“Kendisi pek huysuz olduğu için seveni azmış” derler, ama şiirleri için aynı şey geçerli değil. O hiçbir zaman herhangi bir mülkiyet duygusu olmayan bir şairdi.
Metin Üstündağ’ın dediği gibi; “edebiyatın ters direklerinden biri” olan Ece Ayhan’ı analım istedik hüzünlü yaşam öyküsü ve şiirleriyle…
Üç Gencin Kalbi
Bir gemici tanırım
Kalbini bir limanda bırakmış
Ya kaybolursa?
Ağlar çocukluğundaki gibi
Kalbini almaya gidecek hâlâ
Bir oğlan tanırım
Derin yeşil gözlü
Gönlü güney denizlerinin dibi
Kalbi ise yerinde
Birine vermeye gidecek
Bir gemi arar durur
Bulutlardan.
Bir şair tanırım
Onunki içler acısı
Kalbini asla vermemiş
Çalmışlar
Kalbi eski bir efsanede saklı.
Ece Ayhan, edebiyatımızda İkinci Yeni olarak adlandırılan şiir hareketinin önde gelen temsilcilerindendir. Gerek şiirleriyle gerekse deneme, anı, günlük türündeki yazılarıyla yeni bir şiir anlayışının doğmasında ve giderek bir akıma dönüşmesinde öncü rol oynamıştır.
Meçhul Öğrenci Anıtı
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
– Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
– Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.
Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım
O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler
Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek
10 Eylül 1931’de babasının mal müdürlüğü göreviyle bulunduğu Datça’da, ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası Behzat Çağlar, Geliboluludur, annesi Ayşe hanım ise Eceabatlı.
Şiirin Deniz Kıyısındaki Sesi
Denize atılmış şiirdir bence
Yurtsayan, yurdu bilinmeyen bir yıldız
Şiirin deniz kıyısındaki sesine bırakılmış ölümdür
yanacak sarayların kestiği bir, yarım ay.
Ece Ayhan, ilkokula 1938’de Eceabat’ta başlar. Ailesinin 1940 Kasımında Çanakkale’den ayrılarak İstanbul’a yerleşmesi üzerine, ilk ve orta öğrenimini burada tamamlar.
Anahtarlar
Çünkü kapıları
Götürüyorlar (öyle yanlış ki)
Cam kırıkları üzerinde
Gülüyor ve
Gülen artık çingene değildir
Değil mi değil
Bilmem şu uzakta odaların
Pancurlarını açmışlar
Açmışlar mı açmışlar
Denize karşı
(deniz yoktur ya)
İçerdekiler içerlerde
Dışardakiler dışarlarda kalmışlar
Kalmışlar mı kalmışlar
Anahtarları çalan bir çingenedir
Bir çingene mi bir çingene bireee
Yüksek öğrenimine 1953’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde başlar ve 1959’da mezun olur. 1962’de Deniz Hafize Hanım’la evlenir ve kaymakam olarak atandığı Gürün’de (Sivas) göreve başlar. 1963’te tek çocuğu olan Ege dünyaya gelir.
Zambaklı Padişah
Ne zaman elleri zambaklı padişah olursam
Sana uzun heceli bir kent vereceğim
Girilince kapıları yitecek ve boş!
Azizim, güzel atlar da güzel şiirler gibidirler
Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!
Kurallı bir yaşam tarzı ve memurluk hayatı, edebiyat çevrelerinde bugün de “hırçın şair”, “huysuz şair” olarak anılan Ece Ayhan’ın yaradılışıyla bağdaşmayacak olgulardı. Bu nedenle Ece Ayhan, 1966’da devlet memurluğu görevinden ayrılarak “soluk alıp verdiğimi gerçekten duyduğum tek kent” dediği İstanbul’a yerleşir. Kansere yakalanan eşi Deniz Hafize Hanım’ı 1968’de kaybeden Ece Ayhan, çocuğunun yaşının küçük olması ve ekonomik durumunun hiçbir zaman düzelmemesi gibi nedenlerle oğlunun bakımını eşinin ailesine bırakır.
Bir Elişi Tanrısı İçin Ağıt
Peki nasıl oldu da hatırladı denizde boğulduğunu
nasıl oldu da peki anlatamıyorum biliyorsun
Öyle ölüme düşkündü ki biyoloji sıfır
bir şarkı yiyor şimdi şapkalarını orospular eksiliyor
Ama yok ne olur ağlama böyle ama yok
şunun şurasında tramvaysız, çocuk olmak turunç olmak
Kantocu peruz sahiden yaşadı mı patron?
