“Polis, kamu düzenini ve vatandaşın canı, malı ve temel hak ve özgürlüklerini korumakla görevli, yasa uygulayıcı bir çeşit kamu görevlisidir.” Polisin resmi tanımı böyle. Bizse bu listede özellikle de medeni dünya ve demokrasinin ev sahibi sayılan ABD ve Avrupa’da polisin bir vatandaşın canına mal olarak kamu düzeninin bozulmasına yol açtığı olaylara bir göz atacağız. Baltimore’daki olayların ardından bir kez daha gündeme gelen bu durum 2000’li yıllarda sıklıkla gördüğümüz bir durum bu ne de olsa. Konuya bir kısmımızın The Wire dizisiyle bildiği Baltimore vesile olduğuna göre oradan başlayıp önce ABD’deki olaylara bir göz atalım, sonra diğerlerine.
Freddie Gray’in Ölümü ve 2015 Baltimore İsyanı
25 yaşındaki siyahi Amerikalı Freddie Gray 12 Nisan 2015 tarihinde tutuklandı. Tutuklanırken polis tarafından yaralanan Gray 18 Nisan’da komaya girdi, 19 Nisan günü ise öldü. Tutuklanırken hiçbir sağlık sorunu olmayan Gray’in boyun ve omurgasındaki hasarları polis aracı ile taşınırken aldığı anlaşılmıştı. Gray’in komaya girdiği gün, pek çoğumuzun “The Wire” dizisinden bildiği ve siyahi nüfusun ağırlıklı olduğu ABD’nin Maryland eyaletine bağlı Baltimore kentinde polis şiddetine karşı karakolun önünde başlayan eylemler kısa sürede tırmanıp bir haftadan fazla sürecek büyük bir isyana dönüştü. 250’den fazla insanın tutuklandığı, pek çok sivil ve polisin yaralandığı isyanlarda acil durum ilan edildi, takviye polisler bölgeye gönderildi ve hatta orduya bağlı Ulusal Muhafız devreye sokuldu. Konu yalnızca Amerika’nın değil dünyanın da gündemine girdi. 1 Mayıs günü Gray’in öldürülmesi cinayet davası olarak ilan edildi ve sorumlu 6 polis memuru aleyhinde dava açıldı. Her ne kadar henüz sonucu belli olmasa da diğer örneklerde göreceğimiz gibi böyle davaların açılması bile her zaman söz konusu olmuyor.
Daha önce pek çok örneği görülen bu tür isyanların hepsi gibi, mesele tek bir öldürme vakası değildi. Bölgede yaşayanların düzenli şikâyet ettiği polis şiddeti ve ayrımcılık, yoksulluk ve işsizlik gibi problemlerle iç içe geçmişti. İsyanlar polise, devlet binalarına karşı girişilen şiddet eylemlerinin yanı sıra, büyük mağazalarının yağmalanması gibi eylemlere de dönüştü. Obama göstericileri “suçlu” ilan etti.
İsyandan hafızalarda kalan ve öfkenin boyutunu gösteren kısa bir görüntü polis ile göstericilerin karşılıklı taş attığı ve polisin kovalandığı şu video oldu:
“İsyanın resmi” ise arka tarafta büyük mağazaların da yağmalandığı olaylar sürerken durumu aktarmakta olan CNN muhabirinin omzuna kolunu dayayıp kameraya bakan, adeta “biz buradayız” diyen isyancı oldu.
