşfe çıkan Doctor Who, namı diğer; Zaman Lordu, yaklaşık 900 bölümdür medeniyetleri kurtarmaya, yanlışları doğru yapmaya ve muhtaçlara merhem olmaya devam ediyor.
Aslında insansı bir ‘alien’ olan Doctor’un bir diğer gıpta edilesi özelliği de, rejenerasyon yolu ile başka bedenlerde vücut bulabilmesi. Her rejenerasyonla başrol oyuncusunun da değiştiği düşünülürse, onyıllara yayılan dizinin dinamiğini kısmen çözmüş oluyoruz bu arada. Dile kolay. Dizi, tam on-iki doktor eskitti bu yolda. Bir televizyon klasiği olmak kolay değil tabii bu devirde.
25. Bron | Broen (2011 – …)
Danimarka’yı İsveç’e bağlayan, Kopenhag ve Malmö arasında uzanan Øresund Köprüsü. Köprünün tam orta yerine, belinden ikiye ayrılmış bir şekilde simetrik olarak yerleştirilmiş ve İsveçli bir politikacıya ait olduğu düşünülen ölü bir kadın bedeni.
Maktulun olası kimliği ve vakanın konumu nedeni ile hem İsveç hem de Danimarka polisini harekete geçiren, bir acayip cinayet vakası…
Gittikçe dallanıp budaklanan vakayı çözmek üzere işbirliği yapacak iki gözü kara dedektif…
İsveç Polis Departmanı’ndan empati yoksunu, asosyal ve de ultra dahi Saga Norén ve
Danimarka tarafından gözü-pek, atik ve ‘ekstra güzel gülüşlü’ Dedektif Martin Rohde…
İsveççe ve Danca’da ‘köprü’ anlamına gelen Bron/Broen, ‘Forbrydelsen’den sonra ortalığı silip süpüren ikinci İskandinav polisiyesi oldu. Tez vakitte, ABD ve Meksika sınırına odaklanan ‘The Bridge’ ile Fransa ve Britanya arasındaki Manş Tüneli’ne odaklanan ‘The Tunnel’ isimli uyarlamalar okyanus ötelerine yetişti.
26. Fawlty Towers (1975 – 1979)
İngiliz Rivierası’nda, bir sahil kasabasındaki bir otelde konaklayacağınızı düşünün. Dalga sesleri, huzur dolu bir dinginlik ve sakin bir restorandan başka ne beklenir ki böyle bir ortamdan?
Eğer gidilecek otel Fawlty Towers ise, o ‘caanım’ konumun vaat ettiği huzurlu ortama kavuşmanın bir hayal olduğunu peşinen belirtelim. Dünyanın muhtemelen en kaba işletmecisi Basil Fawlty ve karısı Sybil’in oteline düşen her canlı kaos ve cinneti tadacaktır.
John Cleese’in, Monty Python ekibi ile turnedeyken kaldıkları bir otelin işletmecisinden esinlenerek o zamanki eşi Connie Booth ile kaleme aldığı Fawlty Towers, British Film Institute tarafından tüm zamanların en iyi Britanya yapımı TV dizisi seçildi.
27. House of Cards (2013 – …)
Michael Dobbs’un aynı isimli romanı ve 1990, BBC yapımı mini-diziden uyarlanan House of Cards, insana ‘ya, bu siyaset de ne menem bir şeymiş arkadaş’ dedirten pek başarılı bir politik gerilim.
Dizi, Demokrat Parti’nin acar siyasetcisi Frank Underwood’un ‘daha fazla güç’ uğruna göze aldıklarını, kusursuz karakter örgüsü ile anlatılırken; insan doğası, iktidar güdüsü, acımasız pragmatizm ve manipülasyon aygıtının hasını gözler önüne seriyor.
David Fincher ve Kevin Spacey imzalı yapım, son zamanlarda ortamlarda bir de ‘Obama’nın izlediği dizi’ olarak anılıyor.
28. Family Guy (1999 – …)
Seth MacFarlane’in ‘The Simpsons’ ve ‘All In The Family’ gibi klasiklerden ilhamla yarattığı ‘Family Guy’, televizyon tarihinin en popüler animasyon komedileri arasında yer almakla kalmayıp, kışkırtıcı konuları ve sarkastik duruşu ile nice tepkilerin de odağı oldu.
