Şairlerinin önüne geçen şiirler vardır. Çoğu ezberimizde, dilimizin ucundadır. Yaratıcılarını öğrendiğimizde şaşırırız. Çünkü o şiirler adeta şairlerinden bağımsız nefes alırlar. Bazen yerli yersiz aklımıza gelir, bazen bestelenip dile dolanırlar. Attila İlhan işte böylesi şiirlerin yaratıcısıydı. Çolpan İlhan’ın ağabeyi, Sadri Alışık’ın kayınbiraderi, Kerem Alışık’ın dayısı, şair, romancı, gazeteci, senaristti. Ama en önemlisi Türkiye edebiyatının kasketli kaptanıydı.
“Bazı şairlerimizin aksine, ben, ne şiir yapıyorum, ne de şiir yazıyorum. Ben, şiir söylüyorum” diyen ünlü şairin bugün ölüm yıl dönümü. Biz de bu vesileyle kendisini analım istedik.
Kitaplarla iç içe bir çocukluk
Attila İlhan 15 Haziran 1925’te İzmir Menemen’de doğdu. Babası savcı Muharrem Bedrettin İlhan, annesi Emine Memnune Hanım’dı. Babası emekli olduktan sonra avukatlık yapmak için İzmir’i tercih edince, ilköğrenimini Karşıyaka Cumhuriyet İlkokulu’nda ve Karşıyaka Ortaokulu’nda bitirdi.
Babası Nedim’in şiirlerini, annesi roman okumayı severdi. Edebiyatsever bir ailenin çocuğu olarak çocukluğu haliyle kitaplarla iç içe geçti. İlk şiir denemelerini henüz ilkokul üçüncü sınıftayken yaptı. Orta üçte Nâzım Hikmet, Şolohov, Gorki, Reşat Enis, Aka Gündüz ve Esat Mahmut Karakurt gibi sanatçıları okumuştu bile.
Nâzım şiirinin bedeli iki ay hapislik prömiyer
Şubat 1941’de İzmir Atatürk Lisesi’nde, kız arkadaşıyla mektuplaşırken yazdığı Nâzım Hikmet şiirleriyle yakalandı. 16 yaşında okuldan uzaklaştırıldı, üç hafta gözaltında kaldı. Babası hapisten kurtarmak için, oğlunu Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde bir süre müşahede altına bile aldırdı. Ama nafileydi. İlhan TCK’daki 141. madde uyarınca gizli örgüt kurma suçundan iki ay hapis cezası aldı. Yaşı küçük olduğu için ceza ertelendi.
Türkiye’de gözaltına alınan ilk lise öğrencisi olan Attilâ İlhan, yıllar sonra bu olayı “O işin prömiyeri bende. 16 yaşındaydım daha. O olaydan sonra damgalı eşek gibi İzmir’de, Karşıyaka’da herkes bizi tanıdı” diye anlattı. Aynı yıl ekim ayında ilk şiiri Balıkçı Türküsü, Yeni Edebiyat dergisini süslüyordu.
“Cebbaroğlu Mehemmed” ile lisede ikincilik kazandı
Kaman cıvarına bahar gelince
Yıkılır ovadan apdal çadırları
Yücesinde pâre pâre duman tutmuş
Düdüldağ’ın yaylâsında mekân kurulur
Hoş gelmişsin evvel bahar
Nisan ayı içinde donanır dağlar
Donanır yeşilinden alından
İstasyon deresi kabarmıştır
Hacıdağ’ın selinden
Dağlar sıra sıradır eylim eylim
Dağlar uzanır bir uçtan bir uca
Dağlar bir birinden yüce
O olaydan sonra kendisine Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair belge verilince, eğitimine ara verdi. 1944’te Danıştay kararıyla okuma hakkını geri kazanınca İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı. Lise sonda amcasının kendisinden habersiz şiirini gönderdiği CHP Şiir Armağanı’nda Cebbaroğlu Mehemmed ile pek çok ünlü şairi geride bırakıp ikinci oldu.