Michael Brown’ın Polis Tarafından Öldürülmesinin Ardından Başlayan Ferguson Olayları
Amerika’da beyaz bir polisin bir siyahı öldürmesi ile başlayan olayların başka örnekleri için çok geriye gitmek gerekmiyor. Baltimore İsyanı’ndan kısa bir süre önce, 9 Ağustos 2014 tarihinde, bu kez Missouri eyaletine bağlı Ferguson kasabasında Michael Brown isimli 18 yaşında silahsız bir gencin polis memuru Darren Wilson tarafından öldürülmesinin ardından, mum ışığı nöbeti ile başlayan protestolar, polisin sert müdahalesi sonucu kısa sürede eyaletin tümüne yayılan isyanlara dönüşmüştü. İsyan diğer eyaletler ve hatta pek çok başka ülkede de dayanışma eylemlerine yol açmıştı. Pek çok tutuklamanın yanı sıra medya görevlileri de gözaltına alınmış, Ulusal Muhafız göreve çağrılmış ve 18 Haziran günü ise sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Ferguson Olayları #itsbiggerthanyou hashtag’i ile sosyal medyada da geniş yankı bulmuş, ayrımcılık karşıtı bir kampanyaya dönüşmüştü. Eylemler o ay ile sınırlı kalmadı, eylül ve ekim aylarında da protestolar devam etti. 24 Kasım tarihinde polisin jüri tarafından suçsuz bulunması üzerine isyanlar yeniden alevlendi. Aralık ayında Ferguson’dan 2 kilometre uzaklıktaki Berkeley’de 18 yaşındaki Antonio Martin’in vurulması benzer tepkilere yol açtı. Mart 2015’e gelindiğinde ise isyanların sonucu hem suçsuz bulunan Wilson hem de polis departmanı ile ilgili yeni bir soruşturma açıldı. Ferguson Olayları küçük gruplara dahi yoğun biber gazı kullanımı, gazetecilere bile sert müdahale ve gözaltılar, eylemcilere silah doğrultulması gibi valinin ve polisin sert tutumu ile de hafızalarda yer etti.
Oscar Grant: “Beni Vurdun!”
2009 yılının ilk gününün ilk saatlerinde yılbaşı kutlamaları ABD’nin Kaliforniya eyaletine bağlı Oakland kentinde şok edici bir olayla son buldu. Pek çok kişi tarafından kameraya alınan olay kentin 2009 yılına isyanla girmesine yol açtı. Metro istasyonunda yaşanan olayın pek çok videosu internette hızla yayılıp tepki çekti. Metro istasyonunda küçük bir kavganın ardından gözaltı yapan polis, zanlıları duvar dibine dizmişti. Gözaltına alınanlarla polis arasında sözlü tartışma yaşanırken elleri kelepçeli şekilde ayağa kalkan Oscar Grant polis tarafından sert bir şekilde yüzüstü yere yatırılmış, bir polis memuru kafasını diziyle bastırmıştı. Bir hafta sonra istasyondaki anmayı isyana çeviren olay ise işte bu anda gerçekleşti. Polislerden bir diğeri, Johannes Mehserle, yerde yatan Oscar Grant’ı sırtından vurdu. Grant bir gün sonra hayatını kaybetti. Vurulduğunda ağzından çıkan “Beni vurdun!” haykırışı akıllarda kaldı. Polis memuru iddiasına göre Grant’e şok tabancası ile elektrik vermek istemiş ama şok tabancasıyla silahını karıştırarak onu vurmuştu. Mehserle bu “hatası” için davanın sürdüğü zaman da dâhil 2 yıl ceza aldı. 2013 yapımı Fruitvale Station isimli film de Oscar Grant’in son günlerini ve ölümünü konu alır.
Arthur Mcduffie’yi Polis Öldürdü, Kaza Süsü Verdi
Polisin halktan birini vurmasının ardından ABD’de çıkan en büyük isyanlardan biri ise 1980 yılında Florida’da yaşandı. Ancak isyan vurulma olayının hemen ardından olmadı. 17 Aralık 1979 tarihinde, aşırı hız nedeniyle polis ile Arthur McDuffie isimli siyah bir vatandaş arasında Miami kentinde kovalamaca yaşandı. Polisin ilk ifadesine göre motoruyla polisten kaçan McDuffie kaza geçirip kafasını çarparak ölmüştü. Fakat henüz cep telefonu kameraları olmasa da olayı gören görgü tanıkları vardı ve işin aslının öyle olmadığı ortaya çıktı. Kovalamacanın ardından McDuffie motorunu yol kenarına çekmiş, fakat sinirli polisler 20 dakika boyunca McDuffie’yi dövmüştü. Bu dayağın neticesinde gerçekleşen ölüme kaza süsü vermek için 6 polis motorunu yola sürüklemişti. Görgü tanıklarının ortaya çıkmasına rağmen polisler 17 Mayıs 1980 günü hepsi beyaz olan jüri tarafından suçsuz bulundu. Davanın ardından patlak veren isyan tüm eyalete yayıldı. Sert çatışmaların yaşandığı isyanlarda 18 kişi hayatını kaybetti, 1400 tutuklama gerçekleşti ve (ölümlerden çok maddi zararla ilgilenenler için de belirtmiş olalım) şehirde 125 milyon dolar zarar meydana geldi.