Quahog Kasabası’nda mavi-yakalı bir işçi olan Peter, asil bir aileden gelen karısı Lois, aşırı saf oğulları Chris, popülerliğin yakınından geçemeyen ‘ezik’ kızları Meg, aile bireylerinin hepsini cebinden çıkaracak zekaya sahip huysuz bebekleri Stewie ve dizinin muhtemelen en makul karakteri konuşan köpek Brian… Griffin Ailesi’nin aşırı absürd maceralarının akıcı bir kurgu ve kısa gaglarla anlatıldığı dizi; Amerikan kültürüne bol keseden yaptığı hicivlerle ünlendi.
29. Battlestar Galactica (2004 – 2009)
1978 yılında yayınlanan ‘Battlestar Galactica’ serisi, çok da uzun olmayan yayın hayatına rağmen yıllar içinde yaşayan bir ‘külte’ evrilmişti. Tabii ki, bu ilgiye kayıtsız kalamayan TV yapımcıları, 2000’lerin başlarında yeniden çevrim için kolları sıvadılar.
Uzak bir yıldız sisteminde, 12 Koloni adlı bir gezegen grubunda yaşayan insanların, insan zekasının ürünü olarak vuku bulan Saylon robotlarına karşı verdiği varolma savaşını hikayeleyen dizi; nefret, şiddet ve Tanrı kavramlarına da odaklandı. Saylonlarla savaşta hayatta kalan 12 Kolonili insanların tek amacı, tamamen insanların yaşadığı ‘Dünya’ adındaki 13. Koloni’ye varabilmekti.
Serinin önemli bir özelliği de; diğer uzay konulu yapımlardan farklı olarak, lazerler yerine askeri silahların kullanılması ve teknolojik terim kalabalığından kaçınması idi.
30. Friends (1994 – 2004)
20’li yaşlarında altı arkadaş. Komik, romantik hikayeler, ilişkiler ve karıyer çıkmazları ile dolu Manhattan hayatları.
Rachel, kendi düğününden kaçarak çocukluk arkadaşı Monica’nın yanına taşınıyor. Monica’nın mevcut arkadaş gurubu Chandler, Joey, Phoebe ve abisi Ross ile tanışıyor. İşte bu efsanevi 6’lının tam 10 sezon süren sitcom maceraları böyle başlıyor. Altı arkadaşın sürekli takıldıkları cafe, ‘Central Perk’ de evimizin bir odasına dönüşüyor.
Son bölümünün yayınlanmasının üzerinden geçen on yıla rağmen, hala ulusararası birçok kanalda yayınlanmaya devam eden, ödül rekortmeni Friends, gençlik komedileri için bir dönüm noktası olarak görülüyor.
31. Game of Thrones (2011 – …)
Kurgusal Westeros ve Essos kıtalarında geçen bu ortaçağ epik fantezisi, aslen George R. R. Martin’in fantastik roman serisi; ‘Buz ve Ateşin Şarkısı’ndan ilhamla yaratıldı. Yedi Krallık’ın ‘Demir Tahtı’nın peşindeki asillerin savaşına bir de uzun süren Yaz’dan sonra çökecek Kış korkusu eklenince, siz düşünün rekabetin boyutlarını.
Gül Savaşları’ndan Atlantis Efsanesi’ne, Yüz Yıl Savaşları’ndan İtalyan Rönesans’ına; Avrupa Tarihi’nin çeşitli olaylarından ve mitolojik unsurladan etkilenlerek yazılan roman, dizinin prodüksiyonu için de devasa bir bütçe gerektirdi. Uluslararası bir oyuncu ekibi ve global mekanlarda çekimleri yapılan dizi, epik-fantezi standartlarını daha önce görülmedik bir seviyeye çekti.
Dizinin yaratıcılarından David Benihoff, Game of Thrones’u; ‘Ortaçağ’ın Sopranos’u’ olarak tanımlıyor.
32. Hannibal (2013 – …)
Thomas Harris’in ‘Kızıl Ejder’ adlı romanı da, Dr. Hannibal Lecter da hiçbirimize yabancı değil artık. Ne de olsa, kendisi nice klasik filmlerin soğukkanlı başkahramanı oldu. Anti-kahraman mı diyelim ya da?
