Milli marşımızın yazarı, “vatan şairi” ve “milli şair” olarak da tanınan Mehmet Akif Ersoy’un hem doğum hem de ölümü aralık ayına denk geliyor…
Biz de edebi, siyasi kişiliği ve şiirleriyle analım istedik kendisini.
Karagümrük’te başlayan hikâye
Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Mehmet Âkif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında İstanbul’da, Fatih ilçesinin Karagümrük semtinde dünyaya gelir. Annesi Emine Şerif Hanım; babası ise Fatih Camii medresesi hocalarından Mehmet Tahir Efendi’dir.
Başarılarla dolu eğitim hayatı
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
İlköğrenimine Fatih’te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başladıktan sonra ilkokul bölümüne geçer ve babasından Arapça öğrenmeye başlar. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi’nde devam ederken bir yandan da Fatih Camii’nde Farsça derslerini takip eder. Dil derslerine büyük ilgi duyan Mehmet Âkif, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızcada büyük başarı göstererek hep birinci olur.
Zor yılların başlangıcı
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Rüştiyeyi bitirdikten sonra annesinin medrese öğrenimi görmesi konusundaki ısrarına rağmen, babasının desteği sonucu 1885’te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi’ne kaydolur. 1888’de okulun yüksek kısmına devam ederken babasını kaybeder ve ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması, aileyi yoksulluğa düşürür.
Meslek sahibi olma baskısı
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Artık bir an önce meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak isteyen Mehmet Âkif, Mülkiye İdadisi’ni bırakır. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebi’ne (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydolur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı diyarlarından
Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?
Okulu bitirdikten hemen sonra o dönemin Ziraat Bakanlığı’nda memuriyete başlar. Memuriyetinin ilk dört yılında teftiş için Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan’da bulunur. Bu sayede halkla yakın temas kurarak, onları yakından tanıma fırsatı bulur. 1898 yılında İsmet Hanım’la evlenir; bu evlilikten Cemile, Feride, Suadi, Emin, Tahir adlı çocukları dünyaya gelir.
Öğretmenlik deneyimleri
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Mehmet Âkif, bir yandan memurluk yaparken edebiyata olan ilgisini de şiir yazarak ve edebiyat öğretmenliği yaparak sürdürür. Resimli Gazete’de, Servet-i Fünûn Dergisi’nde şiirleri ve yazıları yayımlanır. İstanbul’da bulunduğu sırada bakanlıktaki görevinin yanı sıra önce Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi’nde kompozisyon, sonra Çiftçilik Makinist Mektebi’nde Türkçe dersleri vermek üzere öğretmen olarak atanır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne giriş
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
II. Meşrutiyet’in ilanından 10 gün sonra arkadaşı rasathane müdürü Fatin Hoca onu, on bir arkadaşı ile birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye yapar. Ancak Mehmet Âkif, üyeliğe girerken edilen yeminde yer alan “Cemiyetin bütün emirlerine kayıtsız şartsız itaat edeceğim” cümlesinde geçen “kayıtsız şartsız” ifadesine karşı çıkarak, “sadece iyi ve doğru olanlarına” şeklinde yemini değiştirir.
Meşrutiyet ilanı ve takip eden yazarlık
Hayır, mâtem senin hakkın değil… Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
II. Meşrutiyet’in Âkif’in hayatında en büyük etkisi, Meşrutiyet ile birlikte yayın dünyasına adım atması olmuştur. Daha önce bazı şiirleri ve yazıları birkaç gazetede yayımlandıysa da eser yayımlamaya uzun süredir ara vermiştir. Meşrutiyetin ilanından sonra, 1908’de yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı olur.
Zaman vatanı savunma zamanıdır
Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
1913’te kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin halkı edebiyat yoluyla aydınlatma amacı güden yayın bölümünde Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin ile beraber çalışır. 2 Şubat 1913 günü Bayezid Camisi kürsüsünde, 7 Şubat 1913 günü Fatih Camisi kürsüsünde konuşarak halkı vatanı savunmaya çağırır.
Hükümetle uygun düşemez
Nûr istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun!