Miami ikinci dili İspanyolca olan bir göçmen kenti ve bu isyanlarda elbette göçmenlerin göz ardı edilmesi de büyük rol oynadı. Vurulma olayı aileye tazminatla kapatıldı, polisler de göreve geri döndü ama bu isyanlar, göçmenlerin sorunlarının kamuoyunda daha fazla gündeme gelmesine de sağladı:
15 Yaşındaki James Powell’ın Öldürülmesi ve 1964 Harlem İsyanı
ABD’de azınlıklara karşı polis şiddeti ve isyanlardan bahsedip Harlem’i hiç anmamak mümkün değil. Polisin delilleri değiştirdiği bir başka olaysa 1964 senesinde New York’un bu meşhur siyah semtinde gerçekleşir. Bu semtteki bir apartman dairesinde oturan müfettiş Patrick Lynch binasının önünde oynayan çocuklardan rahatsız olup çocuklara ırkçı küfürler de ederek bahçe hortumu ile onları kovalar. Çocuklardan biri, 15 yaşındaki James Powell, Lynch’e sözlü karşılık verirken olay yerine gelen polis memuru Thomas Gilligan bir düzine şahidin önünde Powell’ı vurur. Polis memuru Gilligan çocuğun bıçak çektiğini iddia eder ama görgü tanıkları olay yerine bıçağın polis tarafından yerleştirildiğini öne sürer. Ertesi gün olay yerine gelen Irk Eşitliği Komitesi Gilligan’ın görevden uzaklaştırılmasını ve yargılanmasını isteyen barışçıl bir protesto başlatır ama olaylar kısa sürede şiddetlenir. 6 gece süren isyanda bir isyancı öldürülür, 118 kişi yaralanır, 465 kişi tutuklanırken Gilligan ise hiçbir zaman hiçbir ceza ya da uzaklaştırmaya maruz kalmaz. Dönemin havasını da veren, Malcolm X’in de boy gösterdiği film havasındaki bu kısa nostaljik videoda dikkat çeken şeylerden biri hiç kuşkusuz anlatıcının “negro” demeye devam etmesi.
II. Dünya Savaşı Yıllarında İsyan: 1943 Harlem İsyanı
Harlem’de II. Dünya Savaşı yıllarında da benzer bir olay gerçekleşmişti. Bu sefer vurulan siyahi Amerikalı aynı zamanda bir askerdi. 1 Ağustos 1943 günü, Braddock Oteli’nin önünde Marjorie Polite isimli bir Afro-Amerikalı huzuru bozduğu gerekçesiyle polis memuru James Collins tarafından gözaltına alınmak istenir. O sırada annesiyle birlikte orada bulunan askeri üniformalı Robert Bandy olaya müdahale etmek ister ve Collins’in kaldırmış olduğu copunu elinden alır. Collins silahını çekerek Bandy’yi sırtından vurur. Bandy hastaneye kaldırılır ve diğer olayların aksine aslında yaşamını yitirmez. Ancak söylentiler bu yöndedir ve bu olay isyana neden olur. Bandy’nin yaşadığı haberinin yayılması ise isyanı yatıştırmaz. İsyanlarda yer yer beyazlarla siyahlar arasında da çatışmalar çıkar, 6 kişi ölür, 200 kişi yaralanır ve 500 kişi tutuklanır. Ancak Collins hakkında hiçbir dava ya da soruşturma açılmaz.
Dallas 1973: Rus Ruleti!
