Kimi şairler vardır adını andığımızda bir çırpıda aklımıza onlarca şiiri gelir, kimi şairlerin de bir şiiri onu hatırlamamıza yeter de artar bile. İşte aslında sıradan bir kadın isim olan Fahriye Abla’yı andığımızda aklımıza Olvido gelir, Serenad gelir, Ahmet Muhip Dıranas gelir ve çok sevdiği Sinop gelir… Bu andıklarımız ve daha nicelerini hatırlamak için listemize bir göz atalım.
1. Adamlar
Sönmüş saçlarında son damla ışık,
Bir düşün içinde gibi her akşam
-Ve yüzleri duman kadar dağınık
Geçer bu sokaktan binlerce adam.
Umut; gözlerinde ölü bir bakış,
Çığlık; bir bükülüş dudaklarında…
Bulamadıkları nedir ki yaz kış
Dolaşırlar şehrin sokaklarında.
Sanki yalvaran bir duadır onlar,
Belki tanrılara açık vesvese,
Bir nehir, bu nehir her akşam akar
Derinden ruhları çağıran sese.
Cumhuriyet dönemi Türk şairlerinden Ahmet Muhip Dıranas, Sinop’la özdeşleşmiş bir edebiyatçımızdır. Ahmet Muhip Dıranas’ın babası Sinoplu, annesi ise İstanbulludur. Doğum tarihi bazı kaynaklarda 1908, bazı kaynaklarda ise 1909 olarak verilmektedir. Doğduğu yıl konusundaki belirsizlik gibi, doğum yeri konusunda da belirsizlik vardır. İstanbul’da doğduğunu yazan kaynaklar olduğu gibi, Sinop doğumlu olduğunu yazanlar da vardır.
2. Ay Işığı
Yüzün beyaz, abajur yeşil, gece mor;
Esrimiş kalbim, şarkısını söylüyor.
Her yanın avuçlarıma dökülüyor
Çeşmeden akan suyun berraklığında.
Dolaşan bir dudak mı var saçlarını
Ay tırmanıyor zeytin ağaçlarını.
Sürü bulutlar gece yamaçlarını
Otlayıp yayılıyor gök kırlığında.
Üzerinden örtüyü mü çekti bir el?
Gece ayaklarından akıp giden sel;
Seyrine doyulmuyor ruhunun, güzel
Bu manzara gibi, bu ay ışığında…
Yeniden yarattı seni gizli bir el!
Babası Balkan ve I. Dünya Savaşlarına katılan şair, Dünya Savaşının ilk yıllarında babasının görev yaptığı Çanakkale’den ayrılarak annesi ve kız kardeşi ile İstanbul’a döner. Babası Çanakkale’den sonra Kafkaslar ve Arap çöllerinde de savaşır; ancak savaşın bitmesinden sonra İstanbul’a dönmez. İkinci evliliğini yaparak Sinop’taki baba köyüne yerleşir ve burada yeniden evlenir.
3. Balad
Yağmurlar dindiği zaman
Geleceksin
Ki karanlık ölümdür.
Işığım söndüğü zaman
Güleceksin
Ki karanlık ölümdür.
Karanlığımda dişlerin
Parıldar ki
Yine görüneceksin
Kuraklığımda düşlerin
Işıldar ki
Yine arınacaksın.
Bekleyeceğim elbette
Gelişini
Yaşamak başka nedir;
İsterse ta kıyamete
İlla seni
Ki bu aşk başka nedir.
Bütün ömrümüz onunla
Böyle geçti;
Toprakla gök arası,
Varla yok arası öyle;
Derken uçtu.
Dıranas yalvarası:
Tanrım merhamet et kula.
Bu sıralarda on yaşlarında olan Ahmet Muhip Dıranas’ın annesi iki çocuğunu yanına alarak İstanbul’dan Sinop’taki köye döner. Şairin hayatının bu dönemi, annesi ve babasının ikinci eşi arasındaki kıskançlıkları izlemekle geçer.
4. Büyük Olsun
Ben büyük şarkıları severim; büyük olsun.
Deniz gibi, gökyüzü gibi her şey ve mahzun.
Seviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce,
Aşıksam kadınım değil tanrıçasın, ece…
Denizler yolculuğa çağırır durur da beni
Gitmem, düşünerek geri döneceğim günü.
Ben büyük rüzgarları severim; büyük olsun
Aşkım da özlemim de hepsi, her şey ve mahzun.
İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı.
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı.
Sonunda babası ikinci eşini köyde bırakarak ilk eşi ve çocuklarıyla Sinop’a yerleşir. İlkokulun ilk üç sınıfını Sinop’ta okuyan Ahmet Muhip, doğa sevgisini de burada kazanır. Bu doğa sevgisinin izleri, daha sonra yazdığı şiirlerinde ve yazılarında kendini gösterir.
5. Gerçek
Uyandığı zaman gökte yıldızlar
İnsan düşünür: belki de Allah var!
Tanrısal bir öpüştür söken şafak.
Ne hoştur insanın bir gül açası,
Koşan göklerde kuş gibi uçası,
Bulutlarla yağmur olup ağlamak.
Gitmek, sona ermeden bir zamanda…
Başıboş bir tekne gibi ummanda;
Fırtınalarda ne yelken, ne bayrak.
Fakat beni sen uyandır, ey zeka!
Bak, işte önümde her günkü çorba,
Ekmek, kaşık ve kasesiyle bu aşk.
Sarhoş eden, davet eden bu ölüm
İçinde ben salt bir adem oğluyum,
Korkan, ölüşünü hatırlayarak.
Ey, ışığın boşandığı gerçek düş!
Bütün zamanı kucaklayan öpüş;
Yaşamak eken insan, veren toprak.
Anadolu’nun düşman işgali altında olduğu yıllarda çocukluğunu yaşayan Ahmet Muhip, babasının yeniden askere alınması üzerine ailesiyle Ankara’ya döner ve bu dönüş yolculuğu sırasında Milli Mücadele ruhunu derinden yaşar.
6. Hatıra
Dün, bir gölge gibi geçti yanımdan
Oydu, bir bakışta tanıdım onu;
Rüyalarıma tayf halinde konan,
Peşime bir korku gibi düşen o.
Bazı yapraktı, bazı bir rüzgâr.
Dolardı aydınlık olup odama.
Bahçemde süzülür giderdi bahar
Sabahının fecri vururken cama.
Ayakları kumda bırakmadan iz
Yanıma geldiği hep gecelerdi;
Sanki bir lahitten kalkar ve sessiz
Uzak bir maziye dönüp giderdi.
Bir avuç ışıktı incecik yüzü,
Gözleri geceler gibi derindi;
İçine başımın her an düştüğü
Avuçları sudan daha serindi.
Geçerken dün yoldan, ruhumu saran
Bir gölge halinde ve ağır ağır;
Tanıdım; o yâdı hoş zamanlardan
Seven ve yaşayan bir hatıradır.
Kurtuluş sevincini Ankara’da yaşayan Ahmet Muhip Dıranas’ın gençliğinin büyük bir bölümü bu şehirde geçer. Ortaokul ve liseyi, o yıllarda “Taş Mektep” olarak bilinen Ankara Erkek Lisesi’nde okur. İşte bu yıllarda Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi şair-edebiyatçıların öğrencisi olur.
7. Kar
Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze, inceden.
Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için
Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,
Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu’dan
Sesin nerde kaldı, kar içindesin!
Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni, uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
Yağsın kar üstümüze buram buram…
Buğulandıkça yüzü her aynanın
Beyaz dokusunda bu saf rüyanın
Göğe uzanır – tek, tenha – bir kamış
Sırf unutmak için, unutmak ey kış!
Büyük yalnızlığını dünyanın.
İlk şiiri, 1926 Eylülünde henüz lisedeyken Muhip Atalay imzasıyla Milli Mecmua’da çıkan “Bir Kadına” adlı şiirdir . Daha sonra kendi imzası ile çeşitli dergilerde şiirlerini yayımlar.
8. Serenad
Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,
Ben aşkımla bahar getirdim sana;
Tozlu yollarından geçtiğim uzak
İklimden şarkılar getirdim sana.
Şeffaf damlalarla titreyen, ağır
Koncanın altında bükülmüş her sak.