Ece Ayhan, 1974’ten ölümüne kadar, beynindeki tümörün yol açtığı birtakım hastalıkların sıkıntılarıyla yaşamıştır. Sağ kulağında ileri derecede işitme engeline ve sağ gözünde de hasara sebebiyet veren tümör, dünyaca ünlü beyin cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil’in tedavisiyle ölümcül olmaktan çıkarılmıştır. Ancak, tümörün diğer organlarda meydana getirdiği hasarlar, sanatçıya yaşamı boyunca sıkıntı vermiştir.
Yort Savul
1. Atlasları getirin! Tarih atlaslarını!
En geniş zamanlı bir şiir yazacağız
2. Harbi karşılık verecek ama herkes
Göğünde kuş uçurtmayan şu üç soruya:
3. Bir, Yeryüzüne nasıl dağılmıştır
Tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar?
4. İki, Daha yavuz bir belge var mıdır ha
Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?
5. Üç, Boğaziçi bir İstanbul ırmağıdır
Nice akar huruc alessultanlarda bayraksız davulsuz?
6. Nerede kalmıştık? Tarihe ağarken üç ağır yıldız
Sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk
7. Çocuklar! İle bile muhbirler! Ve bütün ahali!
Hep birlikte, üç kez, bağırarak, yazınız
8. Kurşunkalemle de olabilir
Yort Savul!
“Yersiz yurtsuzum; köyde ufacık, çatısı akan camları kırık bir odası var annemin. Soğuktan ve halsizlikten hep yatakta yatıyor, 38-39 kilo kadın, halsizlikten oturduğu yerden kalkamıyor, kıpkızıl açız, Ankara’ya iki yüz lirayla indim, artık satacak hiç bir şeyim de kalmadı, benim oğlan da kurban bayramı öncesi Ankara’da birdenbire yersiz yurtsuz ve parasız kalmış… Vesaire gibi… Kesinlikle bizim toplumumuza kırgın filan değilim. Bu karda, soğukta oturuyoruz, ben yer yatağında, annem divandaki yatakta. Kötünün kötüsü varmış, kıpkızıl açız, yapacak edecek bir şey de yok. Kesinlikle yerinmiyorum, yerinmeyeceğim, moralim de bozuk doğallıkla.” diye anlatır çektiği sıkıntıları bir söyleşisinde.
Denizin Altındaki Bandolar
İşte ölüm şu derin taçlı şiirdir bak
Duman adamları maskeli katanalarıyla geçiyor
Çalan bir bandonun eşliğinde
Şimdiye dek ölünmeyen kentimizin üzerinden
Hiç değilse sokaklarında
– Sayın padişahım muhbir
Denizin altındaki bandolar da çalıyor muydu?
Parmak çocuk sorusu karşılığını da içinde taşır
– Ama şurasını unutuyorsun hep
Boğuldukları zamanki yaşlarıyladır çalgıcılar
Herhalde böyle bir şiire başlayan onu bütünler.
Bundan sonraki yaşamı sürekli hastalıklar ve onların tedavileri için hastane ve huzur evlerinde, maddi sıkıntı içinde geçer. Eski şair arkadaşı olan zamanın başbakanı Bülent Ecevit‘in yardımlarıyla daha iyi koşullarda tedavi görür ve bütün bu tedavilerin sonucunda felçten kurtulup ayağa kalkabilen sanatçı, Nisan 2001’de tekrar Çanakkale’ye yerleşir ve geçimini, telif hakkını Yapı Kredi Yayınlarına verdiği eserlerinin gelirinden sağlar. İzmir’de bir huzurevine yerleşen ve buradaki ihtiyaçları belediye tarafından karşılanan Ece Ayhan, 12 Temmuz 2002’de hayata veda eder.
Apaş Paşa Şapa Oturdu
Merhaba diyoruz ölü teyzelerimize çocuklar
merhaba diyorlar o şiirlerimizin eşikleri
Mum tacirlerinin kızları ne temiz porselen
yüz çiçeğe yüz ay çıkarırmış bu tabaklar
Yüzüklerinde altın parmaklar takılıymış ve
çarşılar grevsiz deli olurmuş yalnızlık işte.
Ece Ayhan, şiirin hele “İkinci Yeni” şiirinin her zaman ve her anlamda muhalefette olduğunu savunur. Ona göre şiir, “yalnızca dünyaya, kente, babaya, okula değil; aynı zamanda öğrencilere de, oğullara da, hemşehrilere de, insanlara da, hatta şiire de” bozuk çalmalıdır. “Etik” sözcüğünün dilimize “ahlâk” karşılığında yanlış çevrildiğini düşünen sanatçı, bir şairin temelde de, ayrıntıda da etikçi olması gerektiğini savunur. Yeni şiir hareketinin “İkinci Yeni” yerine, “sivil şiir” olarak adlandırılmasının daha uygun olacağını düşünür.