Bir seri katilin peşine düşen hissiyatlı özel ajan Will Graham, soruşturma boyunca tanık olduğu olumsuzluklardan psikolojik olarak etkilenince, üstlerinin ısrarı ile Dr. Hannibal Lecter’e danışmak durumunda kalır. Zavallı Graham… Nereden bilirdi ki görüp görebileciği en soğukkanlı seri katilin, bizzat kendi doktorundan başkası olamayacağını.
Sinema filmlerinin, TV dizilerine evrilmesinin oldukça popüler olduğu şu günlerde, bu uyarlamaların belki de en başarılısı Bryan Fuller’in Hannibal’i. Mads Mikkelsen ve Hugh Dancy’nin oyunculukları ile dizinin görsel dili birçok şeye burun kıvıran eleştirmenlerin bile hayranlıktan ağzını açıkta bırakmış durumda. Dizinin, ‘2014’ün en iyi dizileri’ listelerinin çoğunda birinci sırayı kimselere kaptırmamasının nedeni de bu olsa gerek.
33. How I Met Your Mother (2005 – 2014)
Yıl 2030. Ted Mosby alıyor çocuklarını karşısına ve diyor ki: ‘Size inanılmaz bir hikaye anlatacağım, çocuklar. Annenizle tanışma hikayemizi’ Ve, başlıyor anlatmaya.
Bir de bakıyoruz, 2005 yılında Manhattan’da mimar Ted Mosby ve yakın arkadaşlarını çevreleyen eksantrik bir durum komedisine dönüşüyor bu ‘inanılmaz hikaye’. Genç Ted, Marshall, Lily, Robin ve Barney’in New York’un merkezinde yaşadıkları aşırı eğlenceli hallerden, karmaşık aşk üçgenlerine anlatıyor da, anlatıyor Büyük Ted. Biz de, Ted’in çocukları ve milyonlar ile birlikte, tam 9 yıl bekliyoruz hikayenin sonunu – yani annenin kim olduğunu – öğrenebilmek için.
Yayınlanan son sezonlarıyla beklentileri pek karşılayamamış olmasına ve ‘bu kadar uzatmaya da gerek yoktu’ dedirtmesine rağmen, HIMYM 2000’lerin en sürükleyici ve en başarılı komedileri arasına kalıcı olarak girenlerden.
34. Dexter (2006 – 2013)
Dexter Morgan. Travmalarla dolu bir çocukluk. Kana bağımlı bir sosyopat. Anti-kahraman. Kendini adalete adamış bir seri katil.
Miami Metro Polis Departmanı’nda ‘kan sıçrama analizcisi’ olarak çalışan Dexter, sosyal hayatında hiç renk vermese de herkesten gizlediği ikinci bir hayat yaşıyor. Bu ikinci hayatında, adalet sisteminin çatlaklarından sıyrılan suçluların peşine düşüyor. Masumları öldüren seri katiller, tecavüzcüler, çocuk tacizcileri… Kötüleri es geçen adaleti, bizzat onların ayaklarına getiriyor. Kendine özgü yöntemleri ile.
35. Les Revenants (2012 – …)
Sisli-puslu bir rüya tadında ilerleyen Les Revenants, aynı isimli 2004 yapımı bir Fransız filminden hareketle yaratıldı. Fransa’da küçük bir dağ kasabasında hikayelenen dizi, kasabadaki ölülerin dirilmesi ile başlıyor. Dirilmek dediysek, öyle zombi hikayesi falan beklemeyin. Zira, dirilen ölüler zombi olarak değil, ölmeden evvel akıllarda kaldıkları son halleriyle yaşama geri dönüyorlar. Hem de arada geçen zamandan habersiz olarak.
Sıklaşan karartmalar, gizemli bir şekilde alçalan sular, ortaya dökülen ölü hayvanlar ve Mogwai’nin büyüleyici müzikleriyle okkalı bir netameli ambiyans yakalayan dizi, ilk sezonu ile Emmy’de ‘uluslararası en iyi drama ödülünü’ kimselere kaptırmadı.