ABD’de polisin isyana yol açan şiddet kullanımı vakaları bu kadarla sınırlı değil. Lakin en dramatik ve insanı şok edenlerden biriyle ABD faslına son verelim. Santos ve David Rodriguez, adlarından anlaşılacağı üzere Latin göçmen çocuklarıdır. 12 ve 13 yaşındaki kardeşlerin anneleri hapishanededir ve zor bir çocukluk geçirirler. Ufak tefek hırsızlık olayları nedeniyle polisle daha önce başları derde girmiştir. 24 Temmuz 1973 günü Darrell Cain ve Roy Arnold adında iki polis, bir benzin istasyonundaki içecek makinesinden bir şeyler aşırmaya çalıştığını gördükleri üç çocuğu kovalar, ancak yakalayamaz. Polisler çocukların kim olduğundan emin değildir ama Rodriguez kardeşlerden şüphelenirler ve babaannelerinin evlerine giderek çocukları alırlar. “Sorgulamak” üzere benzin istasyonuna getirirler. Santos ve David bu hırsızlığı kendilerinin yapmadığını söyler ama polisler inanmaz. Polislerden Cain, bir oyun oynayarak itiraf ettirmeye karar verir: Rus ruleti! Meşhur 357 Magnum tabancasını çıkarır ve itiraf etmeyen 12 yaşındaki Santos’un kafasına dayar. İki kere tetiğe basar. Silah ilk sefer ateş almaz ama ikincide Santos’u başından vurarak orada öldürür. Santos’un olay yerinde ölümünün duyulması ile çıkan isyanlarda 36 kişi tutuklanır, 5 polis yaralanır. Silahının boş olduğunu sandığını söyleyen Cain sadece 5 yıl ceza alır. İki kardeş Santos ve David’in yan yana durup gülümsedikleri son fotoğraf ise bu olur.
Thatcher Yılları ve Brixton İsyanları
Baltimore vesilesi ile ABD’de epey dolaştık ama polisin birini öldürmesi sonucunda açığa çıkan huzursuzluk ve isyanlar bir tek orada olmuyor elbette. Amerika’dan İngiltere’ye geçelim. Aklınıza ilk 2011 Londra İsyanları gelecek hemen ama biraz daha öncesinden başlayalım. 28 Eylül 1985 tarihinde polis çete üyesi olduğu ve bir suça karıştığı iddiası ile aradığı 21 yaşındaki Michael Groce’u gözaltına almak üzere saklandığını düşündükleri annesinin Londra’nın güneyindeki Brixton bölgesindeki evine baskın düzenler. Michael Groce orada yoktur. Fakat polis bir “karışıklık” sonucu Michael Groce’un “Cherry” (Kiraz) lakaplı annesi Dorothy Groce’u yatağında vurur. Tıpkı 1943 Harlem İsyanı gibi Kiraz Anne de ölmez ama öldüğü haberi yayılır. 8 çocuk annesi ve hiçbir suç kaydı dahi olmayan Dorothy’nin vurulması isyanı ateşler. 10’u polis toplam 53 kişi yaralanır, 230 kişi tutuklanır. Pek çok isyan gibi isyana yağma, araba yakma gibi olaylar da eklenir elbette. Dorothy ise hayatı boyunca felçli kalır.
Bu isyan Brixton’daki ilk isyan değildi. İngiltere’de Thatcher yılları yaşanıyor, işsizlik artıyordu. Dönemin ekonomik ve toplumsal problemlerinden en çok etkilenenler arasında Brixton gibi siyah ve göçmen halkın yoğun yaşadığı mahalleler vardı elbette. 1985’ten henüz 4 yıl önce Brixton halkı polis ile karşı karşıya gelmiş, şiddetli bir isyan dalgası görmüştü.
Dorothy’yi vuran polis Douglas Lovelock aleyhinde dava açıldı ancak suçsuz bulundu. Polis Teşkilatı ise 2014 yılında, ancak Dorothy öldükten 3 sene sonra resmi bir özür yayınladı. Bu olay ise Michael Groce’un hayatını değiştirdi. Oğul Michael Groce önceki yaşamını geride bırakıp cemiyetin önde gelen temsilcilerinden biri haline geldi.