2. Dünya Savaşı’nda gün yüzü görmeyenlere: Duvar
(Bu şiir 2. Dünya Savaşı içinde kahredilen bütün dünya duvarları için yazılmıştır)
Ben bir duvarım hiç güneş görmedim
Sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar
Yüzümüz benek benek tahta kurusundan
Ve sinemiz baştan başa ak üstünde karalar
– Kelepçeden kahroldu kahroldu bileklerim
– Sıyrılıp çıktım artık ölüm korkusundan
– Dilim dilim sırtımdaki yaralar
Ben demirbaşım sığır siniriyle dayak yedim
Biz de duvarız dinliyen duyan düşünen duvarlar
Bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli soğuk
Ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar
İlhan 1946’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Kısa süre sonra Beterlioğlu takma adıyla yazdığı destansı özellikler taşıyan şiirleri Yığın, Gün ve Yücel dergilerindeydi.
Henüz 23 yaşındayken toplumsal duyarlılıkla yazdığı ilk şiir kitabı Duvar’ı kendi imkânlarıyla yayımladı. Özgürlük, yurtseverlik, özveri, barış, insanlık temalarını ele aldığı bu şiirlerde 2. Dünya Savaşı’nın gerilimini, sıkıntılarını ve çöküntülerini kaleme aldı.
Hamburg’dan taa buralara: Lili Marlen Türküsü
Akşam olur mektuplar hasretlik söyler
Zagrep Radyosu’nda Lili Marlen Türküsü
dost ağlar karanfilim
dost ağlar karanfilim
marş söylemeden ölmek bize yakışmaz
Şairin Duvar kitabında yer alan ve yıllar sonra Ahmet Kaya’nın coşkuyla seslendireceği dizeler, 2. Dünya Savaşı’nda Hamburg’daki balıkçıların ağızlarında dolaşan Lili Marleen şarkısına selam gönderdi.
Askerlere geçmiş güzel günleri hatırlatan bu şarkı Belgrad Askeri Radyosu sayesinde epey popülerdi. Alman Propaganda Bakanı Goebbels şarkıyı epey duygusal bulduğu için yasaklamak istedi ama başarılı olamadı. O şarkı, Attilâ İlhan’ın bu şiirinde yaşamaya devam edecekti.
Paris’te aklında Nâzım
1948’de üniversiteyi yarıda bırakıp Nâzım Hikmet’i Kurtarma Komitesi’ne katılmak için Paris’e gitti. Orada 835 Satır, Gece Gelen Telgraf, Taranta Babu’ya Mektuplar, Benerci Kendini Niçin Öldürdü? ve Kurtuluş Savaşı Destanı’nın önemli kısımlarını ezberledi.
İlhan’a o yıllardan geriye el yazmaları elden ele, şiirleri dilden dile dolaşan Nâzım Hikmet dizeleri kalacaktı. Fransa’ya ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel de oluşturacaktı.
Sansaryan Han’da gözaltılar, tehditler: Belâ Çiçeği
Alsancak garı’na devrildiler
Gece garın saati belâ çiçeği
Hiçbir şeyin farkında değildiler
Kalleş bir titreme aldı erkeği
Elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler
Çantasını karısı taşıyordu
1950’de Fransa dönüşünde sık sık başı polisle derde girdi. Birkaç kez gözaltına alındı. Sansaryan Han’daki bu sorgulamalar ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynayacaktı. Hatta bu gerilim kendini hemen ilk şiirlerinde göstermeyecek, Bela Çiçeği gibi eski günlerini andığı eserlerinde ortaya çıkacaktı.
Aysel Git Başımdan
Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum
Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
Hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim için kirletme aydınlığını,
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Bela Çiçeği kitabının en sevilenlerinden Aysel Git Başımdan’ı İlhan “İmkânsız aşkın şiiri” diye tanımladı. İmkânsızdı… Çünkü o yılların baskıcı ortamında bir şeyleri değiştirmek için çabalayan bir şair ve olup bitenin dışında genç bir kadın söz konusuydu. Başka dünyanın insanına âşık olma teması üzerinden ilerleyen güçlü ve karanlık mısralarda ünlü şair, okurun tüylerini ürpertti.
