Tek seçeneğimizin halihazırda yaşadığımız, daha doğrusu yaşamak zorunda bırakıldığımız bu dünya olduğunu mu sanıyorsunuz? Fena halde yanılıyorsunuz. Çünkü başka bir dünya mümkün!
Bize dayatılan bu ekonomik sistemin, beslenme kültürünün ve eğitim politikasının bir alternatifi var. Hatta bize “Ben nasıl istiyorsam o şekilde yaşayacaksın/besleneceksin/öğreneceksin” şeklinde dayatılan her şeyin bir alternatifi var. Üstüne üstlük bu alternatifleri doğrulayan, eylemleri ve yarattıkları kültürle bunu gözümüze gözümüze sokan bir sürü girişim/oluşum var.
Liste zaten uzun, biz de girişi uzatıp sizi bu girişimlerden daha fazla mahrum bırakmayalım. Umuyoruz ki bu girişimler/oluşumlar arttıkça ve tabana yayıldıkça dünya “haramiler” için değil belki ama bizim için daha yaşanır bir yer olacak.
Başka Bir Okul Mümkün Derneği (BBOM)
http://youtu.be/6pOMvXw4oY0
Şüphesiz bu listenin en özgün, en geleceğe dönük girişimi, oluşumu BBOM. Bu listenin en tepesinde yer almayı da hak ediyor. Temelleri 2009 yılında atılan Başka Bir Okul Mümkün Derneği, 2010 Kasım ayında kuruldu. Düşünsel olarak olmazsa olmaz 4 temel dayanağı var: Alternatif eğitim, demokratik yönetim, ekolojik duruş ve özgün finansman.
Çalışmışlar, çabalamışlar “çocukça bir iş yapmışlar” ve “bir okul kurmuşlar”: Mutlu Keçi İlkokulu. Okulumuz 2013-2014 eğitim öğretim yılında Bodrum’da faaliyete geçti. “Abi Mutlu Keçi diye isim mi olur ya” demeyin! Düşünsel olarak dayandığı “demokratik yönetim” anlayışının doğal bir sonucu olarak, okulda okuyacak çocuklara “Okulumuzun adı ne olsun?” diye sormuşlar. Sonuç: Mutlu Keçi. Kurulduğundan bu yana faaliyetlerine devam ediyorlar ve İzmir, Ankara gibi şehirlerde de “alternatif eğitim”e inanan insanlar örgütlenip kooperatif oluşturmuş. Bir sonraki okul Ankara’da faaliyete geçecek. Hatta adı bile belli: Meraklı Kedi İlkokulu.
Elbette bunu da çocuklar buldu. Peki bakanlığın bu girişime bakışı ne? Tek bir örnekle anlatalım. Mutlu Keçi İlkokulu’nu Bodrum Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gidip sorarsanız bilemeyebilirler, çünkü Milli Eğitim Müdürlüğü çalışanları okulun adını Özel Yahşi İlkokulu olarak biliyor. Neden derseniz, bakanlık, “Keçi inatçı hayvandır” diyerek Mutlu Keçi adını okul adı olarak uygun görmemiş (bu örnek yeter de artar bile sanırız). Eğitim kooperatifi olarak alternatif bir hizmet veren, kâr amacı gütmeyen ve eğitim uzmanı bol olan bu girişim destek bekliyor. Umarız daha da yaygınlaşır ve kökten değişmesi gereken Türk eğitim sistemine bu yönde ön ayak olur.
Marinaleda Köyü
Bu bir oluşum değil, bir yer, 2.700 nüfuslu bir kasaba. Ama bu kasaba öyle alelade bir yer değil, belki de dünyadaki tek “komünist kasaba”. İnsanların ev sahibi olmak için bankaların boyunduruğu altına girdiği bir dönemde, herkesi bir ev sahibi yapan bu yerleşim, ister istemez adından söz ettiriyor. Evet herkesin bir evi var burada, daha da ötesi herkesin bir işi de var. Hatta yaşadıkları merkezi yerlerde işsiz kalıp da buraya yerleşen insanlar da yöre halkı tarafından oluşturulan kooperatifte çalışıyor.
Marinaleda halkı için bu rahatlığa erişmek kolay olmamış. Halk 80’li yıllarda Madrid’de yaşayan bir aristokratın topraklarında gündelikçi olarak çalışıyormuş. Bunun kölelikten bir farkı olmadığını fark eden halk -şu anda da belediye başkanı olan- Sanchez Gordillo önderliğinde ayaklanmış ve hiçbir baskıya, tutuklanmaya, polis saldırısına boyun eğmeyerek amacına ulaşmış.
