Herkes Charles Bukowski gibi hissetmiştir. Ama sonra geçer. Tanıyan herkes bu yüzden Bukowski sevmiştir. Ama sonra bu da geçer. Bunun nedenlerini arar düşünürler. Yalnız otel odaları, mevsimi bitmiş yazlıkçı sahilleri derken, ikinci duble viskide sarhoş olup giderler. Sonrası gavur arabeski. Little bit true love, i cry for you, uh-ho-ho, uh-ho-ho love is what i could give ya….
İki ayda bir gece dışarı çıkıp arkadaşlarıyla saat 02.00’ye kadar takılabilen “ama ne içtik” adamları gibi arada bir Bukowski gibi hissetmeyi marifet sananlar da çoktur. Sonra sabah kalkınca yine geçer. İki ay daha “düzenli” yaşarlar. Sonra dışarı bir çıkar “ama ne dağıtırlar.” Sonra yine geçer.
Karakolda polisi çileden çıkartan adamlar vardır. Adam sürecin sonunda dayak yiyeceğini bilir, polis de onu çok temiz döveceğini. O süreç arasında yaşanan olaylar bürokrasidir. İşte o bürokratik arayı sevmez Bukowski. Kaçınılmaz dayak başladığı zaman, hani tam o tekme tokatın ritmi bularak seri çalışmaya başladığı anda “vurun lan, daha da vurun o.ç.’ları” diye bağıran adamları sever. Kafa beyaz fayanstan seke seke yumuş yumuş olurken, hâlâ polise küfür edebilen o adamlar hep ilgisini çeker. Belki o adamlar da sever Bukowski’nin yazdıklarını. Ama onlar da kitap falan alıp okumaz. Bukowski de muhtemelen “sikmişim kitabını da, okumasınlar zaten” diyecektir.
Hayatı boyunca yazmak, içmek, sevişmek ve at yarışından başka bir durumu mesele haline getirmek istemedi pis moruk. Karşısına haliyle para kazanma derdi çıktı. 09 – 5 çalışma iğrençliği. Yazı yazabilmek için postanedeki düzenli iş yaşamından kurtulmak zorundaydı; ama o zaman da para bitecekti.
1969 yılında yayıncı John Martin, Charles Bukowski’ye ömrünün sonuna kadar her ay 100 dolar vermeyi teklif etmişti. Yayıncının tek şartı Bukowski postanedeki işini bırakacak ve yazı yazacaktı. Pis moruk için hayatına yayılan kanserden kurtulma fırsatıydı bu. Artık 49 yaşına gelen Bukowski bu teklifi kabul etti ve 1971 yılında ilk kitabı Postane, Martin’in Black Sparrow Press yayınevinden çıktı.
15 yıl sonra Bukowski kendisine bu teklifi yapan John Martin’e, postane işindeyken neler hissettiğini anlatan bir mektup yazdı. Belki de Bukowski tarzı bir teşekkür mektubuydu bu.
8-12-86 / Merhaba John
Mektubun için teşekkür ederim. Sanırım bazen insanın nereden geldiğini hatırlaması çok da canını yakmıyor. Nerelerden geldiğimi iyi biliyorsun. Bir şeyler yazmaya ya da film çekmeye çalışan insanlar bunu doğru düzgün anlatmayı beceremiyor.
“9’dan 5’e” deyip işin içinden çıkıyorlar
Hiçbir zaman 9’dan 5’e değildir, oralarda öğle tatili yoktur, hatta işten atılmamak için çoğu yemek arası bile vermez. Bir de fazla mesai vardır ki kitapların çoğu fazla mesaiyi doğru düzgün anlatmayı beceremez ve bundan şikayetçiysen senin yerini dolduracak bir enayi daima bulunur.
Eskiden ne dediğimi hatırlarsın; “Kölelik hiçbir zaman kaybolmadı, sadece yeni renkleri de içine alacak kadar genişledi”
En acıtanı da, sırf daha beterinden korktukları için, çalışmak istemedikleri işlerini kaybetmeme uğruna verdikleri insanlıkdışı mücadele. İnsanlar kolayca harcanıyor. Korku dolu ve itaatkâr bedenler. Gözlerinin feri sönmüş. Sesleri çirkinleşmiş. Bedenleri de. Saçları. Tırnakları. Ayakkabıları. Yaptıkları her şey. Gençken insanların böylesi koşullara hayatlarını adadıklarına inanamıyordum. Yaşını başını almış biri olarak hâlâ aklım ermiyor.