Seninçin dallardan süzülen ıtır,
Seninçin karanfil, yasemin zambak…
Bir kuş sesi gelir dudaklarından;
Gözlerin, gönlümde açan nergisler.
Düşen öpüşlerdir dudaklarından
Mor akasyalarda ürperen seher.
Pencerenden bir gül attığın zaman
Işıkla dolacak kalbimin içi.
Geçiyorum mevsim gibi kapından
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ…
Hece şiirinin son kuşağı denilebilecek şairler arasında olan Ahmet Muhip Dıranas, hocası Ahmet Hamdi Tanpınar’ın verdiği Fransızca bir şiir kitabı sayesinde Baudelaire ile tanışır ve bu Fransız şairinin etkisinde kalır. Çağdaş Batı şiirine (Baudelaire, Verlaine) en yakın, kendinden bir iki kuşak sonra gelen şairler üzerinde, az sayıda şiirle bile olsa, uzun süre etkili olur.
9. Olvido
Hoyrattır bu akşam üzerleri daima!
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşam üstüleri daima!
Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh atılan oklarla delik deşik.
İşte doğduğun eski evdesin birden,
Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven
Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik
Ve cümle yitikler, mağluplar, mahzunlar…
Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir;
İnsan yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar gibi bir gün camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu,
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı…
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.
Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali kol kola.
Ya sizler! Ey geçmiş zaman etekleri,
İhtiyar ağaçlı, kuytu bahçelerden
Ay ışığı gibi sürüklenip giden;
Geceye bırakıp yorgun erkekleri
Salınan etekler fısıltıyla, nazla.
Ebedi aşığın dönüşünü bekler
Yalan yeminlerin tanığı çiçekler
Artık olmayacak baharlar içinde.
Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış!
Aldan! Gelmiş olsa bile ümitsiz kış;
Her garipsi ayak izi kar içinde
Dönmeyen aşığın serptiği çiçekler.
Ya sen! Ey sen! Esen dallar arasında
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde?
Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın,
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın;
Hatıraların bu uyanma vaktinde
Sensin hep, sen, esen dallar arasından.
Ey unutuş! Kapat artık pencereni,
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;
Çıkmaz artık sular altından o dünya.
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş gibi o şeylerden.
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutuş! Kurtar bu gamlardan beni.
Liseden sonra Ankara Hukuk Fakültesi’ne iki sene devam eden Ahmet Muhip Dıranas, hukuk eğitimini yarıda bırakarak İstanbul’a yerleşir ve Felsefe okumaya başlar; ancak buradaki eğitimini de tamamlamaz.
10. Şehrin Üstünden Geçen Bulutlar
Bakıp imreniyorum akınına
Şehrin üstünden geçen bulutların.
Belki gidiyorlardır yakınına
Rüyamızı kuşatan hudutların.
Evler, ağaçlar, sular, ben ve bu an
Sanki bulutlarla bir, akıyoruz;
Onların hevesine uyaraktan
Cenup ufuklarına bakıyoruz.
Biz de hafif olsaydık bir rüzgârdan,
Yer alsaydık şu bulut kervanında,
Güzele ve yeniye doğru koşan
Bu sonrasız gidişin bir yanında;
Dağlara, denizlere, ovalara
Uzansaydık yağarak iplik iplik,
Tohumları susamış tarlalara
Bahar, gölge ve yağmur götürseydik.
Bakıp imreniyorum akınına
Şehrin üstünden uçan bulutların.
Gidiyor, gidiyorlar yakınına
Rüyamızı kuşatan hudutların.
İstanbul’da Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli Kanık, Sait Faik Abasıyanık, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Baki Süha Ediboğlu ve Şevket Rado gibi dönemin genç şair ve yazarlarından oluşan bir edebi çevre içinde yer alan Ahmet Muhip Dıranas, bu yıllarda Fransızcasını ilerleterek Fransız ve Rus edebiyatını yakından tanır.
11. Köpük
Oyun bitti ve her şey yerini buldu.
Akşamla ebedi kızlar anne oldu.
Aynalara bakma, aynalar fenalık;
Denizi, sonsuz olanı düşün artık.