36. Married… with Childen (1987 – 1997)
Zamanın havalı fubolcusu Al Bundy’nin, evlendikten sonra bir hışımla uyanarak kurtulmak istediği bir kabusa dönüşen zavallı hayatı… İtici ve ömür törpüsü karısı Peggy, kıt zekalı ve fazlaca seksi kızı Kelly, pek akıllı ve kadın-delisi oğlu Bud… Ve bu değirmenin suyunu döndümeye yetişemeyen kıt-kanaat bir ayakkabıcılık işi… İnsana ‘hay evlenmez olaydım’ dedirten sancılı bir komedi.
İşlediği konular ve 80’lerin ahlaki standartlarını zorlayan komedi unsurları ile zamanının çok ötesinde cesur bir sitcom olarak tv klasikleri arasında yerini alan ‘Married with Children’, yayınlandığı tarihte henüz emeklemekte olan Fox kanalını; ABC, CBS ve NBC gibi kanallarla rekabet edebileceği izleyici rakamlarına kavuşturmuştu.
37. Fargo (2014 – …)
Coen Biraderler’in el emeği, göz saadeti, bir içim su gerilimi Fargo’yu bilirsiniz. İşte bu unutulmaz film de bu sene ‘dizileştirilen’ projelerden nasibini aldı.
Coenler’in de yapımcı olarak desteklediği dizi, burnundan kıl aldırmadan Amerikan kara mizahını iyi kotarılmış bir polisiye ile paketleyip önümüze sunuyor. Filmde olduğu gibi yine Minnesota civarında gerçekleşen bir cinayetin peşine düşen birinci sezon, Coenler’e bir başka yakışan Billy Bob Thornton abimizin iştah açıcı oyunculuğu ile birlikte senenin en çok takdir edilen yapımlarından oldu. Her bir sezonda farklı dönemlerde geçecek farklı hikayelerin işleneceği açıklanan serinin devamını meraktan çatlayarak bekliyoruz.
38. Scrubs (2001 – 2010)
Sacred Heart Hastanesi’nde stajyer doktor olarak göreve başlayan J.D., sanki bir günlüğe konuşuyormuşçasına yaşadıklarını anlatıyor. Kendisinin aşırı hayalperest iç dünyasının süzgecinde filtrelenen anılar, izleyiciye süper kahramanların, anlık efektlerin, sürreal unsurların ve absürdlüğün kol gezdiği fantastik hikayeler formunda ulaşıyor. Üstüne bir de baş hekiminden kapıcısına, hastane personelinin ‘aklı başında’lıktan nasibini almamış bir avuç çatlak olduğu gerçeği biniyor. Ortaya hiçbir ‘hastane dizisinin’ vaat edemeyeceği Scrubs serüveni böyle ortaya çıkıyor.
Birçok yapım gibi, Scrubs da gereksiz uzatılan sezon sayısından nasibini alıp gözden düşmeye başlayan dizilerden maalesef. Yine de ilk sezonlarının yaratıcılığı ve dinamikliği hatrına, dizi hala ‘en iyi komedi’ listelerindeki kadim yerini koruyor.
39. Louie (2010 – …)
Ülkemizde tanınırlığa biraz geç kavuşmuş olsa da Louis C. K., sarkastik üslubu ve özgün mizahının kara tonlamasıyla eleştirmenlerin ve neslinin en beğenilen stand-up komedyenleri arasında. Kendisinin, bizzat kendi karakterini kurgusallaştırarak yarattığı ve kendi adını taşıyan TV dizisi, 2010’ların ‘en iyi komediler’ listelerine yayılarak yerleşmiş durumda.
New York’ta yaşayan, ve iki kızını büyütmeye çalışan yeni boşanmış bir komedyenin doğal komikliklerini konu alan şov, Louis C. K.’in canlı stand-up gösterilerinden hicivle yoğunlaşmış parçalar da içeriyor.
40. 24 (2001 – 2010)
2000’lerin popüler kültüründe bol aksiyonlu bir iz bırakan Jack Bauer karakterini literatüre kazandıran 24’ü atlamayalım. Zira, ‘terörle mücadelede’ bir dünya markası olmuştu kendisi. Her bir bölümün 1 saati ve 24 bölümden oluşan her bir sezonun da 24 saati anlattığı, gerçek zamanlı bu politik gerilim, saatli bomba gibi düşmüştü ekranlara. Ekranın bir kenarında sürekli işleyen bir saat, ekranı bölen karelerde eş zamanlı ilerleyen hikayeler ve Amerika’yı terörist saldırılardan korumak üzere canını dişine takmış koşturan bir Bauer.