1985 Tottenham Olayları
“Demir Leydi” Thatcher yıllarında İngiltere hiçbir zaman yatışmadı. En hareketli zamanlardan biri olan 1985 yılında polis şiddeti sonucu çıkan tek isyan Brixton İsyanı değildi. Brixton’dan kısa bir süre sonra, henüz orada olaylar yatışmamışken, 5 Ekim tarihinde bu sefer Londra’nın kuzeyindeki Tottenham bölgesinde çok benzer bir olay yaşandı. Bu sefer iddialar da sonuç da daha trajikti üstelik. Floyd Jarett isimli genç bir siyah, polis tarafından çalıntı araba kullanmak suçundan durduruldu. (Daha sonra bu iddianın yanlış olduğu, polisin yanıldığı ortaya çıkacaktı.) Öncesinde polis arama yapmak üzere Floyd’un evine gitti. Floyd’un arama yapan polislerden Michael Randall tarafından itilen annesi 49 yaşındaki Cynthia Jarett kalp krizi geçirerek öldü. Brixton olayları henüz geride bile kalmamıştı ve şiddetli bir isyan çıktı. Öfke büyüktü. Olaylar sırasında 400’e yakın tutuklama yapılırken 250 polis de yaralandı. Keith Blakelock isimli bir polis ise isyancılar tarafından 43 kere bıçaklanarak öldürüldü. Blakelock nizamın krallığı İngiltere’de 1833 yılından beri bir isyanda öldürülen ilk polisti. Olayın üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen bugüne kadar 7 kişi polis memurunun ölümünden sorumlu tutularak tutuklandı. Ancak hiçbirini mahkûm edecek delil bulunamadı. Cynthia Jarett’ın ölümü içinse hiçbir dava açılmadı.
Fotoğrafta, isyanın sonucu yakılmış arabaların başında duran polis memurları görülüyor. Ancak tıpkı ABD gibi, İngiltere’de de polis şiddeti ve karşılığında doğan isyanlar böyle siyah-beyaz fotoğraflarda kalmış anılar değil.
2011 Londra: Tarihsel Anın Doğası
Londra’da herkesin hatırlayacağı taze olaysa tüm ülkeye yayılan ve tüm dünyada haber olan isyan ve yağma olaylarına yol açan 29 yaşındaki Mark Duggan’ın öldürülmesidir elbette. İsyanın başladığı yer 4 Ağustos 2011 tarihinde Duggan’ın vurulduğu Tottenham oldu yine. Duggan bir trafik kontrolü sırasında durdurulmuştu ve polisin ilk iddiası ve medyanın yayınladığına göre polise ateş açtığı için vurulmuştu. Ancak bir kez daha raporlar yanlış çıktı ve 13 Ağustos’ta polis Duggan’ın ateş etmediğini itiraf etmek durumunda kaldı. Polis kuvvetleri 6 Ağustos günü çeşitli kurumlar ve kişilerce olaya açıklık getirmezlerse 1985’e benzer olayların yaşanabileceği konusunda uyarılmıştı ama uyarılar dikkate alınmadı. İsyanlar, büyük yağmalara da dönüşerek, 6-11 Ağustos tarihleri arasında yaşandı. 6 Ağustos’taki protesto yürüyüşü ile başlayan olaylar, Brixton’ın da aralarında bulunduğu pek çok mahalleye hemen sıçradı. 8 Ağustos’ta bir komisyon Duggan’ın ölümünü farklı iddialara rağmen polis raporunda olduğu gibi ve yasal ilan ettiğinde ise daha da büyüdü. 13 Ağustos’taki itirafa kadar hükümet isyanları bastırmak için yalnızca kaba kuvvet kullanmakla kalmadı, Blackberry Messenger gibi isyancıların kullandığı haber kanallarına kısıtlama ve denetim getirmeye çalıştı. The Daily Telegraph gibi gazeteler Twitter’ı çete faaliyetlerini yaymakla suçladı. (Bunlar hep bir yerlerden tanıdık geliyor değil mi?) Tüm bastırma girişimleri isyanı daha da büyüttü ve neredeyse tüm Londra mahallelerine, hatta ülkenin başka şehirlerine sıçrattı. 5 ölümün gerçekleştiği olaylarda 3100 gözaltı yapıldı; 1000’den fazla kişi suçlanarak mahkemeye çıkarıldı, 200 milyon pound zarar açıklandı. Duggan ateş etmediğinin kesinleşmesine rağmen 2013 yılında son bulan mahkemede polisler bir kez daha suçsuz bulundu. Londra isyanları, isyancıların profilleri, nedenleri, isyanları koşullayan toplumsal şartlar, isyanın nasıl geliştiği ve dahası ise şimdiden pek çok belgesel, tez ve çalışmanın konusu oldu. Ana akım medya, olaylar olurken penguen belgeseli yayınlamasa da isyanı halkın gördüğünden çok daha farklı yansıtıyordu elbette ve siyahi yazar Darcus Howe canlı yayında, akıllara kazınan, duygulandıran, öfkelendiren ve pek de spikerin istediği gibi ilerlemeyen ve yarıda kesilen röportajında gerçekleri en yalın haliyle anlatabilmişti: “Mark Duggan isminde genç bir adam var. Dostları, kardeşleri, akrabaları var. Ve yaşadığı yerden birkaç metre ötede bir polis memuru onun kafasına sıktı… Ben buna isyan demiyorum, ben buna halk kitlelerinin ayaklanması diyorum… Tarihsel anın doğası bu.”