Andalucia (Endülüs) Hükümeti 1991 yılında toprakları kamulaştırmış ve köylülerin kurduğu kooperatife devretmiş. O gün bu gündür Marinaleda’da özel mülkiyet yok, topraklar kamu malı, tüm kararlar halkın katılımıyla alınıyor. Tarlada çalışan herkese 6 saat karşılığı 47 avro ödeniyor. Meclise seçilenler de buna dahil… Ve en önemlisi polis yok.
Bilindik ve sonucu belli kapitalist uygulamalarla krizi “aşmaya” çalışan devletlerin, hükümetlerin karşısında bas bas bağırıyor Marinaleda: “Kapitalist ekonomi her daim krizlere gebedir ve piyasa ekonomisi reformlarıyla krizden kurtulmak mümkün değil. Başka bir ekonomi mümkün!” (Dili sorun etmeyenler için şurada güzel bir şeyler mevcut.)
International Slow Food Movement
Carlo Petrini adını duydunuz mu? Petrini, İtalya sosyolog ve gazeteci. Slow food hareketini başlatan ve üstüne üstlük bir de bunun üniversitesini kuran kişi. Kuruluşu, 1986’da Roma’da ilk McDonalds’ın açılışının 3 yıl sonrasına rastlar. Ama “hareket” olarak başladığı yer Paris’tir. Fast food’a düşmandır. Yöresel ve sağlıklı besinler tüketilmesini teşvik eder. Prensip olarak çıkış noktası “tat alma hakkı” olan yapının şu anda 45 kadar ülkede binlerce üyesi bulunuyor.
Hareketin üyeleri, örgütlendikleri ülkelerde convivia (Yunancada dallar, şubeler anlamına gelmektedir) halinde organize oluyor. Bir de tam adına layık bir sembol seçmişler kendilerine: Sümüklü böcek. Ağır ağır ve iz bırakarak… Tat Geçidi, Tat Gemisi, Uluslararası Slow Food Ödülü gibi etkinliklere imza atıyorlar. Bu hareket Türkiye’de de Sefertası Hareketi olarak boy gösterdi. Slow food’un uluslararası web sayfasına şuradan bakabilirsiniz. Bu hareketin Türkiye ayağı da şurada.
Kazova İşçileri Direnişi
Bu onurlu direnişi bilmeyeniniz yoktur sanırız. Patronları olacak baba ve oğlunun işçilerin bilmem kaç aylık maaşlarını ödemeyerek kaçmaları üzerine işçiler fabrikayı işgal etti, çünkü haklarını arıyorlardı. Bu direnişin en önemli tarafı, işçilerin işgalinin ve üretime geçmeye başlamasının bize, “Ya hocam patron bir işletme için gerekli mi, ille de hiyerarşik bir yapılanma mı olmalı?“, “Üretim için ille de kâr amacı mı olmalı?” gibi sorular sordurmasıydı.
İşçiler tekrar üretime geçtikten sonra 28 Eylül’de bir de defile gerçekleştirildi ve destek vermek isteyen herkes o gün işçilerle buluştu. 25 Ocak’ta da mağazalarını açtılar ve satış yapmaya başladılar. Üretime tam gaz devam eden işçiler bir süre sonra ilk siparişlerini de aldı: Bask-Küba futbol maçının formaları.
Sadece kazak değil, yepyeni bir kültür de yaratan bu onurlu topluluğu görünce insan gerçekten “Başka bir dünya mümkün” diyor.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Temelleri -ya da tohumları mı demeliydik- 1990 yılında atılan bu dernek, henüz dernek olmadan önce ilk olarak Bodrum’da açılan Başak Doğal Ürünler Dükkânı ile kendini gösterdi. 1992’de ise eski bir Rum evi restore edilerek, Buğday Vejetaryen Restoran olarak hizmet vermeye başladı ve doğal ürün prensibinden hiçbir zaman ödün vermedi. Bu lokanta sadece doğal ürünlerin satıldığı bir mekân olmadı, çevre gönüllülerinin bir araya geldiği, buluştuğu, ekolojik konuları paylaştığı bir merkez haline geldi. Ardından, önce bülten yayımlamaya başlayan dernek sonra da bu bülteni dergi haline getirdi.