Bir gün beni hatırlayabilirsin ancak,
Güzelsem soyabilirsin çırılçıplak;
Oradayım hep ben, orada, derinde,
Gemilerin ihtiyar köpüklerinde.
1938 yılında Ankara’ya taşınan Ahmet Muhip Dıranas, 1938-1942 yılları arasında Halkevlerinde çalışır. 1940 yılında Münire Ülker ile evlenir. Ağrı’da askerliğini yaparken “Gölgeler” adlı oyununu yazar. Askerliğinden sonra pek çok devlet kurumunda çalışan şair iki dönem de milletvekili seçimlerine katılır; ancak seçilemez.
12. Titrek Bir Damladır
Titrek bir damladır aksi sevincin
Yüzünün sararmış yapraklarında
Ne zaman kederden taşarsa için
Şarkılar taşırsın dudaklarında.
İşlerken hülyama sesten örgüler
Bir çini vazodan dökülen güller
Gibi hülyada fecirler güler
Buruşmuş bir çiçek parmaklarında.
Gözlerin kararan yollarda üzgün,
Ve bir zambak kadar beyazdı yüzün;
Süzülüp akasya dallarından gün
Erir damla damla ayaklarında.
Sesin perde perde genişledikçe
Solan gözlerinden yağarken gece
Sürür eteğini silik ve ince
Bir gölge bahçenin uzaklarında.
Sen böyle kederden taştığın akşam
Derim, dudağında şarkı ben olsam
Gözlerinde damla, içinde gam
Eriyen renk olsam ayaklarında…
Dıranas hocası Tanpınar gibi az yazmış, seyrek yayımlamış, şiirlerini şiire başladıktan neredeyse elli yıl sonra (1974) kitaplaştırmıştır. Gerek Fransız şiiri, gerekse kendinden önceki nesilden ustaları Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar’dan aldığı etkileri sanatıyla harmanlayarak özgün bir şiire ulaşmıştır.
13. Yağmur Gül ve Eller
Yel yapraklarımı savurur,
Dört yanım yağmurla örtülü;
Güz vaktim gerçek ya, ne yağmur!
Kafamda hep bir uykusuzluk
Ve masamda bir düşler gülü,
Gecenin içinde soyunuk.
Ve bir düşünce arasında
Ellerim; beyaz, boş ve bencil,
Bu gülle gece arasında,
Kopmuş gidiyor dallarımdan…
Hayır, başımdan yana değil
Uykusuzluğum, ellerimden…
Hece ölçüsü sınırlarında kalarak; ama durak ve vurgu yerlerini değiştirerek gelenekte çağdaşlığı yakalayan, çağrışım gücü yüksek; yurdu, insanı ve doğası ile barışık, alışılmadık deyiş örgüsüyle unutulmaz şiirler yazan Ahmet Muhip Dıranas, şiirlerinde aşk, tabiat, ölüm, hatıralar gibi temaları sığ olmayan bir anlatımla ve düşündürücü bir biçimde işlemiştir.
14. Fahriye Abla
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumuzdun sen, Fahriye abla!
En bilinen şiiri, 1984 yılında Yavuz Turgul tarafından sinema filmi olarak da çekilen Fahriye Abla olmakla birlikte, Olvido, Kar, Serenad, Selâm, Ağrı gibi şiirleri estetik yönleriyle ön plana çıkan, dikkate değer şiirleri olarak anılabilir.
15. Son Aşk
Son aşkımdır bu -sen- ve son çile,
Günümün son fecri, sonu artık;
Giriver inince gün, aralık
Kapımdan gelinlik elbisenle.
Onu sevmekle geç, ey yaşamak!
Yaşamını Ankara’da sürdüren Ahmet Muhip Dıranas, yaz aylarını Sinop’ta geçirirdi. Bu amaçla Sinop’taki baba köyünde ahşap bir ev yaptırmıştı. Sinop sevgisi ve Sinop konulu yazılarıyla Sinopluların gönlünde taht kuran Ahmet Muhip Dıranas 21 Haziran 1980 tarihinde Ankara’da vefat eder ve vasiyeti üzerine Sinop’ta toprağa verilir.