2005 Banliyö İsyanları: Paris Yanıyor!
2011 olayları yaşandığında akla gelen ilk şey elbette 2005 yılında “aşkın kenti” Paris’i yakan kenar mahalle göçmen isyanları ya da Fransa’da verilen isimle “banliyö isyanları” olmuştu. Adeta sınıf farklarına göre merkezinden dış çeperine doğru halka halka şekillenmiş, Paris’in doğu banliyölerinden biri olan ve Afrikalı göçmenlerin yoğunluklu yaşadığı Clichy-sous-Bois’te 2 gencin polisten kaçarken saklandıkları trafoda ölmeleri üzerine çıkan isyanlar kısa sürede tüm şehre yayılmış, 3 hafta süren ve daha çok arabaların yakılmalarıyla görünürlük kazanan isyan sonucu Fransız hükümeti üç ay sürecek olağanüstü hal ilan etmek durumunda kalmıştı. Bu isyan bir bakıma Avrupa’da yeni bir toplumsal hareketliliğin başlangıcı oldu. İsyanla beraber banliyölerde gençler arasındaki işsizlik oranları ve fakir mahallelerdeki sıkı polis denetimi de tartışmaya açılmıştı. Paris banliyölerindeki Afrikalı ve Müslüman göçmenlerin yalnızca güncel problemleri yoktu, polis teşkilatı ile geçmişleri de kuşkusuz pek hoş değildi. Cezayir işgalinin protestolarla karşılandığı 1961 senesinde meydana gelen Paris Katliamı’nda Sein Nehri’ne atılarak ya da polis merkezinin bahçesinde vurularak öldürülenlerin sayısı bugün bile tam bilinmiyor.
2005’teki isyan, tüm Avrupa’da göçmen politikalarını tartışmaya açtı. Fransız hükümeti göçmenler üzerinde daha kısıtlayıcı politikalara yöneldi. Ancak 2005 isyanlarını sonraki senelerde de başka isyanlar takip etti.
Her ne kadar arabaları ve kamu binalarını ateşe verme eylemleri ile hafızalarda kalsa da 2005 Paris banliyö isyanları banliyölerde kalmadı ve medyaya pek yansımayan başka türlü sokak görüntüleri de vardı.