“Yandık” diyoruz… Boğmaya kan gönderiyorsun!
Balkan Savaşı’ndan sonra, yayınlarının hükümetle uygun düşmemesi nedeniyle aldığı ikaz üzerine Darülfünun müderrisliği görevinden (1914) ayrılır. Yalnızca Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi’ndeki görevine devam eder.
Çanakkale Destanı’nın doğuşu
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ!
Mehmet Âkif, Berlin’de görevliyken tüm dehşetiyle süren Çanakkale Savaşı ile ilgili haberleri heyecanla takip eder. On dört ay süren savaşın zaferle sonuçlandığı haberini ise Arabistan’da iken alır. Bu haber karşısında büyük coşku duyar ve “Çanakkale Destanı” adlı ünlü şiirini yazar.
Halkı heyecanlandıran hutbeler
Câni geziyor dipdiri… Can vermede mâsûm!
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
Türk halkının Kurtuluş Savaşı’nı başlatarak direnişe geçtiği dönemlerde bu harekete katılmak isteyen Âkif, Balıkesir’e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağanos Paşa Camisi’nde çok heyecanlı bir hutbe verir. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbe verir, konuşmalar yapar ve İstanbul’a döner.
Milli mücadeleye resmen katılış
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: Cehennemde uyandık!
Ancak Mehmet Âkif, Kurtuluş Savaşı’na verdiği bu destek yüzünden görevinden alınır ve oğlu Emin’i yanına alarak Anadolu’ya geçer. Sebil-ür Reşad Dergisi’ni Ankara’da çıkarması için Mustafa Kemâl Paşa’dan davet gelmiştir. TBMM’nin açılışının ertesi günü olan 24 Nisan 1920 günü Ankara’ya varır. Millî mücadeleye şair, hatip, seyyah, gazeteci, siyasetçi olarak katılır.
Çekilmeye karşı durur
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın…
Yaksaydın a mel’unları… Tuttun bizi yaktın!
TBMM’nin açılışından sonra Atatürk’ün isteği ile Burdur milletvekilliğine aday olur ve seçilir. 1921’de Ankara’da Taceddin Dergahı’na yerleşen Mehmet Âkif, Burdur milletvekili olarak meclisteki görevine devam eder. O dönemde Yunanlıların Ankara’ya ilerleyişi karşısında meclisi Kayseri’ye taşımak için hazırlık vardır. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Âkif, Ankara’da kalınmasını, Sakarya’da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerir; teklifi tartışılıp kabul edilir.
İstiklâl Marşı
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
1921 yılında zamanın Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey’in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey, Akif’i ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna eder. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, konulan para ödülünü almamak koşuluyla katılır. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü ulusal marş olarak kabul edilir. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer (Kızılay) bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dâr-ül Mesai vakfına bağışlar.
Siroz hastalığıyla savaşını kazanamaz
Çatma, kurban olayım, çehrene ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül… Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal.
1926-1936 yılları arasında Mısır’da yaşayarak Kahiredeki bir üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verir. Bu arada siroz hastalığına yakalanır. 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döner ancak iyleşemez. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da, Beyoğlundaki Mısır Apartmanı’nda hayatını kaybeder. Edirnekapı Mezarlığı’na gömülür.
Halkın dert ve sıkıntılarını anlatan eserler
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Şiir yazmaya öğrencilik yıllarında başlayan Mehmet Akif “sanat toplum içindir” ilkesine bağlı kalmış. 1908’den itibaren aruz ölçüsü kullanarak halkın dert ve sıkıntılarını anlatan manzum hikâyeler yazmıştır. Balkan Savaşı yıllarından itibaren destansı şiirler yazmaya başlayan şairin ilk büyük destanı, “Çanakkale Şehitleri’ne” başlıklı şiiridir. İkinci büyük destanı ise Bursa’nın işgali üzerine yazdığı “Bülbül” adlı şiiridir. Üçüncü olarak da İstiklâl Marşı’nı yazarak İstiklâl Savaşı’nı anlatmıştır. Eserlerini “Safahat” adlı kitapta toplamıştır.
Saygıyla anıyoruz…