Sadrazam Alayı
* Bir sadrazam ölmüş; faytonu yokuş aşağı Sirkeci’ye götürülüyor eller üzerinde. Kara bir gemiyle Eyüp Sultan’a gömülecektir.
* Yerine atanan bir istimbot da rıhtıma yanaşmış sarı şeritli ak. Yukarı hükümete iktidara çıkıyor.
* İki alay karşılaşır yol ortasında. Bir gelgit. Ağır ve sert bakarlar birbirlerine durmak eylemi.
Şiirinin gerçek kaynağının “döküntüler, dışta bırakılanlar, düşürülenler, hal ve gidişi sıfır olanlar, yasaklananlar” olduğunu söyleyen Ece Ayhan, şiirlerinde hayat kadınlarına ve insan yapısının ayrılmaz bir ögesi olarak gördüğü cinselliğe çok sık yer vermiştir.
“Köydeyken adına Güzel Ayşe adıyla bir türkü çıkarılan annem Ayşe Deniz, Tepebaşındaki Lala birahanesinde ya da az ileride Beşinci Dairedeki Novotni çalgılı gazinosunda Nezahat takma adıyla çalıştı…” diye anlatan şair alışılagelmiş bir aile ortamında büyümediğini ve bu durumu bireysel bir ahlaki sorun olarak görmediğini tam tersine, bütünüyle karşısında yer aldığı sistemin yol açtığı tipik sonuçlardan biri, bir tür ‘zulme uğrama’ biçimi olarak kabul ettiğini anlatır. O yüzden de aile yapısına ilişkin böylesi bilgileri ‘mahremiyet sınırları’ içinde tutmayıp yeri geldikçe açıklamaktan kaçınmaz.
Fayton
Erol Gülercan’a…
O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının
intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
caddelerinden ölümler aşkı pera’nın
Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş
tüllere sarılmış mor bir karadağ tabancasıyla
zakkum fotoğrafları varmış cezayir menekşeleri camekânda
Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
intihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte
cezayir menekşelerini seçip satın alışından olabilir mi ablamın.
İkinci Yeni şairleri içinde en çok olumsuz eleştiriyle karşılaşan da o olur. Öyle ki İkinci Yeni’yle ilgili olumsuz değerlendirmelerin çoğunda -adı açıkça verilmemekle birlikte- onun şiirlerinin ve şiir anlayışının hedef alındığı, sadece sözcük oyunları, anlamsız şiir yazma, hiçbir karşılığı olmayan sözcükler türetme gibi yakıştırmalarla yer yer küçümsenmeye hatta karalanmaya çalışıldığı görülebilir. Bu durum, şairin kimi zaman çok keskin biçimde kendini dışa vuran hırçın kişiliğinin nedenlerinden biri olarak da düşünülebilir.
Çapalı Karşı
Kollarında eski balık dövmeleri
teodor kasap perhiz ahali içmez
ay türkçe rakı çıkmıştır kapalı
ve geniş muhlis sabahattin’den
ayşe opereti ne güzel bir hiç
Üç yıllar var ki minyatürlere mahkûm
teodor’un o eski balık dövmeleri
ay osmanlılaşmış abi tüfekçi olmuş
ve korkunç taş gülmekler muhlis’te
gibi merdivenli bir sokaklar uzatmış
çiçek bahçelerine kaçabilsin ayşe
atlı tramvaylarla ne güzel bir hiç
İşte o biçim gecelerde kucaklamış
getirir enflasyon arkadaşlarını
kova abdülhamit akşam gazeteleri
dağlar gibi yalnızlık ne güzel bir hiç.
Yazı ve şiirlerinde soyadını kullanmamayı tercih eden Ece Ayhan, daha çok “kraliçe” anlamıyla bilinen ve kadın adı olarak kullanılan “ece” sözcüğünün kendi adında yer alışıyla ilgili yadırgamaları bertaraf etmek için açıklama yapma gereği de duyar ve örnekler verir: “Ece sözcüğü ‘ağabey’ anlamına gelir tarihte. Dobrucalı Ece Bey’den Eceabat yapılmıştır. Bektaşi menakıpnamelerinde Pir sultan Abdal’ın kız kardeşi ‘Ecemi Sıvas’ta astılar’ der. ağabeyi için”
Açık Atlas
Hayattan ders veriyor diye öğretmenleri kızdıran
Tuzu bir bulmuş çocukları saklamadan güldüren dünyaya
Su kaçırmaz bir eşeğin sesine açıktır penceresi
Bir sınıfın, batı son dersinde, kuşluk vakti
Meşeler yapraklanınca bir tuhaf olurlar işte
Koparılmış kürt çiçekleri, hatırlayarak amcalarını
Azınlıkta oldukları bir okulda bile, sorarlar soru
Neden feriklerin ve eşeklerin memeleri vardır?
