Renkli, hareketli, dramatik ve iç ısıtıcı filmleri ile daha kariyerinin ilk yıllarından itibaren tüm dünya sinemacılarının ilgisini çeken bir yönetmen… Gerek filmleri, gerek ise sansasyonel eylemleri onun her zaman belirli aralıklarla gündemde olmasını sağlıyor. En son ülkemizde, Altın Portakal Film Festivali’nde talihsiz bir olaya adı karışan Emir Nemanja Kusturica’dan bahsediyoruz. Ey ahali, şimdiden adını dünya sinemasına altın harflerle yazdıran ve geriye birçok harika eser bırakmayı başaran Kusturica’yı nasıl bilirdiniz?
Kendi şehrinde bir yabancı: İstenmeyen Saraybosnalı
24 Kasım 1954 yılında Yugoslavya’da, Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’da Boşnak Müslüman bir ailede doğdu. Ancak kariyeri boyunca gerek verdiği demeçler, gerek ise politik duruşu doğduğu şehirde istenmeyen adam ilan edilmesine sebep oldu. Bunun sonucunda ise Kusturica 1992 yılından sonra bir daha Saraybosna’ya asla geri dönmedi. Dönemedi…
Kamera arkasından önce kamera önü
Genelde az kişi bilir ama Kusturica kariyerine oyunculuk ile başlamış sinemacılardan. Kusturica’nın kamera önündeki ilk oyunculuk denemesi, 1972 yılında çekilen ve ülkemizde “Sarayevo Köprüsü” olarak bilinen “Walter Defends Sarajevo” filmi ile oldu. Ancak daha sonra kendini kamera arkasında geliştirmeye karar verdi. Buna rağmen oyunculuk aşkı devam eden yönetmen, “Arizona Rüyası”, “Yeraltı” gibi birçok filminde, ufak rollerle de olsa kamera önünde görünerek bizi şaşırtmaya devam etti.
Yugoslavya’da akademi vardı da biz mi okumadık?
Yugoslavya, kurulduğu günden itibaren sinemaya gereken önemi veren bir yönetim anlayışına sahipti. Daha ilk yıllarda Yugoslavya’nın neredeyse tüm önemli şehirlerinde birer film stüdyosu kuruldu. Ancak bildiğiniz gibi, film yapmak için araçlar tek başına yeterli olmadığından, Yugoslav hükümeti her yıl belirli sayıda öğrenciyi yurt dışında okutmak için programlar hazırladı. Bu programlar kapsamında çok sayıda öğrenci okumak üzere Doğu Bloku’nun önemli merkezlerinden Moskova, Prag, Budapeşte gibi şehirlere gönderildi. Bunlardan biri de Prag’da ünlü sinema ve televizyon akademisi FAMU’da okuma fırsatı yakalayan Emir Kusturica oldu.
İlk uzun metrajla gelen başarı
Emir Kusturica kariyerine -1973`ten başlayarak- önce kısa filmler, sonra Saraybosna TV’si için televizyon filmleri çekerek başladı. 1981 yılında çektiği ilk sinema filmi “Dolly Bell’i Hatırlıyor Musun?” ile büyük başarı elde etti.
Kusturica ve “No Smoking Orchestra”
1978 yılında kurulmasına karşın, dönem dönem müzik yapmaya ara veren “No Smoking Orchestra” Yugoslavya İç Savaşı’nın patlak vermesi ile tamamen dağıldı. Grubun lideri Dr. Nele Karajlic Belgrad’a taşındı ve 1996’da grubu yeni üyelerle tekrar kurdu. Üyelerden biri de Kusturica’nın oğlu olan davulcu Stribor’du. Grup 1998 yılında, Kusturica’nın Venedik Film Festivali’nde “Gümüş Aslan” almayı başaran “Kara Kedi Ak Kedi” filminin müziklerini besteledi. 1999 yılında grup Universal Record’tan “Unza Unza” adlı yeni bir albüm çıkarttı ve o albümdeki tek klipli şarkısının klibini de Emir Kusturica yönetti.
Yeni memleket Küstendorf
Kusturica 2004 yılında Drvenograd’ta çektiği “Bir Mucizedir Yaşamak” filminin çekimleri tamamlanınca, bu filmin setini köye dönüştürüp orada yaşamaya başladı. Kusturica, köyün inşası sırasında burası ile ilgili düşüncelerini şöyle anlatıyordu: “Ben savaşta memleketim Sarayevo’yu kaybettim. Bu yüzden burada yeni memleketimi kurmak istedim. Köy Küstendorf ismini taşıyor. Burada sinemayı, müziği, resmi ve seramiği öğrenmek isteyenlere dersler verip seminerler düzenleyeceğim. Burası benim yaşayacağım ve misafirlerimi de ağırlayacağım yer olacak. Köyümde ayrıca, çalışacak ve kalıcı olarak yaşayacak olan farklı kültürden insanlar da olacak.”
Yönetmenin yaşamını devam ettirdiği köyde bunların yanı sıra, her yıl “Küstendrof Film ve Müzik Festivali” de düzenleniyor.