Kuzey Medeniyetinin Karışması: 2013 Stockholm Olayları
Ne zaman anti-demokratik bir uygulama ya da polis şiddeti söz konusu olsa hemen akla gelip lafı edilen “İsveç demokrasisi” ya da “kuzey medeniyeti” de bu bahsi geçen Avrupa görüntüsünden, göçmen meselesinden ve polis şiddetinden pek azade değil aslına bakılırsa. 2013 yılında Stockholm’un Husby semtinde yaşanan ölüm de bir hafta sürecek bir isyana sebep vermişti. Husby yine göçmenlerin ve ikinci kuşak göçmenlerin ağırlıklı yaşadığı bir mahalle. 19 Mayıs 2013 tarihinde polis aldığı bir ihbar üzerine mahalleye gelmiş, rahatsız edildiğini söyleyen kadının olduğu binaya girmiş ve kadının artık tehlikede olmadığını söylemeye çalışmasına rağmen, rahatsız edenleri kovalayan kocasını vurarak öldürmüştü. Bu sefer ölen kişi bir genç değil, 30 yıldır İsveç’te yaşayan 69 yaşında bir Portekizli idi. Stockholm de buna benzer isyanları ilk kez görmüyordu. En son 2010 yılında benzer bir mahalle olan Rinkeby’da polisle gençler benzer şekilde karşı karşıya gelmiş, isyan birkaç gün sürmüştü. 2013’teki tepki ve isyan ise 28 Mayıs’a kadar sürdü ve diğer isyanlardakine benzer bir tablo çizdi, İsveç’i bir sistem harikası olarak göstermeye alışmış televizyonlar biraz şaşkın gibiydi, öte yandan aynı kuzey ülkelerinde olayların nedenini İsveç hükümetinin göçmenlere hiçbir şey yapmadan para vermesine ve polisin ise göstericilere yeterince saldırmamasına ve sokağa çıkma yasağı ilan etmemesine bağlayan şaşkın gazeteciler de yaşıyordu.
Fayçal Chaaban’ın Gözaltında Ölümüyle Patlayan İsyanlar
2000’ler boyunca tüm Avrupa’yı saran ve sıklıkla polisin birini öldürmesinin ardından patlayan isyanlar, Paris 2005’ten kısa bir süre sonra, 23 Eylül 2006’da, Fransa’nın yanı başındaki Belçika’da, AB’nin resmi başkenti Brüksel’de de yaşandı. Bu kez fitili ateşleyen 25 yaşında Fas asıllı Belçikalı Fayçal Chaaban’ın gözaltında tutulduğu hücresinde sebebi açıklanamayan ölümü oldu. 23 Eylül’de başlayan olaylar 29 Eylül’e kadar sürdü ve medyaya genel olarak Müslümanların ayaklanması olarak yansıdı. Polis olayları yatıştırmada kendilerine yardımcı olan Chaaban’ın ailesine teşekkür etti. Chaaban’ın ölüm nedeni ise hiçbir zaman netleştirilmedi.
2008 Yunanistan İsyanları: “Kardeşimsin Alexis!”
Polisin birini öldürmesinin ardından çıkan isyanlar toplumsal hayata şu veya bu derece etkili olsa da, 2000’lerde Avrupa’da görülen benzer olaylar içerisinde belki de en çok şey değiştiren olay 2008’de Yunanistan’da gerçekleşti. 6 Aralık 2008’de, muhalif kimliği ile de bilinen Exarcheia mahallesinde 15 yaşındaki öğrenci Alexandros Grigoropoulos -dünyanın onu daha sonra bileceği isimle Alexis- iki polis tarafından vuruldu. Bu bir anlamda bardağı taşıran son damla oldu ve Yunanistan bir daha geriye dönmeyeceği bir döneme girdi. İspanya, İtalya, İrlanda gibi başka ülkelerde, aslında tüm Avrupa’da hissedilen ekonomi politikalarından rahatsızlığın, gençler arasındaki yaygın işsizliğin ve yoksulluğun getirdiği huzursuzluk, bu politikalardan en çok etkilenen ülkelerden biri olan Yunanistan’da tamamen zincirinden boşaldı. O güne kadar Atina mahallelerinde hissedilen polis baskısı Alexis’in öldürülmesi birlikte aslında tamamen hiç yatışmayan bir isyana yol açtı. İsyan yalnızca Atina’nın diğer mahallelerine değil Yunanistan’ın tüm şehirlerine sıçradı. Avrupa’nın önemli kentleri başta olmak üzere dünyanın pek çok şehrinde destek eylemleri yapıldı, onların bazısı da polisle çatışmalara dönüştü. Tam 1 ay sonra yatışmış gözükse de bu isyanlarda açığa çıkan enerji 2011 yılındaki daha kapsamlı isyan dalgasının da önünü açtı.
Belki de bu yüzden, diğer örneklerde pek görülmeyen şekilde, Alexis’i öldüren 2 polis 2010 senesinde kasten cinayetten ciddi cezalara mahkûm edildi. Alexis ise tıpkı Berkin Elvan gibi bir sembole dönüştü.