Garipçilere karşı Maviciler
İlhan, Paris’ten dönüşte Gerçek gazetesinde bir çevirisi yüzünden kovuşturmaya uğrayınca istikameti yeniden Paris oldu. Bu dönemde orada Fransızcayı ve Marksizm’i öğrendi. 1952’de Türkiye’ye dönüp Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlayınca okulu bıraktı.
Aynı dönemde Seçilmiş Hikâyeler, Kaynak ve Ufuklar dergilerindeki yazılarında “Bobstil ve alafranga” olarak adlandırdığı Garipçilerin karşısında yer aldı. 1954-1955’te Mavi dergisinde genç şairlerle beraber bu akıma karşı eleştiriler yazdı ve Maviciler diye bilinen toplumsal gerçekçilik akımının sözcülerinden biri oldu.
15’e yakın senaryo ile Yeşilçam’da
İlhan, Paris gidiş gelişlerinde sinemayla ilgilenip Sorbonne’da filmoloji kurslarına devam etti. Bu sayede Vatan gazetesinde 1953’ten itibaren sinema eleştirileri yazarak gazeteciliğe başladı.
Ünlü şairin sinemayla ilgisi bununla sınırlı değildi. Ali Kaptanoğlu takma adıyla Yalnızlar Rıhtımı, Ateşten Damlalar, Rıfat Diye Biri, Şoför Nebahat, Devlerin Öfkesi, Ver Elini İstanbul, Sokaktaki Adamgibi 15’e yakın film senaryosu yazdı.
Sisler Bulvarı
İlhan 1954’te yayımladığı Sisler Bulvarı kitabıyla toplumcu temadan bireysel temalara yöneldi. Şiir yazmanın düzyazıdan ciddi farkları olduğunu belirterek imgeyi öne çıkarırken yine de temkinliydi. İlhan imgenin asla tek başına amaç olamayacağını savunarak, o yıllarda bir harekete dönüşen İkinci Yeniciler’den de kendini ayrı tutuyordu.
İşsiz ve yoksul gençlerin aşk öyküsü: Emperyal Oteli
Ben hiç böylesini görmemiştim
Vurdun kanıma girdin itirazım var
Sımsıcak bir merhaba diyecektim
Başımı usulca dizine koyacaktım
Dört gün dört gece susacaktım
Yağmur sönecekti yanacaktı
Sameland seferden dönecekti
Duvardaki saat duracaktı
Kalbim kendiliğinden duracaktı
Ben hiç böylesini görmemiştim
Vurdun kanıma girdin itirazım var
Attilâ İlhan, Sisler Bulvarı kitabında meraklısı için notlar bölümünde bu şiir için şunları söyledi: “Ünü pek yaygın bir şiirdir bu, edebiyat matinelerinde kim bilir kaç kere okunmuştur. Yanlış aklımda kalmadıysa, işsiz ve yoksul iki gencin kısa aşk öyküsüdür, bu niyetle yazılmıştır, öyledir de.”
Cinayeti kör bir kayıkçı gördü: Cinayet Saati
Haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi
Demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
Dört bıçak çekip vurdular dört kişi
Yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu
Deli cafer ismail tayfur ve şaşı
Maktulün onbeş yıllık arkadaşı
Üçü kamarot öteki aşçıbaşı
Dört bıçak çekip vurdular dört kişi
Sisler Bulvarı kitabının bu en sevilen, en bilinen şiirlerinden Cinayet Saati neredeyse kısa bir öyküyü andırıyordu. Bu tekinsiz şiir Ahmet Kaya tarafından senfonik bir melodiyle bestelenip 1994’te Kaya’nın çıkardığı Şarkılarım Dağlara albümünde yer alacaktı.
Bir imge kadın: Pia
Ne olur kim olduğunu bilsem pia’nın
Ellerini bir tutsam ölsem
Böyle uzak uzak seslenmese
Ben bir şehre geldiğim vakit
O başka bir şehre gitmese
Otelleri bomboş bulmasam
İçlenip buzlu bir kadeh gibi
Sisler Bulvarı kitabı o kadar verimliydi ki, şairin bu kitabındaki pek çok şiiri gibi Pia’da yıllar boyunca dilden dile dolaşıp epey ünlendi.