50 yaşında vaftiz oldu: Artık Emir değil Nemanja
23 Nisan 2005 yılında (Đurđevdan-Hıdırellez Bayramı) Karadağ’da Herceg Novi kenti yakınlarındaki Savina Manastırı’nda Nemanja Kusturica ismiyle Sırp Ortodoks olarak vaftiz oldu. Olaydan birkaç hafta önce de The Guardian gazetesine verdiği demeçte, “Benim babam ateistti ve kendini her zaman bir Sırp olarak tanımladı. Evet belki son 250 yıldır Müslümanız ama öncesinde Ortodoks’tuk ve daha da önemlisi biz her zaman Sırp’tık. Din bunu değiştirmez. Biz sadece Türklerden canımızı kurtarmak için Müslüman olduk.” dedi. Bosnalı Müslümanların aslında asimile olmuş Sırplar olduğunu vurgulamaya çalışan Kusturica, birçok Bosnalı tarafından eleştirilse de bu eleştirilere pek kulak asmadı. 21 Ocak 2010’da, Kurtarıcı İsa Katedrali’nde Nemanja Kusturica Ortodoks halklar birliğinin sıkılaştırılmasına ve Hıristiyanlık değerlerinin toplumda yerleşmesine yaptığı katkılarından dolayı Ortodoks Halkların Birliği Vakfı’ndan yılın ödülünü aldı.
Süper baba Kusturica
Kusturica, Maja Mandiç ile evli ve iki çocuk sahibi bir baba. Stribor ile Dunja’nın babası. Ailesine düşkün biri olan Kusturica, zamanının çoğunu geçirdiği film setlerinde çocuklarını da yanına alır, hatta filmlerinde oynatırdı. Kızı Dunja’yı her fırsatta galalara yanında götüren Kusturica, oğlu Stribor’u da “Bir Mucizedir Yaşamak” ve “Bana Söz Ver” gibi bazı önemli filmlerinde oynattı; müzik grubu “No Smoking Orchestra”ya dahil etti.
“Sizi düelloya davet ediyorum!”
Kusturica, yalnızca filmleriyle değil, ilginç eylemleriyle de gündeme geldi. Ünlü yönetmen, 1993 yılında Sırbistan’ın aşırı milliyetçi lideri Vojislav Seselj’i düelloya davet etti. Üstelik Belgrad’ın merkezinde, güneşin tam tepede olduğu saatte ve Seselj’in seçtiği bir silahla. Seselj ise Kusturica’nın bu davetini “Bir sanatçının ölümüne neden olmakla suçlanmak istemiyorum.” diyerek reddetti.
Vazgeçemediği ikili: Stimac ve Manojlovic
Kusturica sinemasına aşina olanlar bilir, yönetmenin özellikle Slavko Stimac ile Miki Manojlovic’e karşı zaafı vardır. Bu ikili, yönetmenin pek çok filminde ya birlikte ya da ayrı ayrı yer almıştır. İkilinin özellikle “Yeraltı” filmindeki performansı takdire şayandır.
Kelebek gibi uçan, arı gibi sokan yönetmen
Daha önce de belirttiğimiz gibi Kusturica, sinemasının yanı sıra eylemleri ile de gündeme gelen bir yönetmen. 1995 yılında düzenlenen Belgrad Uluslararası Film Festivali’nde Kusturica yanından geçen Yeni Sırp Hakları Hareketi’nin lideri Nebojsa Pajkic’i yumruklayarak bu eylemlerinden birine imza attı. Bu sırada Nebojsa’nın karısı da Bosna’daki katliamların mimarlarından Radovan Karadziç’in hediyesi olan çantası ile kocasını korumaya çalışıyordu.
Tam bir ödül avcısı
Kusturica’nın şimdiye dek ödül almayan bir tane bile filmi bulunmuyor. Yönetmen, Berlin’de ve Venedik’te yapılan Avrupa’nın en önemli festivallerinde sahneye en sık çıkan isimlerden biri olma özelliğine sahip. Kusturica’nın en büyük başarısı ise Cannes’da “Altın Palmiye”yi iki kere kazanabilen yedi yönetmenden biri olması. (Merak edenler için diğerleri: Francis Ford Coppola, Shohei Imamura, Bille August, Jean-Pierre Dardenne, Alf Sjöberg ve Michael Haneke.)
Yarı Sırp yarı Fransız bir Boşnak
Her fırsatta kendisinin Sırp olduğunu belirten, hatta bu yüzden ismini bile değiştiren Kusturica, ne olur ne olmaz diye de Fransız vatandaşlığını cebinde tutuyor. Yönetmenin, hayatının büyük bir bölümünü Paris yakınlarında bir kasaba olan Douains’te geçirdiğini de hatırlatalım.
“Her şeyi abartıyorsunuz…”
Her sanatçının illa ki bir veya daha fazla gafı olmuştur, olabilir de. Ancak Kusturica’nın Yugoslavya İç Savaşı ile ilgili bir gafı, onu hâlen hayalet gibi takip ediyor. Savaş sırasında bir Fransız kanalının “Yugoslavya’da yaşanan insanlık suçları hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna Kusturica’nın, “Her şeyi abartıyorsunuz.” demesi onun uluslararası düzeyde eleştirilerin odak noktası hâline gelmesine sebep oldu. Bunun en son örneği ise, 2010 yılındaki Altın Portakal skandalıydı. Ayrıca Kusturica’nın Yugoslavya İç Savaşı’nın baş suçlusu olarak da bilinen Miloseviç’e karşı herhangi bir karşı duruş sergilememesi, ona karşı oluşan negatif olgunun daha da büyümesine neden oldu.
Pek çok Yugoslav gibi Çingene takıntılı
Kusturica’nın çoğu filminde Çingeneler bazen ana karakter, bazen de yan karakter olarak illaki bulunur. Ancak bu durum sadece Kusturica’ya özgü değil. Çoğu Yugoslav yönetmen filmlerinde Çingene imgelemini irdelemeyi sever. Çünkü aslında yönetmenlerin çoğu Yugoslavya imgesi, Doğu-Batı sentezinde kimliğini arayan bir yersiz ve yurtsuzu, yani bir nevi Çingeneyi temsil eder.