2004 Palm Island Aborjin İsyanı
Polisin öldürme vakalarından sonra isyanlar elbette bir tek ABD ve Avrupa’da görülmüyor. Başka bir kıtadan oldukça trajik bir örnekle bitirelim… Hakkında genelde en az İsveç kadar iyi şeyler söylenmesine alışılmış Avustralya’ya bağlı Palm Island’daki Aborjin topluluğundan Cameroon Doomage, 19 Kasım 2004’te yüksek sesle şarkı söyleyerek dolaşıyordu. Kendisinin sarhoş olduğunu düşünen ve uyaran beyaz polis memuru Chris Hurley ile aralarında geçen sözlü atışma sonucu, Hurley, Doomage’i gözaltına aldı. Doomage 1 saat sonra polis karakolundaki hücrede ölü bulundu. Otopsi 4 kaburgasının kırık olduğunu gösteriyordu. Chris Hurley, Doomage’in kendi düştüğünü iddia etse de yerel halkı inandıramadı. Bu olay ilk değildi. Bu olaya kadarki 25 yıl içinde 300 Avustralya yerlisi polis gözetiminde hayatını kaybetmişti. Palm Island’da yaşayan 400 Aborjin isyan ederek polis karakoluna saldırdı ve karakolu tamamen yaktı. Aborjin cemaatinin hakları için faaliyetleri ile bilinen Lex Wotton ayaklanmaya önderlik ettiği gerekçesi ile tutuklandı. Polis memuru Hurley ise cinayet sebebiyle yargılandı. Hurley beraat ederken, Wotton 7 sene hapis cezası aldı.
Bonus: Berkin…
Berkin Elvan’ın durumu elbette bu örneklerle aynı değil. Polis tarafından vurulması isyanın ortasında gerçekleşti. Polisin hoyrat davranmaya alışkın olduğu, ölümlerin pek başka mahallelerin gündemine girmediği ama Berkin’in çok sevdiğini bir sosyal medya hesabında “Okmeydanı candır” diyerek belirttiği, polisi ancak müdahale için gören ama zaten pek de başka olay yaşanmayan bir mahallede yaşıyordu Berkin. Vurulduğu günlerde başka ölümler de oldu başka mahallelerde ve ülke zaten bir isyanın ortasındaydı. Ama Berkin o gün ölmedi. 16 Haziran 2013’de Gezi eylemlerinin sıcak olduğu bir günde kafasından gaz fişeği ile vurulan Berkin, 269 gün komada kaldıktan sonra 11 Mart 2014’de öldü. Ölümüne kadar olduğu gibi ölümünden sonra da irili ufaklı pek çok eylem, dava açma girişimi, kampanyanın konusu oldu. Öldüğü haberi İstanbul’da ve başka kentlerde sokak eylemlerine ve çatışmalara yol açtı. Ertesi gün Okmeydanı Cemevi’nden kalkan cenazesi ise Türkiye’nin gördüğü en büyük cenazelerden biri oldu. O kadar büyük bir kalabalık akın etmişti ki çoğunluk mahalleye varamadı bile. (1,5 milyon civarı rakamlar söyleniyor cenaze töreni için.) Polis cenaze boyunca büyük oranda uzak durdu; başta kapadığı yolları açtı. Ancak Berkin’in defnedilmesinin hemen ardından cenazeye katılanlara yönelik şiddetli müdahalelerde bulundu.
Ölümünün ardından Berkin’i vuran polislerin isimlerinin açıklanması ve dava açılması için pek çok defa kampanya ve eylem yapıldı, ancak başarıya ulaşmadı. Yürütülmekte olduğu söylenen soruşturmaya dair en fazla bilgi 31 Mart 2015’te Çağlayan Adliyesi’nde soruşturma savcısının rehin alındığı, rehin alanlarla birlikte savcının da öldüğü gün duyuldu. Rehin alanların yayınladığı belgelere göre görevli polisler belliydi ama ifadeleri alınmamıştı. Bu süreçte Berkin Elvan’ın vurulmasına şahit olan ve avukatlara ifadelerini veren 2 kişi farklı sebeplerle tutuklandı, yargılamaları devam ediyor.