Bir imge kadındı Pia hem vardı hem yoktu. Bu yüzden de bir gün İlhan’a “Kimdir bu Pia?” denildiğinde “Belki de o kadın aslında Pia. O hiç olmayan kadın. Aklımda kalanlar, imkânsız aşkların kadını. Yaşanmış aşklar kalmıyor. Bitiriyorsunuz karşılıklı. Hatırlanan, askıda kalmış aşklar. Ama Pia aşkı; yaşanmışlık olmadığı için, hiç bitmiyor” diyecekti.
Yağmur Kaçağı
Elimden tut yoksa düşeceğim
Yoksa bir bir yıldızlar düşecek
Eğer şairsem beni tanırsan
Yağmurdan korktuğumu bilirsen
Gözlerim aklına gelirse
Elimden tut yoksa düşeceğim
Yağmur beni götürecek yoksa beni
Ünlü şairin 1955’te yayımladığı Yağmur Kaçağı, 1950’lerdeki Soğuk Savaş’ın, siyasal baskının bunalttığı insana odaklanırken aslında bir nevi Sisler Bulvarı’nın devamıydı. Hatta İlhan bu durumu şu sözlerle aktardı: “Sisler Bulvarı yayımlandı, çok da ilgi gördü, gel gör ki o gün bugün içimde ukde olan bir değişiklikle: Şengil, gönderdiğim müsveddeyi fazla kalın bulmuş, şiirlerden bazılarını ikinci bir şiir kitabı için ayırmıştı. Kısacası, sonradan Yağmur Kaçağı adıyla yayımlanan şiir kitabı, gerçekte benim ilk derlediğim Sisler Bulvarı’nın içinden bölünmüş bir parçaydı. Başkalarını bilmem ama, benim için hep öyle kaldı.”
Ben Sana Mecburum
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Şairin 1960’da basılan Ben Sana Mecburum’unun teması bu şiiri kulaktan kulağa yayıldığı için sadece aşk sanılsa da öyle değildi elbette.
İlhan bu kitapta beş bölümde topladığı şiirlerinde, dönemin siyasi havasını, çalkantılarını, gerilimi, direnişi, başkaldırıyı, imkânsız aşkları ve özgürlük özlemini de dile getirdi.
Gece Buluşması
Sen İstinye’de bekle ben buradayım
İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
Çünkü ben buradayım karanlıktayım
Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor
Şarabım bütün ekşi suyum soğuk
Yanımda olmadın mı seni seviyorum
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
Atilla İlhan’ın bu şiiri yazdığı dönem, okuduğu yasaklı şiirler nedeni ile gözaltına alındığı vakitlerdi. Belki de o yüzden “Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git” diye seslendi sevdiğine. Bu şiiri de çok sevildi ve 2001’de Yaşar’ın Masal albümünde yer aldı.
Sekiz yıl İzmir’de
Sinemada aradığını bulamayınca 1960’ta Paris’e geri dönen, sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu inceleyen İlhan babasının vefatı üzerine İzmir’e yerleşti.
Sekiz yıl İzmir’de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. 1968’de şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler dizisinden Bıçağın Ucu yayımlandı. Ünlü şair aynı yıl 15 yıl evli kalacağı Biket İlhan ile evlendi.
Yasak Sevişmek
Öteki kapımdan gel bunu açamazsın
Eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
Hem tetik bulun ardında biri olmasın
Hanidir ben bu evde saklanıyorum
Adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum
Gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum
Öteki kapımdan gel bunu açamazsın
Sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel
Yasak Sevişmek kitabındaki “İki sonbahar kaçakçısı dün İzmir’de yakalandı” ve “Yasak Sevişmek” bölümleri, özgün imgelerle yoğrulmuş, bireyci şiirlerden oluşuyordu. “Ç Koçaklaması” bölümünde Türklerin Anadolu’ya gelişini konu alan uzunca bir epik parça yer aldı. “Şehnaz Faslı” ise, bireylerin yaşamından yola çıkıp toplumsal-tarihsel göndermeler barındıran şiirleri içeriyordu.