O zamandan beri bir sürü etkinlik düzenleyen Buğday birçok projeye ön ayak oldu. Şimdi bunları tek tek yazacak olsak, Buğday dışındaki tüm maddeleri silmemiz gerekir. Onun için bunları web sitelerinden okumanız daha iyi olacak. Bunların arasında belki de en önemli olanına kısaca değinelim: Tohum Takas Ağı.
Bu proje, yerel tohumların devamı ve yaygınlaşması için hayata geçirilmiş bir proje. Çiftçilerin ve imkânları dahilinde kendi gıdasını yetiştirenlerin yerel tohumlarını takas etmesini ve paylaşmasını sağlıyor. Monsanto ve başka büyük dev gıda şirketlerinin dünya gıda pazarında tekel olmaya çalıştıkları bir dönemde, bu proje çok ama çok büyük bir önem taşıyor. Buradan daha detaylı bilgi alabilirsiniz. Buğday Derneği’nden söz etmişken Viktor Ananias’ı unutacağımızı düşünmüyordunuz umarız. Derneğin kurulmasına ve bu kadar yaygınlaşmasına öncülük eden bu en büyük “tohum”u saygıyla ve özlemle anıyoruz.
Van Anadolu Konteyner Kent Kadın Atölyesi
Bu atölye 2011’deki Van Depremi’nin yıkıntıları arasında yeşermiş. Depremden sonra konteynerlere yerleştirilen ve bu yapılarda yaşamak zorunda kalan kadınlar tarafından oluşturulmuş. Bin bir güçlük çeken ailelere ve kadınlara da umut olmuş, ekmek olmuş.
Atölyede üretilen el işi ürünlerden elde edilen para kadınların ailelerine maddi destek sağlıyor. Atölye aynı zamanda bir sosyal etkinlik alanı görevi de görüyor. VAKAD gönüllüleri tarafından haftada iki kez eğitim veriliyor. Bu atölyede; dedikodu yasak, kavga yasak ve atölyede yapılan bir ürünün eve götürülmesi yasak. Bu oluşumun hem yöre kadınının üretime katılmasını desteklemek hem de maddi açıdan ailelere katkıda bulunmak için desteklenmesi gerekiyor. Sosyal medya adresleri burada.
Köprü Altında Bedava Okul
Eğitim sistemi sadece bizim topraklarımızda ağır aksak ilerlemiyor. Bu konuda (ve özellikle de gelir adaletsizliği konusunda) zirveye oynayan yerlerden birisi de Hindistan. Gelir adaletsizliği olur da “eğitim yoksunluğu” olmaz mı?
Rajesh Kumar Sharma ve Laxmi Chandra adlı iki güzel insan, sadece “iyi bir insan” olmanın gereklerinden birisini yerine getirmişler ve gecekondu mahallelerinde okula verecek paraları olmayan çocuklara eğitim vermeye başlamışlar. Hem de bir köprü altında hem de siyaha boyadıkları köprü duvarını kullanarak. Çocuklar da öyle bir benimsemişler ki bu ortamı ve öğretmenlerini, her gün düzenli olarak derslere katılıyor ve çalışmalarını aksatmıyorlar. Çocuklar “okul”larının temizliğine de yardımcı oluyor.
Food Not Bombs / Başka Bir Sofra Mümkün
Amerika’da 1980’lerde üç-beş kişiyle başlayan bir paylaşım hareketinden söz edeceğiz şimdi de. Bu koca yürekli insanlar, işi gücü bırakıp evsizlere, açlara yemek dağıtmış. Birkaç ay boyunca böyle devam etmişler ama kimse desteklemeyince parasız pulsuz kalmış, işlerine dönmüşler. Sonradan bu oluşum daha örgütlü bir şekilde sürmüş ama bu sefer de ABD hükümeti olan bitenden rahatsız olmaya başlamış ve yakalayıp yargılamaya başlamış. Tüm bu yaşananlara rağmen hareket şu anda da aktif olarak sürüyor ve tsunamiden zarar gören insanlardan tutun da depremde, fırtınada zarar gören insanlara kadar yardım elini uzatıyor.
Bu hareketin ülkemize de yansıması oldu ve devam ediyor. 2004 yılında faaliyete geçen Food Not Bombs’ın Türkiye ayağı maalesef uzun soluklu bir hareket olamadı. Sonradan Bombalara Karşı Sofralar adıyla bu hareket yine canlandı ve gönüllülerin katılımıyla aslanlar gibi sürüyor. Almanya’da Vokü’ler, İngiltere’de de People’s Kitchen adında benzeri uygulamalar mevcut. Bu hareketin en temel özelliği, insan özgürlüğü kadar hayvan özgürlüğüne de değer verdiği için vegan olması. Yani pişirilen yemekler hiçbir şekilde hayvansal gıda içermiyor. Oluşumda hiyerarşi yok, kararlar ortaklaşa alınıyor. Yemek yiyen kimseden ücret talep edilmiyor, isteyen “gönlünden ne koparsa” verebiliyor.