En arka sırada çift dikişliler, sınavda en öne
İntihara ve denizde nasıl boğulmaya çalışırlar
Yalnız Orta Doğu’da el altında satılan bir atlas
Kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz
Bakıldı ki kum saati, ters çevrilmiş, çıt, usul isa asi olmuş
İkinci karnede babası yarısını silahıyla dışarda bırakıp
Öyle öğretildiği için saygılı, sınıfa giren parmak çocuğun
Boş yerine, girilmeyen bir dersin denizi, gelip oturmuş
Açık kalmış atlası, deniz taşmıştır, darılmasın Fırat ama
Hayatın orta öğretmeni sustu, dondu gülmeleri çocukların
Bir cenaze töreninde daha ölümü karşılamaya götürüleceğiz
Efendiler! Eşekler susabilirler
Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi?
Sıkıntılarla geçen bu hayatın ondaki kederi besleyen kökleri çocukluğuna, aile ve yetişme çevresine kadar uzanır. Takunya bile giyemeyecek, yalınayak dolaşmak zorunda kalacak denli ağır koşullarda geçirdiği çocukluk yıllarını
anımsamak, onu sık sık hassaslaştıran bir durumdur: “Ben Ece Ovası’nda yalınayak çocukluğumda belki de son kez ağlamıştım; zeytin ağaçları arasında Fazıl Ahmet’in bayraklı türbesi önünde ayağıma dikenler batmıştı. Takunya ancak okul açıldığında giyiliyordu. Ve evet, elli şu kadar yıldan beri ben kendimi ağlamamak için tutarım!”
Mor Külhani (1)
1. Şiirimiz karadır abiler
Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir
Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler
2. Şiirimiz her işi yapar abiler
Valde Atik’te Eski Şair Çıkmazı’nda oturur
Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür
Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta
Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir
Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler
3. Şiirimiz gül kurutur abiler
Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın
Taşınmaz kum taşır mavnalarla Karabiga’ya kaçan
Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu
Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir
Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler
Futboldan başka iki tutkusu daha vardır çocukluk yıllarında; sinemaya gitmek ve uçurtma uçurmak. Harçlığından birazcık para arttığında hemen sinemaya gidip kovboy filmleri izlemek ve gazoz içmek keyif verici bir tutkudur onun için: “Bizi altı kuruşa koyun kırkar gibi kırkan ihtiyar, kır saçlı, zayıf Ermeni berbere verdiğimiz paranın artanıyla Alkazar Sineması’na gider, Amerikan sığırtmaç filmlerini izler ve gazoz içerdik.” diye anlatır o günlerini.
Mor Külhani (2)
4. Şiirimiz erkek emzirir abiler
İlerde kim bilir göz okullarına gitmek ister
Yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun
Kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla
Tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir
Böylesi haftalık resimler görür ve bacaklanır abiler
5. Şiirimiz mor külhanidir abiler
Topağacından aparthanlarda odası bulunamaz
Yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde
Kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle
Şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir.
Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler
6. Şiirimiz kentten içeridir abiler
Takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir
Bir kent ölümünün denizine kayar dragomanlarıyla
Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?
Arkadaşı, dostu Metin Üstündağ anlatıyor: “Tüyap Kitap Fuarı’nda konuktu, on binlerce insan ayakta alkışladı, sadece toplantının olduğu yerde değil, diğer standlardaki insanlar da alkışladı onu. Ve Ece çok şaşırdı, ‘ben bu kadar seviliyor muyum’ dedi, gözleri doldu. Ve seyircilere bakamadı. Bütün söyleşi boyunca bana bakarak konuştu.”
Yalınayak Şiirdir
1. Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim
Emrazı Zühreviye Hastanesi’ne kapatıldı anamız
Adıyla çalışan ermiş Sirkeci kadınlarındandır
Şeker atar hâlâ mazgallardan Cankurtaran’da
Acı Bacı’nın acı bilmez uçurtma çocuklarına
Yıl sonu müsamerelerine kimler çıkarılmaz?
2. Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim
Babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede
Acaba halk nedir diye düşünür arada işittiği
Dudullu’dan tâ Salacak’a koşarak alkışlayalım
Fazla babalarıyla dondurma yiyen çocukları
Hangi çocukların neye imrenmesi yalınayak şiirdir?
Sezai Sarıoğlu’nun sözleriyle bitirelim listemizi: “Ece’ydi, yokluğuyla vardı, görülmezken görülürdü… Hiçbir yerden gelip, hiçbir yere giderdi, hiçbir yerde otururdu… Sonuç olarak ne diyebilirim ki; şiir gibi değil şiirdi, şair gibi değil şairdi… Yüzüne karşı ardından ne söyleyebilirim ki; sonuç olarak diyebilirim ki, bir toplumda yeri olmayışı onun yeridir…”