Karantinalı Despina
Bir gül takıp da sevdalı her gece saçlarına
Çıktı mı deprem sanırdın ‘kara kız’ kantosuna
Titreşir kadehler camlar kırılır alkışlardan
Muammer Bey’in gözdesi Karantina’lı Despina
Çapkın gülüşü şöyle faytona binişi Kordelia’dan
Ne kadar başkaydı her kadından her bakımdan
Sınırsız bir mutlulukta uyuturdu Muammer Bey’i
Ustalıkla damıttığı o tantanalı aşklarından
Atilla İlhan’ın 1968’de yayımladığı Yasak Sevişmek kitabında yer alan beş bölümlük “Bir Özge Muammer Bey” adlı şiirin üçüncü bölümüydü bu şiir.
Usta şair bu şiirinde kendisi için kantolar bestelenen afet bir kadını, Karantinalı Despina’yı kâğıda dökerken fonda Cumhuriyet öncesi İzmir vardı. Bu sayede işgal yılları ve kentin gündelik yaşamı da tarih kitaplarında okunabileceğinden çok daha zarif bir dille okurun karşısındaydı bu şiirle.
Gazetecilik yılları
1973’te İlhan, Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığına başlayınca Ankara’ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak’ı Ankara’da yazdı. 1981’e kadar Ankara’da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti.
Sanat Olayı, Yelken ve Cönk dergilerinin yönetimini üstlenen Atilla İlhan, Vatan, Yeni Ortam, Dünya, Demokrat İzmir, Milliyet, Güneş, Cumhuriyet ve Meydan gazetelerinde köşe yazıları yazdı.
Denizlere ağıt: Mahur Beste
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
1974’te Mahur Beste’nin de içinde bulunduğu Tutuklunun Günlüğü yayımlandı. Bu şiir yıllar sonra yine Ahmet Kaya tarafından bestelenecek ve dillere dolanacaktı.
Mahur’un hikâyesi, Attila İlhan’ın dilinden şöyleydi: “12 Mart sonrasının kahır günleriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: Deniz’lere kıymışlardı. Karşıyaka’dan İzmir’e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı… Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra… Vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek sesle tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıhtım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürüdüm.”
Sultan-ı Yegâh
Şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın
Nemli yumuşaklığı tende denizden gelen âhın
Gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın
Tutuklunun Günlüğü’ndeki bu şiir Ergüder Yoldaş’ın bestesi ve Nur Yoldaş’ın yorumuyla kulağımızın pasını sildi, dilden dile dolaşan bir şarkıya dönüştü. Ama Türkiye için o yıllar zor yıllardı. “Nemli yumuşaklığı tende denizden gelen âhın” dizesi, 1978’de müstehcen bulununca bir dönem TRT’nin yasaklılar listesine girdi.
Beğenilen dizilerde İlhan imzası
1970’lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri döndü.
Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür onun kaleminden çıkan, halk tarafından beğeniyle izlenen diziler arasındaydı.
Böyle Bir Sevmek
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
Azıcık okşasam sanki çocuktular
Bıraksam korkudan gözleri sislenir
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir
1977’de yayımlanan Böyle Bir Sevmek kitabına da adını veren bu şiir Atila İlhan’ın en bilinen eserlerindendi. Özellikle ilk mısrası ile ünlenen şiir Ahmet Kaya, Timur Selçuk ve Mazlum Çimen tarafından farklı tarzlarda yorumlanarak bugünlere geldi.
Elde Var Hüzün
Söyleşir
Evvelce biz bu tenhalarda
Ziyade gülüşürdük
Pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının
Ne meseller söylerdi mercan köz nargileler
Zamanlar değişti
Ayrılık girdi araya
Hicrana düştük bugün
İlhan 1982’de yayımladığı Elde Var Hüzün’de 1979-81 yıllarındaki şiirlerine yer verdi. Nabi’nin “fakat alup verilür bir selam kalmıştır” dizesiyle başlayan kitap Nesimi’nin “bende sığar iki cihan ben bu cihana sığmazsam” dizesiyle bitiyordu.