Geçen yıl Ramazan ayında Yeryüzü Sofrası’na da destek veren oluşum, Shopping Fest gibi etkinlikleri protesto ediyor. Sosyal medya adresleri şurada. Ek olarak, tüketim çılgınlığına karşıt olma kavramı için Bkz. Freeganism.
Göçmen Dayanışma Mutfağı
Sistem, devlet, iktidar (ya da siz ne demeyi tercih ederseniz o) tarafından yok sayılan, görmezden gelinen göçmenlere destek olmak için Tarlabaşı’nda kurulmuş bir mutfak bu. Aslında daha geniş bir oluşumun, Göçmen Dayanışma Ağı’nın, en büyük parçası. Kendi cümleleriyle “Gelen herkesin tencereye koyacak bir şeyler getirdiği, paranın değil dayanışmanın geçtiği, sadece yemeğin değil hayatın paylaşıldığı, bir konuda yeteneği olanların bu yeteneğini paylaştığı bir mutfak” burası. Sadece yemek pişmiyor burada, göçmenlere hukuki destek ve Türkçe-İngilizce dersler de veriliyor.
Komşu Kafe Kolektifi
Aralık 2013’ten bu yana, tamamen kolektif bir şekilde, altı kişi tarafından işletilen ve bütün kararların bu altı kişi tarafından alındığı bir kafeden söz ediyoruz. Kafenin en büyük amaçlarından biri, özellikle Gezi Direnişi’nden bu yana artan dayanışmayı ön plana çıkarmak. Bu mekâna herkes gelebilir, herkes birbiriyle her şeyi konuşabilir, tartışabilir.
Komşu Kafe bariz bir şekilde anti-kapitalist bir oluşum. Hiyerarşi yok, patron yok, sınırları belli bir görev paylaşımı yok. Hatta kafeye gelenler kendi mutfaklarındaymış gibi yemek yapabiliyorlar. Peki “hesabı alabilir miyiz” anında neler oluyor? Bunun da bambaşka bir yolu var kafede: Oraya gelip karnını doyuran herkes, gönlünden ne koparsa onu ödüyor. Kafe oluşturduğu bu kültürle, tek başına da olsa, kapitalizme kafa tutuyor. Yukarıda gördüğünüz şey de kafenin manifestosu.
Ramazan’ın Ruhuna Uygun Yeryüzü Sofrası
Hazır Ramazan ayındayken buna değinmemek olmaz. Gezi Direnişi henüz bitmişken kurulmaya başlanan Yeryüzü Sofraları’nın şöyle bir geçmişi var: İlk olarak Ağustos 2011’de Emek ve Adalet Platformu Beşiktaş’ta lüks bir otelin önünde israfı ve Ramazan’ın ruhuna aykırı olan lüks sofraları protesto etmek için halk sofrası kurdu. Bu sofraya isteyen herkes katıldı. Hatta yazar İhsan Eliaçık da iftarı düzenleyen grup adına bir açıklama yaptı.
Sonraki yıl Ramazan ayında İnşa Kültür Evi, birliktelik ve dayanışma içeren sokak iftarlarına ev sahipliği yaptı. 2013’te ise Antikapitalist Müslümanlar, Gezi Direnişi ile zirveye tırmanan dayanışma ve işbirliği ruhunu perçinlemek amacıyla İstiklal Caddesi’nde “Yeryüzü Sofraları” adını verdiği bir etkinlik düzenlemeye başladı. Aynı etkinlik bu Ramazan da devam ediyor (çok sevgili, dünya tatlısı kolluk kuvvetlerimiz eşliğinde elbette).
İhsan Eliaçık bu yılki Yeryüzü Sofrası için bir duyuru yapmıştı hatta: “Bütün deist, agnostik, ateist kardeşlerimi yarın Tünel’den başlayacak Yeryüzü Sofrası’na bekliyorum. Oruç tutmanız, hatta inanmanız gerekmiyor. Birlikte bir şey göstereceğiz, bir şey!”