Jack Bauer’den başka kim, sadece 24 saat içinde başkana yönelik bir suikastten kitle imha patlamalarına, siber ataklardan biyolojik teröre envai çeşit saldırıyı önleyebilirdi ki zaten? Tam da 9/11 saldırılarından kısa bir süre sonra yayınlanmaya başlayan dizi özellikle sorgu sahneleri ile unutulmayanlar arasına girdi.
41. The Knick (2014 – …)
Film setlerinden dizi setlerine transfer olan yönetmenler dünyasına Steven Soderbergh de katıldı. Gerçi kendisi ‘Fallen Angel’ ve ‘K Street’ten deneyimli zaten bu mecrada.
Medikal drama türüne yeni bir soluk getireceği düşünülen The Knick ‘medikal’ kısmından çok gerçek olaylardan ilhamla yazılan bir dönem dizisi olarak dikkat çekiyor. 1900 yılında New York’ta geçen dizi, günümüzde artık kapalı olan Knickerbocker hastanesinde, zamanın tüm yasal kısıtlamalarına meydan okuyarak ‘hayat kurtarmaya’ odaklı bir cerrahi ekibin hikayelerine odaklanıyor.
Amerikan tıp tarihinin önemli figürlerinden William Steward Halsted’tan ilhamla yaratılan Thackery karakterini Clive Owen canlandırıyor.
Thackery’nin madde bağımlılığı ve gözü kara cerrahi takıntıları, bir anda akla House M.D.’yi getirmiyor değil tabii ki. Fakat The Knick, 1900’lerin Amerikası’na ışık tutan dönem ambiyansı, ırkçılık çatışmaları ve bol kanlı sahneleri ile kısa sürede izleyiciyi farklı bir rota izlediğine ikna ediyor.
42. The IT Crowd (2006 – 2013)
Siz hiç bilir misiniz IT çalışanlarının izbe, dağınık, karanlık ve yalnız dünyalarını? Hani yalnızca fişini takmayı unuttuğunuz için, canhıraş açamadığınız bilgisayarınızın imdadına koşup gelen o kahramanlardan bahsediyoruz. Hani ‘ya internete giremiyorum ben’ diye ağladığınızda, kablosuz ağ erişiminizi açarak gafletinizi sonlandıran o isimsiz kahramanlar…
İşte dizimiz IT Crowd da, Londra’nın merkezinde süper manzaralı, yüksek konforlu büyük bir şirketin, mini minicik bodrum katına sıkışmış IT departmanını konu alıyor.
Bilgisayar-teknoloji dahisi – asosyal ‘geek’ Moss, şirketteki karşı cinslerle tanışabilmek dışında işini pek de umursamayan Roy ve bilgisayarlar hakkında en ufak bir fikri olmayan Jen. Huzurunuzda Reynholm Industries’in kimse farklarında olmasa da A Takımı, IT departmanı.
Bu arada, dizinin yaratıcısı Graham Linehan beyefendinin bir diğer ibretlik komedisi Black Books’u da anmadan geçmeyelim lafı gelmişken. Üzülürüz sonra.
43. Shameless (2011 – …)
Aslen 2004 yapımı ve bol ödüllü bir Britanya yapımı olan Shameless, gördüğü yoğun ilgi sonrası Amerikan yapımcıların kayıtsız kalamayıp uyarladığı dizilerden oldu. Bir kara-komedi olarak Amerikan uyarlamasının da ‘şaşırtıcı’ şekilde orijinali kadar iyi olması ve yine Amerikan versiyonunun ülkemizdeki yüksek bilinirliği nedeniyle biz de bu listede Shameless’e kayıtsız kalamadık.
Chicago’nun varoşlarında yaşayan; fakir, alkolik ve sorumsuz bir baba ile altı çocuktan oluşan Gallagher ailesinin hikayelerinin anlatıldığı dizi, aslında okkalı bir dramın konusu olabilecek hayatları ustaca bir komediye dönüştürüyor. William H. Macy’nin enfes oyunculuğu da dizinin altını çizmemizin başlıca nedenlerinden.