Ayrılık Sevdaya Dahil
Açılmış sarmaşık gülleri
Kokularıyla baygın
En görkemli saatinde yıldız alacasının
Gizli bir yılan gibi yuvalanmış
İçimde keder
Uzak bir telefonda ağlayan
Yağmurlu genç kadın
1993’te yayımlanan Ayrılık Sevdaya Dahil kitabına adını veren bu şiir pek çoğumuzun kulağında Vedat Sakman’ın bestesi ve Zuhal Olcay’ın sesi ile yer etti.
Bu şiirin okurları tarafından bu kadar beğenilmesini İlhan şöyle anlattı “…benim şiirlerimde aşk bir kere çağdaş insanın içinde kıvrandığı gerilimle birlikte verilmektedir, bu onları etkiliyor, bir. Ayrıca soyut olarak değil gündelik bir yaşantı içinde, üstelik bir büyük şehir yaşantısı içinde verilmektedir. Bu da özdeşleşmelerini kolaylaştırıyor, iki. Bir bakıma birkaç kuşağın gençleri bu şiirlerde büyük şehirlerin dağdağalı yaşantısı arasında yaşadıkları, yaşamaya özendikleri sevdaları bulmuşlardır. Bu yüzden de sevmişlerdir bu şiirleri.”
Kimi Sevsem Sensin
Attilâ İlhan, 2002’de “Bütün bir ömrün özeti” dediği 12. şiir kitabına adını veren bu şiirin mısralarında, özlediği sevgiliye biraz sitemkârca seslenmeyi seçti.
An Gelir
An gelir
Paldır küldür yıkılır bulutlar
Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
O eski heyecan ölür
An gelir biter muhabbet
Çalgılar susar heves kalmaz
Şatârâbân ölür
Şair Elde Var Hüzün’de yer alan bu şiirindeki en son “An gelir Attilâ ölür” dizesini yazdıktan üç sene sonra, ilk kalp krizini 1985’te geçirdi. “Ölümden sonrasına inanmadığım için, ölüm son derece basit bir olay. Zaten bir enfarktüs geçirdim. Bir ikincisi gelecek ve beni alıp götürecek” diyen şair, bu öngörüsünde ne yazık ki haklıydı.
Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları devam eden Atilla İlhan’ın 2004’ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. 11 Ekim 2005’te İstanbul’daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı.
“Yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatır”
İlhan’ın edebiyatla uğraşısı sadece şiirden ibaret değildi. Sokaktaki Adam, Kurtlar Sofrası, Zenciler Birbirine Benzemez, Sırtlan Payı, Bıçağın Ucu, Dersaadet’te Sabah Ezanları, Yaraya Tuz Basmak, O Karanlıkta Biz, Fena Halde Leman, Allah’ın Sürgünleri, Hacı Hanım Vay gibi pek çok romana da imza attı.
Yayımlanan ilk romanı Sokaktaki Adam yazdığı 10. Romandı aslında. Diğer romanlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıkladı: “…Birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır.”
Aydınlar, şehir insanı, Batı meselesi
Atilla İlhan roman yazmaya başladığında şehir insanını, Türkiye’nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele aldı. Batı’nın Türkiye’ye nasıl yansıdığı da onun meseleleri arasındaydı.
Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez’de yazar Paris’te yaşadığı yıllara ait deneyimlerini eserlerine taşıdı. İlhan ilk romanlarında Türk aydınına farklı açılardan baktı ve fikirlerini diyalektik materyalist bir sentezde derledi. Sonradan yazdığı yedi kitaplık Aynanın İçindekiler serisi de bu zemine oturdu.
Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet’te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Allah’ın Süngüleri: Reis Paşa ve Gazi Paşa bu seriyi oluşturan romanlardı. Her romanda yer alan karakterleri, Türkiye’nin tarihinde önemli dönemlere ayna tutan aydınlardı.