Bunu niçin yapıyorlar? Seks? Televizyon? Taksitle bir araba satın almak için mi?
Yahut çocukları? Aynı hayatı yeniden yaşayacak çocukları için mi? Bir zamanlar, işten işe koşturduğum vakitlerde, mesai arkadaşlarımla konuşacak kadar budalaydım: “Hey, patron her an gelebilir ve hepimizin işine pat diye anında son verebilir, bunun farkında değil misiniz?” Öylece bakarlardı, çünkü akıllarına getirmek istemedikleri şeyleri söylüyordum onlara. Bugünlerde büyük işten çıkarmalar gerçekleşiyor (çelik fabikaları öldü, teknolojik gelişmeler insana olan ihtiyacı azalttı). Yüz binlercesini kapı önüne koydular ve atılanlar serseme döndü. “Bu işe 35 yılımı verdim…” “Böyle olmamalıydı…” “Ne yapacağımı bilmiyorum…”
Kölelere asla özgür olacakları kadar ödeme yapmazlar. Sadece hayatta kalmalarına yetecek kadarını verirler ki çalışmaya devam etsinler.
Bunların hepsini görebiliyorum. Onlar niye göremiyor? Baktım parktaki banklar fena değil, yahut bir bar taburesine tüneyip bar kuşu da olunabilir… Onlar beni yollamadan neden önce davranıp da gitmeyeyim oraya? Ne diye bekleyeyim? Tüm bunları tiksinerek yazdım ama yine de içimden atmak beni rahatlattı. Ve şimdi buradayım, sözde profesyonel bir yazarım artık. Ve hayatımın ilk elli yılını verdikten sonra farkettim ki bu sistemin de ötesinde çirkinlikler mevcut.
Bir aydınlatma şirketinde çalıştığım dönemde, iş arkadaşlarımdan birinin durduk yerde, “Asla özgür olamayacağım!” dediğini hatırlıyorum
O sırada patronlardan biri (adı Morrie’ydi) yanımızdan geçiyordu ve bunu duyunca müthiş bir kahkaha patlattı. Çalışanının ömrünün sonuna dek burada tutsak kalacak olması onu eğlendirmişti. Ne denli uzun sürmüş olsa da sonunda o yerlerden kurtulmuş olmak beni keyiflendiriyor. İşte sonunda bu yerlerden kaçma şansını elde etmiş olmak, ne kadar uzun sürmüş olursa olsun hiç fark etmez, bana bir tür hazzı, bir mucizenin sağlayabileceği baş döndürücü bir hazzı tattırdı.
Artık yaşlı bir zihin ve yaşlı bir bedenden, çoğu insanın böyle bir şeyi sürdürmeyi aklından bir kereliğine de olsa geçireceği bir zamanın çok ötesinden yazıyorum…
…fakat bu kadar geç başladığım için devam ettirmeyi kendime bir borç biliyorum ve sözcükler teklemeye başladığı, merdivenleri yardım almadan çıkamadığım ve artık bir mavi kuşu kağıt tutacağından ayıramadığım bir zaman geldiğinde hissediyorum ki içimde bir şeyler cinayet, hengame ve ölesiye çalışmaktan sıyırıp en azından ölmenin cömert bir haline nasıl da vardığımı hatırlayacak (kafam ne kadar bulanmış olursa olsun).
İnsanın hayatını bütünüyle harcatmamış olması önemli bir hasletmiş demek ki, kendimden biliyorum
Senin çocuk,
Hank.
…
Bukowski’ye Henry Chinaski, Buk ve Hank de derler. Kahramanlarına verdiği bu isimler aslında yazılarında kendini anlatır. Düşen adamın ve kadının halinden anlayan bir adam olarak kaybeden janrının tanrısıdır Bukowski.