Derviş Baba Abdallar Meczuplar ve Âşıklar Kahvehanesi
Komünist Ali, Haydut Murat ve Musa Dede’nin birlikte oluşturduğu Balat’ta bulunan delilerin, âşıkların mekânı. ‘İçim yanıyo’ Yaşar, ‘Cüneyt Arkın’ Fahri, Türkan Şoray’ın benzerinin benzeri Gönül Hanım, ‘edepli şizofren’ Levent, mehdi ile mesih ikilisi mekânın öne çıkan isimleri. İnsanlar buraya gelip muhabbet eder, kitap okur, müzik yapar ve dinler.
Özellikle Komünist Ali -sonradan Ali Baba olacak bu- lakaplı abimiz dikkat çekici. İsveç’te mimarlık okumuş, 80’lerde işkence görmüş, alkolik olmuş, bir zamanlar yaz kış Aşiyan’da kazdığı mezarın içinde yatıp kalktığı efsane gibi dilden dile yayılmış bir “deli”.
Mekânda sadece muhabbet edilmiyor. Burası, çok büyük bir yardım derneği görevi görüyor aynı zamanda. 200’ü aşkın çocuk giydirilmiş, ders kitapları, defter, kalem alınmış, parkta yatıp kalkan ailelere kiraları da ödenmek suretiyle ev tutulmuş, hastalar ameliyat ettirilmiş, ihtiyacı olanların işlerine güçlerine katkıda bulunulmuş vs.
Ha Derviş Baba’nın bir de dersliği var. Bu derslikte birçok çocuğa gönüllü öğretmenler tarafından ders veriliyor. Daha fazlasını gidip yerinde görün öğrenin isteriz. Oraya kadar gitmişken desteğinizi de esirgemeyin dostlar…
Sosyal medya adresleri burada. Bakın burada da mekânla ilgili bir haber mevcut.
Sınır Tanımayan Doktorlar / Médecins Sans Frontières (MSF)
1971 yılında Nijerya İç Savaşı sonrasında, eski sağlık bakanı Bernard Kouchner’in de dahil olduğu küçük bir Fransız doktor grubunca kuruldu. Doctors Without Borders olarak da bilinirler. Savaş yüzünden zarar görmüş bölgelerde ve açlıktan, hastalıktan kırılan fakir (bırakılmış) coğrafyalarda, her türlü hayati tehlikeyi göze alarak görev yaparlar. Bu doktorlar, Ruanda’da 1994’teki soykırım döneminde bile çalışmaya devam etti. Çalışmaları gönüllülük esasına dayanır. Çalışmalarından dolayı 1999’da Nobel Barış Ödülü’nü almaya hak kazanmışlardır. Kurulduğu günden bu yana çalışmalarına aralıksız devam eden yapılanma, Afganistan’da 5 üyesini kaybettikten sonra sadece buradaki faaliyetlerine son verme kararı aldı. MSF ile ilgili 2008 yılı yapımı şöyle bir film bulunuyor.
Don Kişot Sosyal Merkezi
http://youtu.be/6rcxgq9Qz4s
Fikir olarak Gezi Direnişi’nin forumlar olarak devam etmesinden sonra şekillenen, Kadıköy’de Yeldeğirmeni Dayanışması tarafından “işgal edilerek” oluşturulan yeni bir “yuva” burası. Zaten önce Don Kişot İşgal Evi’ydi adı. Yeldeğirmeni Mahallesi sakinlerinin ortak kullanabilecekleri bir mekân arayışı Don Kişot İşgal Evi’nin temellerini atmış.
25 yıldır inşaat halinde ve kimsenin ilgilenmediği izbe bir yapı seçilmiş ve bu yapı dönüştürülmeye başlanmış. Hiç kimse “Bu ev şöyle olmalı, bu böyle olmalı” demiyor. Mahalleli kendi istediği gibi kullanıyor evi. Amaç mahalle içinde birliktelik ve dayanışma oluşturmak. Şuradan buyurun.
Berkin Elvan Öğrenci Evi
Beşiktaş’ta tam da Ali İsmail Korkmaz’ın doğum gününde işgal edilen ve Berkin Elvan’ın adı verilen bir öğrenci evi bu da. Yine dayanışma, yine işbirliği, yine kolektif…
Caferağa Mahalle Evi
Don Kişot İşgal Evi’nden sonra Caferağa Dayanışması tarafından oluşturulan bir dayanışma evi bu da. Amaç aynı; mahallenin ve mahalle sakinlerinin sorunlarına ortaklaşa bir çözüm üretmek.