44. The West Wing (1999 – 2006)
Senaryosunu Aaron Sorkin’in yazdığı, 1995 yapımı The American President filmi hem gişede hem de eleştiri köşelerinde başarılı olunca, Sorkin fikri geliştirip dizileştirmeye karar verdi.
Beyaz Saray’ın oval ofis ve başkanlık ofisinin bulunduğu West Wing bölümünde seyreden olaylar, demokrat başkan Josiah Bartlet üzerinden, dönemin politik gündemine göndermeler üzerinden ilerledi. Tam da Bill Clinton’un iki dönemlik başkanlığının sonuna denk gelen ilk gösterim nedeniyle, hikaye edilen hükümet Clinton dönemi ile karşılaştırıldı.
Hala tüm zamanların en iyileri listelerinde yerini koruyanlardan.
45. Modern Family (2009 – …)
Bilindik ‘ana-akım’ aile düzenini yapı bozumuna uğratan son zamanların en iddialı komedisi Modern Family, üç ‘çekirdek’ aileyi kapsayan geniş Jay Pritchett ailesinin gündelik ilişkilerini kurmaca bir belgesel formatında aktarıyor.
İkinci evlilikler, gay çiftler, ergen gençler… Modern Aile, nevi şahsına münhasır karakter bolluğu eşliğinde, ağız-birliği ile bireye dayatılan ‘aile kavramını’ taşlamalara doymuyor.
46. The Walking Dead (2010 – …)
Bir süredir komada olan şerif-yarımcısı Rick Grimes öyle bir dünyaya uyanır ki, tası tarağı toplayıp rüyaya geri dönmek mümkün olabilse keşke. Bir zombi kıyametinin içine düşen Rick’in tek derdi, bu kanla-etle beslenen aylakları atlatıp ailesine kavuşmaktır. E öyle çok kolay olacak bir iş değil tabii bu. Yol boyu nice zombilerle ve hayatta kalma güdüsüyle habisleşen nice insanlarla karşılaşacaktır.
Biz bu kadar zombi dedik ama belirtmeden geçmeyelim, dizide ‘zombi’ kelimesi ısrarla telaffuz edilmiyor.
47. Homeland (2011 – …)
Aslen bir İsrail yapımı olan ‘Hatufim’ dizisinden esinlenerek geliştirilen ‘Homeland’i, ’24’ün daha insancıl ve psikolojik olarak daha rahatsız edici bir hali olarak tanımlayabiliriz. Nitekim, ‘Homeland’in yapımcıları Howard Gordon ve Alex Gansa, ’24’ün de arkasındaki isimlerdendi.
Bipolar bozukluktan muzdarip CIA ajanı Carrie Mathison, El-Kaide tarafından savaş rehinesi olarak alınan Amerikan askeri Nicholas Brody’nin, düşman tarafından etkilenerek saf değiştirdiğini ve artık ABD’ye karşı bir tehdit oluşturduğuna inanmaktadır. Bundan sonrası Carrie’nin, bu düşüncesini ispatlamak ve Amerikan toprakları üzerinde olası bir terörist saldırısının önüne geçmek için çabaladığı maceralarla devam ediyor.
48. Avatar: The Last Airbender (2005 – 2008)
Ateş Kralı’nın üç ulusla savaşını bitirmek için… Barış ve kardeşlik, birlik ve beraberlik için… 12’lik kahraman Aang geliyor. Kendisi kararlı. Kurtartaracak dünyayı bir kere.
Başlangıçtaki hedef kitlesi 6-11 yaş grubu olan Avatar, takdire şayan sanat yönetimi ve kültürel referansları ile bu hedefin pek çok üzerine çıkarak milyonların hastalığı haline geldi. Anime stilini uzak doğu dövüş sanatları, klasik animasyon ve Amerikan çizgi-filmleri etkisi ile sentezleyen seri, alanında rekor sayılabilecek reyinglere ulaşan bir animasyon başarısı olarak adını tv-literatürüne geçirdi.
Dövüş sanatları ve animasyon demişken janrın bir diğer göz bebeği, Naruto’ya da selam çakmadan geçmeyelim bu maddeyi.